Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '07

 
Kategori
Yolculuk
 

İstanbul Afyon yolunda...

İstanbul Afyon yolunda...
 

Deniz 10 yaşına giriyordu ve bu ilk “babasız” geçecek doğumgünüydü. Deniz’i bu günde yanlız bırakamazdık ve bu yüzden İstanbul’dan Afyonkarahisar’a, Deniz’e doğru yola koyulduk. Deniz bize merhum abimin emaneti, ne kadar çalışsak da babasının yerini dolduramayız. Ancak her hırsatta Deniz’in yanında olduğumuzu bilmesi ve küçük yüreğine bunu öğretmesi gerekiyor.

Çocukluğumdan beri yolculukları severim. Öğrencilik, askerlik, i ş ve özel nedenlerle güzel yurdumun hemen hemen her bölgesini gezme ve tanıma fırsatı buldum.Afyon yoluna çıkarken de sanki çocukluğumun ilk uzun yol macerasına başlar gibiydim. Yolculuklar benim için bir maceraydı ve hala da öyledir.Her yolculuk yanında yeni yüzler, yeni fırsatlar, yeni başlangıçlara götürür insanı. ”İnsan mutlaka görmediği bir yere seyahat etmeli” diye bir şey hatırlıyorum. Ya bir filmde ya da bir kitapta...

İstanbul’dan Pamukova’ya kadar sakin ve sıradan bir yolculuk geçirdik. Yola 13.30 da çıktığımız için İstanbul trafiği bizi salıvermek istemese de usta manevralarla kendimizi otobana atmayı becermiştik. Oğlum Ozan arasıra arabada yönetime el koyma girişimlerinde bulunsa da eşim bu konularda hayli deneyimli birisi olduğundan , Ozan yaptığı ile kalıyordu.

Pamukova’dan sonra Bilecik’in meşhur inişli-çıkışlı, bol kamyonlu-tırlı, konvoyluı yollarına vurduk kendimizi. Oldum olası sakin ve uysal bir şoförüm ve kelle koltukta virajlara giren insanları görünce hayretden öte gözlerime inanamadım. Beni sollamak için arkadan korna ve selektör işareti ile taciz eden yurdum insanı, beni geçince sanki manevi bir haz alıyor ve konvoyda beni geçmiş olmanın verdiği bu hazla 30 dakika benim önümde gidiyor. Yurdum şoförlerinin bu halini görünce “trafik canavarı” tanımı için diğer canavarlardan özür dilememiz gerektiği kanatine vardım. Çünkü masallardan öğrendiğimize göre insanları canavarlar öldürür ama bizleri bir canavar öldürmüyor. Biz birbirimizi öldürüyoruz , bunu da benim kıt aklım pek almıyor. Sollama yasağını ihlal, hız tahdidini ihlal, şerit ihlali ne ararsan var. Benim gibi tek tük kurala uyanlar olsa da onlarda sollanırken bir korna ile teşekkürleri (!) kabul ediyorlar.

İnönü’yü geçip Kütahya yoluna kendimizi vurduğumuzda biraz rahatlıyoruz.(konvoydan kurtulup normal trafik akışında gitmek ne kadar da güzelmiş).Yer yer yapımı devam etse toplam 15.000km olacağı söylenen duble yollardan geçiyoruz. En kabadayı 3-4 senelik yollara yama üstüne yama atılmış, üzülüyor insan. Öğrendiğimiz kadarı ile 8-9 bin km yol bitirilmiş. Buna yapımına önceden başlanan Karadeniz sahil yolu dahil.

Annem bizi bekliyor Afyon’da, biz Kütahya’da iken telefon açıyor”neredesiniz”diye. Ana yüreği “tahmin etmiştim orada olduğunuzu”diyor.” Anne karnımız acıkmaya başladı”diyorum. ”Sen gel, annenin yemekleri hazır”diyor. Bir saatlik yolumuz var daha, vuslatın heyecanı var şimdi içimizde şimdi. Bir de Deniz’imiz ve annesi Meltem var. hayatın onlara sunduğu bu acı deneyime alışmaya çalışıyorlar, Meltem eşinden, Deniz babasından ayrı yeni yaşamlarını sınıyorlar. Eşim “ağaçlar seyrekleşti, Afyon’a yaklaşıyoruz herhalde”dedi. Daldığım düşüncelerimden sıyrıldım, kafamla onu onaylayarak..

Saat 18.00 gibi giriyoruz Afyon’a. Abim olmadan bir ruhaf görünüyor sanki şehir yoksa bana mı öyle geliyor. Eksik birşeyler var sanki ama tuhaf bir duygu var içimde. Yine de eve doğru yol alıyoruz, Deniz bizi bekliyor....

Çığlık çığlığa Ozan’a koşuyor Deniz, gözü bizi görmüyor bile. Annem balkonda , karnımı ovalıyorum, eliyle “içeri gel” diyor. Meltem yanında , yüzünde zoraki bir gülümseme ile. Gözleri güldüğünü yalanlıyor, acıdan gülermiş gibi yapıyor belli. Yemek faslından sonra Deniz’e erkenden hediyesini veriyoruz, eşimin beğendiği turkuaza yakın mavi bir elbise ve ona uygun bir ayakkabı. Deniz sevinçten zıp zıp zıplıyor. Meğer annesinden elbise istemiş, bizimkisi de den gelmiş.

Ertesi gün meşhur Karahisar kalesine çıkıyoruz.226 metre lik kaleye daha önce tırmanmış ama çektiğim fotoğrafların filmini makinadan çıkarırken koparmış ve bütün emeklerim boşa gitmişti. Şimdi rövanş zamanı idi, bütün pozları yeniden çekecektim(inadım inat).Kaleye doğru tırmanırken yine içimiz buruluyor, bir önceki seferde abim de vardı. Şimdi anısı ile birlikte çıkıyoruz sarp merdivenleri.Annem de bizimle bu sefer, 70 yaşında değil sanki. Dizine protez ameliyatı yapılmamış sanki. ”Bravo teyze”diyor görenler, ”maşallah deyin”diye sesleniyorum uzaktan. Kalenin zirvesine çıktığımızda dilimiz biraz dışarıda kalsa da memnunuz halimizden. Sadece yolun yarısını Ozan’ı taşıdığım için biraz(!) zorlandım o kadar.

Üç yıl olmuş Karahisar kalesine çıkalı.Ozan yoktu o zaman. Şimdi Deniz’le Ozan’ın beraber fotoğraflarını çekiyorum. Ne tuhaf, insan acısını sindirerek yaşamak zorunda işte. Daha dün gibi her yerde abimin izlerini görüyorum. Hayat böyle birşey işte. Aşağıya doğru inerken Afyon’un eski evlerinin olduğu mahalleleri ayaklarımızın altında sanki. Güneş ters açıda olduğu için iyi fotoğraf vermiyor ama olsun. Bu manzarayı kaçırmamak gerekli....

Doğumgünü pastasını kesiyoruz bir eksikle.Kimse bahsetmese de herkesin dilinin ucunda bir yarım kelime gibi duruyor. Öpüyor, seviyor beni Deniz....”Yaaa amca gitmeyin” diyor. İş güç deyip geçiştiriyoruz. ”Okullar tatil olunca seni memleketimize, Karadeniz’e götüreceğim, önce İstanbul, sonra ver elini Bulancak”diyorum. Duvarda Bulancakspor'lu kaleci Cafer Aydın’a ait poster misali bir fotoğraf. Sanki bizi izliyor, belki de gerçekten izliyordur, bilemiyorum....

Ertesi sabah Balıkesir’e gideceğiz, bol bol hasret gideriyoruz. Yarın yolcu yolunda gerek...

 
Toplam blog
: 242
: 1784
Kayıt tarihi
: 24.06.06
 
 

1970 doğumluyum.Karadenizin bir sahil şehrinden, hayatın güler yüzlü tarafına tutunmak için İstan..