Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '15

 
Kategori
İstanbul
 

İstanbul'a bugün de Karadeniz tarafından girelim; bakalım neler göreceğiz, neleri hatırlayacağız...

İstanbul'a bugün de Karadeniz tarafından girelim; bakalım neler göreceğiz, neleri hatırlayacağız...
 

Sana, dün bir tepeden baktım aziz istanbul...


GEZMEKLE ve GÖRMEKLE olmuyor İSTANBUL; seni yaşamak lazım...

Önce, mavinin hangi tonuna sahip olduğu bilinmeyen İstanbul'a eğer bir yaz günü girerseniz, Boğaz'ın sakin; bir kış günü girdiğinizde ise, hırçın suları sizi içine çeker...

Boğaz'a girip biraz ilerleyince solunuzdaki Anadoluhisarı ile sağınızdaki Rumelihisarı'nın sizi top atışlar ile karşıladığını sanırsınız...

Ama korkmayın...Onlar görevlerini yüzyıllar önce yapmışlardır...

-- Anadolu Hisarı, Cenevizliler ile Bizans'ın, Karadeniz  kıyılarında kurdukları kolonilere yardım götüren Ceneviz gemilerini deneti altına almak için 1395 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından;

-- Rumeli Hisarı ise, İstanbul'u fethinden önce Bizans'a yardıma koşan Haçlı donanmalarının İstanbul'a girmesini önlemek için 1451-1452 yıllarında Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa edilmiştir...

Şimdi Karadeniz'den İstanbul'a rahatlıkla giriyorsanız, bu rahatlığınızı ve keyfinizi biraz da bu iki hisara borçlusunuz. Bu nedenle, zaman bulursanız, bu iki tarihi hisarı yakından görmeden ve içini gezmeden İstanbul'dan ayrılmayın...

Eğer mevsim yaz ise ve de  İstanbul'da gecelemeyi düşünüyorsanız, Rumeli Hisarı'nda düzenlenen konserlerden birine giderek, ünlü sanatçıların güzel şarkılarını dinlerken sarhoş olabilirsiniz...Aynen, güftesi ve bestesi Alaeddin Yavaşça'ya ait Hicaz makamındaki şu şarkıda olduğu gibi...

"Boğaziçi şen gönüller yatağı

Her bucağı aşıkların otağı

Mehtabı hoş, güneşi hoş, günü hoş

Boğaziçi, herkesi eder sarhoş..."

Boğazın, her iki yakasında kıyı boyunca sıralanan ve Osmanlı- İstanbul sosyetesinin renkli yaşamlarının izlerini taşıyan ve hala, geçen zamana direnircesine ayakta kalmaya çalışan kasırlar(köşkler), sizi zaman tünelinden geçirerek o şaşaalı yaşam içine çeker... Pencerelerinden gelen ve sizi o görkemli yaşama davet eden, güftesi Ahmet Rasim'e, bestesi Tatyos efendiye ait olan uşşak makamındaki şu şarkının sözlerini duyar gibi olursunuz...

"Bu akşam gün batarken gel,

Sakın geç kalma erken gel..."

Biraz daha içeriye doğru ilerlerseniz sağ kıyıda, yani Avrupa yakasında, 1856 yılında, Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılan Dolmabahçe Sarayı ve 18. yüzyıl Lale(çiçek ve müzik aşkı) Devri döneminin en önemli simgelerinden Çırağan Sarayı hemen dikkatiniz çeker...Bu iki sarayın görkemli mimari yapısını hayranlıkla izlerken, İstanbul'un beton yığını halindeki yapılarından biraz daha soğursunuz... 

 Anadolu yakasında, Bizans döneminde önemli bir yerleşim alanı olan  Beylerbeyi'nde, Sultan Abdülaziz tarafından 1861-1865 yıllarında yaptırılan Beylerbeyi Sarayı da, "başınızı çevirip biraz da bana bakın!" diyerek size sitem eder.

Ayrıca bu yakadaki, Vaniköy, Çengelköy, Kuzguncuk ve nihayet Üsküdar, "Osmanlı  sosyal yaşamı bizde şekillenmiştir, bütün İstanbul şarkıları bu yaka için bestelenmiştir" diyerek, size en güzel İstanbul şarkılarını hatırlatırlar...Dudaklarınızın hareketlenerek bu şarkıları mırıldandığınızın farkına bile varmazsınız...

Boğazın iki yakasını birbirine bağlayan iki köprü -yapılmakta olan üçüncüsü- için fazla bir şey söylemeye gerek bulmuyorum...Bazılarının, bu köprüleri  "altın kolye" ya da "gerdanlık" gibi görmelerine ben pek katılmıyorum...Ancak, iki yaka arasındaki insan ve lojistik ulaşım konusundaki yararını da inkar etmiyorum...İstanbul'un eski  nostaljik romantikliğini biraz azaltıyorlar ama, önemli günlerde bu köprülerin ışıklandırılması ve havai fişek gösterileri ile desteklemesi görüntüleri de hoşuma gitmiyor değil...Ama, bu görüntüler için, şairlerimizden birinin çıkıp da bir şiir yazdığını bilmiyorum...

Dolmabahçe Sarayı'nı geçip Kabataş'a yaklaştığınızda bir karar vermelisiniz, burada karaya çıkıp, İstanbul'un içine, Fatih Sultan Mehmet'in gemilerini, buradan --ya biraz ilerideki Fındıklı'dan- karaya çıkarıp Beyoğlu sırtlarından Kasımpaşa'dan Haliç'e indirdiği yolu mu takip etmek; yoksa, denizden yolunuza devam edip, Fetih öncesi dönemde, Cenovalıların(Cenevizlerin) yaşadıkları eski Galata'ya --yeni adı ile Karaköy'e-- mı çıkmak istesiniz?

Siz bunu düşünürken, ben, yine adını bu semtten alan ve Bizans İmparatoru(Anastasius) tarafından 528 yılında bir "fener kulesi" olarak inşa ettirilmiş olan Galata Kulesi'ne çıkıp İstanbul'a tepeden bir bakayım ve ünlü şairimiz Yahya kemal Beyatlı'nın dizelerini seslendireyim...

"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer,

Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel."

Bir de bu güfteyi, Hicaz makamında besteleyen Münir Nurettin Selçuk'un sesinden dinlerseniz, içinizde ne fırtınalar kopar bilemezsiniz...Bayılıp gidersiniz herhalde...

Geziyi sonlandırmadan önce, bir İstanbul sevdalısı olarak yazdığım naçizane şiirimsimi aktarmak istiyorum sizlere...

Ben, beni aştı İstanbul, sen yüzünden

ben, bende değilim.

Beni senden sorsunlar İstanbul,

beni benden değil.

Sen bende, ben sende,

ikimiz bir bedende.

Ben, sen yokuz İstanbul, biz barız

şu koskoca evrende..

 

cdenizkent

 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..