Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '06

 
Kategori
İstanbul
 

İstanbul'da yaşayabilme ihtimali

İstanbul'da yaşayabilme ihtimali
 

Yılmaz Erdoğan'ın çıkış şiiridir, 'Yaşayabilme İhtimali'; o, sevdiğinin, onu sevebilme ihtimalini, seviyordur, suni teneffüs saatlerinde... Şiir de bir şehirden de bahsedilmektedir, usul usul karbonmonoksit yağan bir şehirden, Ankara'dan...

Biz de bugün, bir şehirden bahsedeceğiz; şehirlerin şehrinden, İstanbul'dan.

Sanırım lise 1. sınıftaydım; Şirinevler- Mecidiyeköy (85- M) hattını kullanıyordum, okula gidip gelirken. İki ayağımızı birden yere bastığımız zamanlarda şanslı sayardık kendimizi ve mevsim ne olursa olsun, sırılsıklam olurduk araçtan indiğimizde.

Gömlekten, ito armalı, lacivert süvetere kadar geçen ve yünle birleşen o ter kokusu, burnumdadır hala. Aradan on yıl kadar geçti.

Filmlerde, birçok şeyin farklı olduğunun belirtmek adına, ekranın altına beyaz puntolarla yazılan ve başroldeki adamın o büyük işleri gerçekleştirmeden önceki sakin zamanlarını, çiftliğinde atlarıyla ilgilendiği yılları anlatan zaman dilimidir 'ten years ago'...

'Ten years ago',on yıl önce...

Şehri istanbul'da birçok şey değişti on yıl içinde;yeni kaldırımlar yapıldı, eskiyenlerin yerine, Camel Trophy ön elemeleri yapıldı, defalarca, İstiklal Caddesinde... Güzel şeyler de oldu, daha az güzel şeyler de... Yaşam şartları pek de iyileşemedi nihayetinde. Hala, ter kokuyor süveterler bu şehirde.

Büyükşehir belediyesi, yeni kavşaklar yaptıkça, yeni çocuklar yaptık biz de... Ve bu şehir bize yetmemeye başladı, mutfaktaki cezvede unutulan süt gibi, şehrin dışına 'taştık'... İstanbul demek zorunda kaldık, Fatih Sultan Mehmet'in hiç bilmediği yerlere...

Şimdi, kafamı kaldırım bakıyorum da yaşadığımız yerlere, yaşam alanlarımıza, birçoğumuz; dip dibe oturuyoruz, beton binalarda, o kadar yakın ki balkonlarımız, karşı komşunun kaşığıyla karıştırıyoruz çaylarımızı...

'Koşuşturma’ öyle bir sarıyor ki bizi; dürüstlük, tahammül, saygı her şey ayaklarımızın altında kalıyor; kendimizden ödünler verdikçe, ve ebeledikçe başka insanları, ödüller veriyor bize hayat! O kadar kalabalık ve yakınken bir o kadar da yalnız ve bencil oluyoruz böylece; çayımızı karıştırdığımızın kaşığın, sahibinin, adını bile bilmiyoruz.

En az, binalarımız kadar, çarpıklaşıyor ilişkilerimiz de...

İnsan; yeşilde, toprakta ve suda 'oluyor', tıpkı çayın yağmurda, mercimeğin sıcakta ‘olduğu’ gibi...

Akdeniz ikliminin, çaya yaşam olanağı vermedi gibi, bu şehir de bize yaşam olanağı vermiyor olabilir mi ?

Şehirlerin şehri İstanbul, bir ‘insan’ öğütme makinesine dönüşüyor olabilir mi?Zamanında, ömürlere, ömür katarken...

Herkesin, ‘insan’ olarak doğduğu bu toprakta - bir daha dönmeyecekler dışında- her gün kaç 'kişi' ölüyor.
Katil istanbul mu? Yoksa; yağmurda arabayı yıkamaya çıkan bahçıvan mı?

Ben, bugünlerde, kendime İstanbul’da yaşayabilme ihtimalimi soruyorum ve yaşayamadığım bir şehirde ölme ihtimalini!

Ben İstanbul’un, yeniden ‘insanbul’ olma ihtimalini seviyorum.

 
Toplam blog
: 25
: 764
Kayıt tarihi
: 30.08.06
 
 

22.09.81 İstanbul doğumluyum. 26 seneye, İstanbul'daki üç semti sığdırdım: önce Kocamustafapaşa, son..