Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mart '13

 
Kategori
İstanbul
 

İstanbul'da adım adım...

İstanbul'da adım adım...
 

Geçen hafta yağmurların arasında güneşli bir gün buldum ve hem melankolik havadan sıyrılmak hem de ne zamandır arzuladığım adım adım şehir gezisi yapmak için iyi bir fırsat dedim. Gezmekten usanmadığım İstanbul’un ara sokaklarına dalmaktı niyetim. Elbette kalabalığını görmeden, trafiğini ve stresini yaşamadan, tüm olumsuzlukları göz ardı ederek,  sadece ben ve İstanbul diyerek özümseyerek gezmekten bahsediyorum.

Doğu ile batının buluştuğu, yeni ile eskinin harman olduğu, içinde farkı kültürleri barındıran, farklı dokuları ve renkleri olan, yedi tepe üzerindeki bu olağanüstü şehri gezmek için iyi bir yürüyüşçü olmanız gerekir. Romalıların, Bizanslıların ve Osmanlıların miras olarak bıraktıklarıyla bezeli şehri yürüyerek gezmek ilk bakışta mümkün görünmese de, tarihin içinde kaybolmak, her köşesinde ayrı tatlar bulmak için, ayrı keşifler yapabilmek için yaya gezmek gerek yapılabildiğince. Özümseyerek ve gerçekten görerek gezmek için yürümek gerek. Hedefim tarihi yarım ada bu sefer…

Yaşadığım Kadıköy tarafından vapurla karşıya geçmek başlı başına bir lezzet. Martılarıyla yarışan vapur Eminönü iskelesine yanaşınca tarihi yarımadaya ayak basmak bunun bilincinde olan için ayrı bir heyecan. Ara ara ısıran soğuk havaya boş vererek bir güzergâh belirledim ve ayaklarıma hadi dedim. Beraberimde yürümeyi ve İstanbul’u seven bir arkadaşımı da sürükledim tabii ki.

Balık-ekmekçi teknelerinin yanından Yeni cami ve arkasındaki büyülü Mısır çarşısı bizi ilk karşılayanlar oldu. İstanbul’un en eski çarşılarından biri (1660 yılında Turhan Sultan yaptırmış). Çarşı baharat kokuları arasında, çeşitli ürünlerle rengârenk ve sürekli bir canlılık var. Tahtakale kapısından çıktıktan sonra kuru kahveci Mehmet efendinin taze çekilmiş kahvesinin kokusu uzaklardan çağırıyor sanki. Tahtakale’den sırf zevk için bir sürü ıvır zıvır alışverişi yapmak bile ayrıca bir keyif.

Unkapanı,  Zeyrek ve Bozdoğan kemerleri; Tarihi adıyla Valens kemerleri MS 400’lü yıllarda Romalılar tarafından yapılmış. İstanbul’a su taşımak için kullanılan tarihi kemerleri Osmanlılar da korumuşlar. Altından binlerce kez geçip de merak etmeyenler de var bu şehirde yaşıyorum diyenlerin arasında. Artık üstünden yürümek de kısmet olacakmış okuduğum bir habere göre. Üstü seyir terasına dönüştürülecekmiş. Altından araçlar geçerken üstünden yayalar yürüyecekmiş. Üstünden İstanbul’u seyretme düşüncesi bile güzel geliyor.

Süleymaniye Camii Mimar Sinan’ın kalfalık eserim dediği muhteşem tarihi eser. 1550 li yıllarda Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış ve hala tüm güzelliğiyle ayakta duruyor. Bahçesinde kendisi ve Hürrem Sultan’ın türbeleri de bulunuyor.

Fatih’te küçük bir meydanın ortasında dikili bir sütun var. Adı Kız taşı. Merak etmeyenlerin dikkatini bile çekmeyen ama ilginç bir taş sütun. Asıl adı Markianos Sütunu imiş. Bizans devrinde 455 yılında dikilmiş ve günümüze kadar ayakta kalmış. 1500 yaşından daha eski bu taş sütun Bizanslılardan kalan ayakta durabilen ender anıt sütunlardan biriymiş.Rivayetlerden biri de o ki, sütuna Kız taşı denilmesinin nedeni, altından geçen kızlara, bakire olup olmadıklarını fısıldamasıymış!

Kadınlar Pazarı’na uğramadan geçmemek lazım. Burası eskiden daha farklıymış ama 2010 İstanbul Kültür Başkenti çalışmaları sırasında yeni yüzüne kavuşmuş. Güney ve güneydoğunun bütün lezzetleri burada bulunuyor. Eskiden kadınlar kendi yaptıkları ürünleri gelip satıyorlarmış, adı bu yüzden böyle kalmış. İki yanda İstanbul’un eski ev örnekleriyle dolu, araç trafiğine kapalı ilginç bir cadde burası.

Şehzade camii, yine Mimar Sinan’ın eseri. Kanuni'nin genç yaşında ölen oğlu Şehzade Mehmet adına 1540’lı yıllarda yaptırılmış. Muhteşem Yüzyıl dizisinde adı geçen bütün önemli şahsiyetlerin (Rüstem Paşa ve Pargalı dahil) türbeleri hep burada.

Bu arada tüm tarihi binalarda, camilerde, kulelerde sürekli bir restorasyon çalışmaları gördüm. İstanbul Kültür Başkenti çalışmalarından arta kalan bir yenileme projesi sürüyor gibi.

Beyazıt Meydanı başkalaşmış. Üniversite önündeki meydanın eski yaşanmışlıkları geldi gözümün önüne. Sonra Beyazıt Camii arkasındaki meşhur Çınar kahvesi yok olmuş. Orada tekrar bir bardak çay içip dinlenmek için köşeyi dönmüştüm ama gözlerim çok başka şeyler gördü ve şaşırdım. Üzüldüm doğrusu. Ağzı olsa da konuşsa yerdeki taşların dedim kendi kendime.  Sahaflar çarşısının da eski havası yok ama yine de yerinde duruyor.

Aksaray taraflarını yabancılar ele geçirmiş sanki. Her türlü milletten görmek mümkün. Afrikalıların ve Rusların istilasına uğramış.

Ve Kapalıçarşı; İstanbul kentinin merkezinde yer alan dünyanın en büyük ve en eski kapalı çarşılarından biri. 1461 den beri halka hizmet veriyor.  İçinde serseri mayın gibi bir o yana bir bu yana dolanmak, kaybolma korkusu olmadan sokaklarına girip çıkmak ayrı bir serüven gibi. Bazen yolunuzu kaybederken etrafın sihrinden kendinizi de kaybettiğiniz olur. Burasını anlatmak ayrı bir konu.

Çarşıya girmeden, Çemberlitaş önünden Sultanahmet Meydanı, Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Gülhane Parkı. Gülhane baharla birlikte çiçeklenmiş, lalelenmiş. Zaten ulu ağaçlarıyla yemyeşil bir cennet burası.  Şehir içinde nefes alınacak ender yerlerden. Buraya ayak bastığımda ilk önce aklıma Nazım’ın “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında, Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında” dizeleri geliyor. Ama niyeyse hiç ceviz ağacı da yok gibi. (Nazım’ın ne demek istediği aklımı kurcalıyor bu arada).Burayı yürüyüp geçmek ve sahile bakan kıyıdaki çay bahçelerinde bakır demliklerle getirilen çayı yudumlamak doyumsuz bence. Karşımızdaki enfes manzara ile onca yorgunluktan sonra bize en iyi gelen şey bu.

Parkın arka kapısından sahil yoluna çıkınca, surlardan sonra Sepetçiler Kasrı görülür. Topkapı Sarayı’nın Sarayburnu’ndaki iki kıyı köşkünden birisi ve sarayın kayıkhanesi olarak kullanılıyormuş, şimdilerde Yeşilay’a devredilmiş. Düğün dernek işlerinde kullanılıyor. Ancak bahçede bile sigara ve içki içmek yasakmış.

Nihayet Sirkeci ve tekrar vapurlar göründü, ama ayaklarım da artık pes ettiler. Aslında bu tam bir turistik gezi oldu. Ben ara sokakların karekteristik yaşamlarının içine girmek, eski evlerini fotoğraflamak isterken her yeri yürüyerek gezmek ne mümkün. Bir güne bu kadar sığdı.  

“Günahınla, sevabınla seni seviyorum güzel şehrim İstanbul”…

 

Şükran Okyay 

 
Toplam blog
: 249
: 3042
Kayıt tarihi
: 19.03.11
 
 

Doğup büyüdüğüm şehirde, İstanbul'da yaşıyorum. Emekliyim. Gezmeyi, görmeyi, keşfetmeyi sevdiğim ..