Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Eylül '10

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

İstanbul İstanbulll

İstanbul İstanbulll
 

İstinye


Zaman izafidir demiş Şey Bey. Öyleymiş gerçekten de. Son bir haftadır İstanbul’daydım. Şey Bey ya da Şey Hanımın ortaya attığı izafiyet kavramı burada da hükmünü korudu. Bir gün içersinde onlarca yeri gezdiğimden olsa gerek an geldi sanki aylarca buradayım, an geldi yeni İzmir otobüsünden indim hissi ile boğuştum durdum.İzmir gibi sakinlik ve tekdüzelik şehrinden sonra İstanbul oldukça tempolu geldi.Tempo ve güzellik şehrinin neresinden başlasam ki, bilemiyorum. En iyisi İstanbul’un merkezi Taksim’den başlamalı. Burayı sanıyorum tüm İstanbullular seviyordur.

Zira herkesler burdaydı abicim. Herkesler derken tabii ki insan çeşitliliğiyle birlikte, kitapçıları, sokak müzisyenlerini, sergi salonlarını, kiliseleri, camileri, lokantaları, pastaneleri, meyhaneleri, çayhaneleri, giysi ve ayakkabı dükkânlarını kastediyorum. Atladığım varsa affınızı reca eder, saygılarımı sunarım.

Saygılarımı sunduktan sonra tünele giderim. Çünkü bu kadar eski bi ulaşım aracı ile yolculuk yapmak ben de hakikaten saygı uyandırıyor ne yapayım. Hele ki benim gibi tarihi eser, diye diye ölen biriyseniz, saygı duymayıp da ne yapacaksınız?

Bakın ama Eminönü’ne saygı duymam. Oraya karşı sempatim vardır. Hani o kargaşalığa, köprüde balık tutanlara, sırt çantalı turistlere, carıldak martılara, köprünün altından, köprüyü sarsarak geçen teknelere sempati ile bakarım. Köprü altı demişken, balık ekmek lokantalarına ise özel bi sevgim filhakika vardır demeden geçemiciim efendim.

Kendini ve mideni sev, sev de nereye kadar! Rabbena hep bana olmaz kardeşim. Git Yeni camiinin önündeki güvercinlere bi yem atıver de, kursaklarını doyur, aaa değil mi ama? Evet evet... güvercinlerin arasında bi de fotoğraf çektirmeyi asla ve kat’a unutmayınız efendim. Ayıp olur fena halde.

Hay allam ya, unutuyordum az daha. Bunu yazmazsam olmaz. Eminönü’de bi alt geçit var hani. Kargaşalığın ve curcunanın kolkola girip halay çektiği; Çin malı oyuncakların takla, göbek, parende attığı, satıcıların canhıraş bağırdığı, panik atak alt geçidi. –Oraya öyle diyorum- bir ay boyunca, günde beş kez geçseniz insanı panik atak hastası yapar bu alt geçit hafazanallah. Bereket ben yerli turist olarak bir ay kalmadım da, panik ataktan sıyırdık.

Herkesin İstanbul’u farklı farklıdır. Benim için tabii ki tek bi yer değildir ama, bunlar içinde Eminönü Çiçek pazarında gezmek, sonra çınaraltı çay bahçelerinde oturup, çay fırtlatmak olmazsa olmaz ritüellerimdendir.

Sonrası mı tabii ki Mısır Çarşısı’ndan binbir türlü baharatlara, kuru yemişlere bakarak, tadarak geçmek. Nerden gelmiş bu baharatlar? Çin’de mi, Maçinden mi? Valla sormadım baharatçı beyfendilere gıdalarınızın menşe şehadetnamesi neredendir diye? Oradan Tahtakale. Burada yok yoktur. Takıcılar, mutfak malzemeleri, bi ev için gerekli gereksiz ne varsa hepsi burada satılıyor. Ben bu seyahatim boyunca alıcı değil bakıcıydım.

Ordan Mahmutpaşa yokuşu. Kürkçü Han. İnsanın ayaklarının altı şişse de, dizlerimde derman kalmamacasına kadar yürürüz. Kapalıçarşı’yı sevenler derneği üyesi misiniz? Ben asli olarak üyesi değilim fakat fahri üyesiyim. Burada her gizli sokağa, antikacı dükkânlarına, otantik kumaşçıların vitrinine baktığım için bana madalya verdiler. İnanmıyorsunuz değil mi? Ben de yalan yok. Nappim şimdi yemin edecek halim yok ya. Aaaa ama kızdırmayaın adamın kafasını.

Buradan yürüye yürüye Beyazıt’a kadar geldikten sonra Sultanahmet’e doğru yürümeye başlarız.Sultanahmet Meydanı’nda her adım attığımda “kimbilir buranın altında ne alt geçitler, ne hazineler, ne tarihi eserler vardır” derim ve oldukça sakınarak adımlarımı atarım.Artık hal kalmadı.Birinci gün sonunda kaldığımız yer olan Baltalimanı’na gideriz.

Bi sonraki gün

Emirgan’dan 13.10 vapuru ile Boğaz’da zikzaklar çizerek Çengelköy’e kadar geldik. Burada hâlâ meşhur Çengelköy hıyarları var. Bereket ki nesli tükenmemiş. Buradan Üsküdar otobüsüne atlayıp Üsküdar’a geliyoruz. Yine vapur. Hazır vapurlardan bahsetmişken İstanbul’a yakıştıramadığım iskelelerinden bahsedeyim. Barakamsı iskeleler kurulmuş. Eminönü’nde de böyleydi. Koskoca İstanbul gibi bi şehre bu iskeleler… gerçekten hiç yakışmamış. Ne bileyim garibime gitti. Bi de içinden deniz akan yegâne şehir olan İstanbul’un trafiğinin hafiflemesi için daha fazla deniz yolunun işlemesi lazım gelir. Üstelik bu yıl da 2010 Avrupa Kültür Başkenti güya. Bari bu sene doğru dürüst düzeltseydiniz iskeleleri.
Eminönü’nden Emirgan’a son vapur 18.30 da. Tam çalışanların işten çıktığı saat. Öffff...

Nerde kalmıştım efendim? Hııımm Üsküdar’daymışız. Buradan yine Karaköy’e oradan Modern Sanatlara gidiyoruz. Burayı gerçekten çok seviyorum. Dinamik bi sergi salonu burası. Sürekli yeni yeni sergiler geliyor. Ve dolu dolu. Bu defa beni en etkileyense Hüseyin Çağlayan’ın sergisi ve video art gösterisi oldu. İstanbul’da oturuyor ve hâlâ bu sergiyi görmediyseniz sizi fena ayıplarım falla. Buraya kadar gelmişken “body worlds” sergisini de görmek istediysem de Nes Hanım, “ben o
sergiyi izleyemem kardeşim, istersen sen git” dedi. Ben de yalnız sergi izlemeyi sevmediğimden olsa gerek “hıkıdık mıkıdık” deyip Modern Sanatlardan ayrılmadan önce bahçedeki, hurda araçların fotoğraf sergisini de izledik öyle ayrıldık. Süperdi.

Buradan ver elini Dolmabahçe Sarayı. Burayı üç sene önce gezmiştim. Bakımsızlığından ötürü hayal kırıklığına uğramış, bu kez de bakalım bakım yapmışlar mı, yoksa aynı tas aynı hamam mı bi teftiş edeyim edasıyla, kuyruğa girdik. O da ne? Tam turistlerin yoğun olduğu yaz mevsiminde, işlek zamanda bahçe tadilatta. Toz falan kalkıyor. İçimizden ve dışımızdan epey söylenirken, sıra geldi. Müze kart geçmiyormuş iyi mi? İyi değil tabii ki kötü. Gezdiğim yere para bayılıp tekrardan girmeyeceğimizden buradan ayrıldık. Devletin kapsamında olan bu sarayda, müze kartın geçmemesi oldukça gıcıktı.

Sinirlerimizi Dolmabahçe’nin ağaçlı yolu dindirdi. İşte bu yolu çok seviyorum. Bu yolda yürümek bana zaman tüneline girmiş gibi hissettiriyor ve huzur veriyor. Eee arada da fotoğraf çekmeyi ihmal etmediğimizi söylemek isterim efendim.
Ordan Ortaköy’e geldik bile. Meydan’da soluklandık. Ortaköy’ün içinde de dolaştık falan filannnn.

Bi diğer sonraki gün

Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı Sarayı
Ayasofya’ya ilk olarak ilkokul yıllarında gitmiştim sanıyorum. Eee o çok eskidendi. Yakın zamanda üç sene önce. Buraya ilk geldiğimde inanılmaz büyülendim. Bu kadar büyük ve esrarengiz havası… bambaşka bi yer. İbadet yerleri böyle bişey işte. İnsanoğluna kendisinin ne kadar önemsiz ve geçici olduğunu hatırlatıyor.

Geçende geldiğimde onarım amacıyla kurulmuş iskeleler vardı. Bu kez önemli bi bölümü kalkmış neyse ki. Hele yukarı kata çıkan geçit yok mu? Sanki bana Ortaçağ dönemine doğru yol alıyormuşum gibi hissettirip tüylerimin diken diken olmasına sebep oldu.Zeminde yer alan işaretler falan çok enteresan. Dediklerine göre yeraltından gizli geçitle, Kınalıada’ya kadar gidiliyormuş. Altında hazineler v.s. Gizemli hava kendisini insana bi şekilde hissettiriyor. Pişşştt İstanbullular buraya da gitmediyseniz falla çok ayıp ediyorsunuz derim de başka bişi demem.

Sultanahmet camii ya da mavi camii. Buraya adım attığım anda ne kadar kalabalık olursa olsun yüceliği ile bana inanılmaz huzur veriyor. Koskoca bi sütunun dibinde oturup hayranlıkla camiyi izliyoruz. İki ibadethanenin karşılıklı birbirlerini seyrediyor olması, insanların din, dil, ırk ayrımı olmadan birinden çıkıp, diğerine girmeleri kültürlerin ve dinlerin birleştirici gücünü gözler önüne seriyor. –Hoş biri şimdi ibadethane kapsamında değil tabii ki, müze biliyoruz caz yapmayın.-

Topkapiii Sarayı. Buranın en çok bahçesini ağaçların altında oturmayı seviyorum. Sarayın emektarları kargalara selam çaktıktan sonra, terliklerimizi çıkarıp oturuyoruz. Sarayın hemen arkasında, zamanında yapılmış, lojmanlar var. Çelik Gülersoy tarafından restore edilmiş. Fakat bana biraz yapay bi restorasyon olarak geliyor.

Burada kutsal emanetleri, padişahların elbiselerini, hazine dairesini falan gezdikten sonra çıkıyoruz.Bi turist olarak asli görevlerimizi yerine getirmenin derin huzuru içinde Baltalimanı’na doğru yol alıyoruz.

Gezimiz elbette sonraki günlerde de devam etti. Güzel, tempolu bi geziydi. Amma velâkin bu kadar yeter diyerek yazımızı terk ediyoruzzz.

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..