Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '07

 
Kategori
İstanbul
 

İstanbul eskisi gibi olacak mı?

İstanbul eskisi gibi olacak mı?
 

Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçer iken kulağımda Due destini, çifte hayatların çifte kaderleri olacağını hatırlatıyor bana. Ben bu şarkıyı dinlerken ve boğazı geçerken rüzgarı bir hoş buyur eder idim... Koca deniz bir boş görünüyor... Sanki vapurlar gitmiyor, martılar uçmuyor, sigara durduğu yerde kül olmadan yanıyor...

Hava, kafayı kaldırıp sırıtacak kadar güzel... Ama güzellik birden göreceli bir kavram oluveriyor bana...

-İyi! Esiyor...

-Haa! Dalgalar?!

-Nasılsa geçmiyo yunuslar..

Boş yahu boş... Daha önce bakıp da keyif aldığım hiçbirşey aynı keyfi vermiyor... Şu İstanbul’un rengi (mavi-gümüş) bana bu şehrin sihirli olduğunun kanıtıydı... Alacalı gri bulutların arasından aniden çıkan güneş yukarda birilerinin bizle oynadığı bir oyundu... Parmaklarıyla bizi gösterip eğleniyorlar, gülüyorlardı sanki... Bu oyun bana da çok keyif veriyordu... Diyordum ki “Hadi bakalım...Eğleniyorsanız sorun yok..”

Şimdi neden o parmakların hedefi olamıyorum merak ediyorum... Ne kulağımdaki şarkı ne İstanbul ne de denizin kokusu bana keyif vermiyor bugün... Üstelik kapalı havaları da severim... Ya tam kapalı ya tam açık... Güneşi mafsallara buyur ederim... Aman da aman iliğim kemiğim ısınır... Yağmuru sevdiğimi zaten biliyorsunuz... Ama bugünlerde ne yağmur ne de güneş huzur veriyor bana...

Akşam vakti, artık müşterilerini ağırlamaya başlamış rengarenk ışıklarla süslü Boğaziçi Pavyonu bile güldüremiyor beni. Yüzüne sahtekar bir gülümseme koymuş, -mecburen- eğlenir gözüken, kafasında bin dert, müşterisini memnun etmeye çalışan bir hayat kadını gibi İstanbul bu aralar... Bakıyorum bakıyorum.. Sadece mecburiyet kalıyor aklımda...

Kimine göre bıkılmaz bu şehirden... Kimine göre gelindi mi dönülmek istenmez... Kimini kusar bu şehir, kimini içine alır... Neye göre kusar ya da neye göre içine alır bilinmez...O da şehrin esrarengizliğindendir...

Ne yana dönsen kadraja alacağın bir manzara vardır... Bir fotoğrafçı diğerine sorar.

”Biter mi?”


Diğeri cevaplar

“Biter mi abi allah aşkına...”

Bana neden bitik geliyor koca İstanbul artık bilemiyorum... Sağımda solumda gördüğüm Aşık yaşam formları neden gülümseme yaratmıyor yüzümde... Yoksa bunlarda aşk olarak gözüken semptomlar bende depresyon olarak mı gözüküyor... Mesela polenler bazılarına aşk bazılarına keder mi taşıyor... Bakıyorum, yazanlar da hep depresif bir durumdan muzdarip... Birbirlerine benzeyen hayatlar yaşayanlarda mı beliriyor bu hisler? Bir deli biz miyiz yani? Elalem aşk-meşk-hoppi-haydi-hep beraber derken, bizim gibiler, yüzümüze gülümsemeyen İstanbul’dan şikayet ediyoruz... (ya da başka şehirlerden)

Ben bilemiyorum dostlar... Hiç hayra alamet değil bu olanlar... Eski İstanbul’umu istiyorum ben... Yanımdan geçen herkesin yüzüne baktığım, üçüncü kez geçiyorsa selam verdiğim, günaydın dediğim, içinde olmaktan keyif aldığım, iş yerine bir nevi sekerek-zıplayarak gittiğim, güneşin varlığına da yokluğuna da sevindiğim, Boğaziçi Pavyonu’nun yanar döner ışıklarıyla dalga geçtiğim, oturup karşısına buz gibi bir bira içtiğim, hiç tanımadığım bir insana çok şık olduğunu söylediğim, kimsenin özünde kötü olmadığına inandığım, hiç bir mekanına ve nesnesine anlamlar yüklemediğim, sadece benim olan, benden başkasına ait olmayan İstanbul’umu geri istiyorum ben....

Not: Bu yazıyı okurken “Evanescence - My Immortal” takviyesi yapılması önerilir...

 
Toplam blog
: 82
: 1186
Kayıt tarihi
: 22.06.06
 
 

İstanbul'da yaşanan tüm aşkların, tüm ayrılıkların, tüm özlemlerin, tüm nefretlerin, tüm eğlenceleri..