Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ocak '08

 
Kategori
Kültürler
 

İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde

İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde
 

Geçen pazar günü kızım ve Ali ile birlikte İstanbul Arkeoloji Müzesi' ne gittik.

Ana binanın girişindeki sütunlar her gidişimde beni müthiş etkiler... İlk gittiğimde girişin heybeti beni o kadar etkilemişti ki, kendimi Roma Sarayı’na giren bir İmparatoriçe gibi hissetmiştim. Daldığım o ruh halinden beni omzumdan sarsan ilkokul öğretmenimin sesi çıkarmıştı. Etkileyen diğer şeylerden biri de Roma ve Helen dönemlerine ait heykellerin zarifliğidir. Özellikle kadın heykellerinin yüzlerindeki asalet ve giysilerindeki kıvrımlar...

Hani sanki başını şöyle bir çevirip bakacak ve gülümseyecekmiş gibi duran sert profilli Athena, üzerine saf ipekten bir elbise giymiş gibi…

Kullandıkları keskilerle mermerden ipekli kumaş yaratmış o isimsiz sanatkarları, huzurunuzda bir kere daha büyük bir hayranlıkla selamlıyorum.

Meyve sepeti ve kolundaki çocukla Tanrıça Tyche (Tike)... Şehirlerin kader ve talih Tanrıçası... Yanına yaklaşan herkese " Hadi dile benden ne dilersen." der gibiydi, olanca anaçlığı ve heybeti ile…

Biz de diledik...

Athena' nın elbisesinin kıvrımlarına hayranlıkla dokunduk ve elimizi omuzuna koyup " Daha akıllı, daha cesur ve savaşçı olmayı " diledik.

Tike' nin önünde, aynı onun durduğu gibi başımızı yukarı kaldırıp, yüreğimizden " Uygun kader, talih ve bolluk" dileklerimizi geçirdik.

"Toprağın bereketi için, tarımda verim için" yardımcı olmasını istedik Demeter'den.

Afrodit kadar güzel, onun kadar aşık olmak, aşık olunmak istedik...

Ve biz hayranlıkla eserleri incelerken Ali birdenbire;

“Onlar biliyorlardı...” dedi.

Neyi mi?

Bizim şimdi keşfetmeye çalıştığımız çoğu şeyi...

Kuantum düşünce tekniklerini, yaratıcı imgelemeyi, istekleri hayata geçirmeyi... Bu heykeller, sunaklar insanın içindeki isteği ve niyeti Evren'e sunabilme yolu olmuş yüzyıllarca... Aynı şimdi mum yaktığımız türbeler, çaput bağladığımız ağaçlar, dilek parası attığımız havuzlar gibi...

23 Nisan'da Aya Yorgi' ye tırmananlarla ya da Ramazan’ın ilk günü Oruç Baba’da orucunu açıp, birbirlerine sirke dağıtanlar ile eski çağlarda Tike'nin sunağına sepet sepet meyve getirenler arasında bir fark yok...

Bu toprakların hala verimli, hala bereketli olması; dünyanın en savaşçı milletinin bu topraklarda yaşaması, pratik zekasıyla Avrupalıları bile şaşırtan insanların bu topraklardan çıkması; belki de o çok eski zamanlarda tanrı ve tanrıçalara sunulmuş hediyelerle, adaklarla ifade edilen istek ve arzuların, yoğun enerjisindendir kimbilir ?

Onlar, " İstiyorlar, istemeyi biliyorlar; inanıyorlar ve güveniyorlardı. Hem kendilerine hem de Evren’e…”

Zaten kadim yazıtlarda, hatta kutsal metinlerde hep istemekten bahsetmiyor mu? “ İsteyin verilecektir.” demiyor mu?

Kafam karışıyor bazen. Bize öğretilenin tam tersine Evren, Tanrı ya da adına ne dersek diyelim;o galiba arsız olanları daha çok seviyor…

Sevgiyle,

Ayşegül Tekfidan

02.01.2008- Nakkaştepe

 
Toplam blog
: 35
: 913
Kayıt tarihi
: 11.07.07
 
 

1964 yılında Güneş Akrep burcundayken İstanbul'da doğmuşum. Aslen Balkan kökenliyim. İ.Ü. SBF Kamu Y..