Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Haziran '09

 
Kategori
İstanbul
 

İstanbul Sokakları

İstanbul Sokakları
 

İstanbul 2009 mayıs / ezgi umut


İstanbul'da yaşadınız mı hiç? Belki de çocukluğunuzun mutlu, gizemli, hüzünlü anılarında İstanbul sokaları vardır hep. Arnavut kaldırımı yokuşlar boyunca kuş olup uçmalar, düşmelerle paralanan dizler ve giysiler, nalları yokuşun kaygan taşlarında kayan incecik bacaklı sütçü atları, su servis eyleyen sakaların kemikleri sayılacak kadar cılız beyaz yeleli atları, omzuna dayadığı sopasının uçlarında asılı bakır tepsilerde nefis kaymaklı yoğurtlar servis eden gevrek sesli yoğurtçular, bir gün sizi o çok pis yağlı kocaman torbasına atıp çok uzaklara kaçıracağından korkutulduğunuzdan sesini duyduğunuzda hayatlara kaçtığınız esk'urbacılar, küfeleri ile sebze ve papatya servis eden yaşlı, genç şıpıdık terlikli basma elbiseli, yanık tenli radikacı teyzeler, yandaki boş arsaya yayılıp kapı kapı bakır çanak toplayan siyah bıyıklı yağlı fötr şapkalı erkekleri, ebemkuşağı rengi giysileri ile kelebekleri andıran kara gözlü kadınlarıyla, çingen kalaycılar, onlardan sonra arsaya yayılıp mahallelide ne kadar yastık, yatak ve şilte varsa pamuklarını atıp kabartan, ellerinde Robin Hood'un yayına benzeyen hallac denilen aletin adıyla çağrılan gezgin pamuk atıcıları, kışın odun kırmak için dolanan baltacılar, çıkınladıkları rengarenk çarşaf ve havluları satan bohçacı kadınlar, yanlarında taşıdıkları tuhaf tekerleki aletin pedalına basarken bir yandan da kıvılcımlar saçarak bıçakları bileyen gezgin bileyciler, çocuk arabalarından çevrilme ekmek tekneleri ile sabahın köründe yollara düşen Arnavut börekçiler, başlarında taşıdıkları yuvarlak tahta tepsilerde simit satan simitçiler, ayağını sürüyerek yürüyen bastonuna dayandığı anda gazeller, hüzünlü gazeller okuyarak yüreciğinizin bir yerlerini çizen nane şekerciler, sattıkları boza kadar koyu kıvamda sesleri duyulur duyulmaz yüzleri güldüren tenor bozacılar, saplı sepete doldurdukları balıklarla yokuşları tırmanan fakir balıkçılar, pazarlardan yüklendileri sebze meyve yükü altında uflaya puflaya yokuşları tırmanan hamallar, zavallı boz ayıcıkları burunlarındaki halkalardan geçen zincirlerle çekiştirerek oynatan altın dişli yırtık pırtık esvaplı ayı oynatıcıları, ellerinde torba kapı diplerine sine sine yürüyen kötü bakışlı -esrarkeş belki de- tombalacılar, at arabaları, şevroleler, resmi hizmete mahsus yeşil cipler, beyaz kolluklu tarfik polislerinin ayaklarını göremediğiniz için komiğinize giden beyaz silindirik polis noktaları, Beşiktaş takımını tutuyor sandığınız siyah beyaz damalı taksiler, ve kahverengi aba kumaşından giysileri ellerinde düdükleri, geceler boyu gezinen bekçi amcalar, kapısının önünde geceleri ufaktan çilingir sofralarının kurulduğu bakkal amcalar, içinde ödünüzü patlatan büyüklükte yani devasa kovuk ve sarıkların bulunduğu yatırlar, türbeler, pencerelerinden pembe ortancaların ve koyu pembe küpe çiçeklerinin fışkırdığı, giriş kapısı taktaklı, içerden demir çengel kollu, sürgülü camları parmaklıksız iki üç katlı evler ve çocuklar ...

Bahçelerde, sokalarda, boş arsalarda ve bostanlarda, eski yangın yerlerinde, sur içlerinde, Bizans sarayı kalıntılarında oynayan çocuklar ve oyunlar seksekler, ip atlamalar, yakar toplar, yağsatarım bal satarımlar, çevrilen çınçınlar, hayal şekillerden dünyalar kurduran kaleydeskoplar, içinde film parçalarının el ile çevrildiği dürbünümsü göz sinemaları ( ne denebilir başka) ve gizemli hikayeler ve sokaktan kaçırılan küçük kız AYLA...Ayla mıydı sahi adı? Sokağa çıkarken üç yeşim taşlı altın bileziğinizi çıkarttıran rahmetli anneanneniz. Takamayacağımız şeyleri neden alırlar...

Ve erik çiçekleri ve ağaçlar, kiraz ağaçları, eğri ıslak nemli duvarlarından kara yosunları ve papatyaların fışkırdığı, üzerinde sümüklü böceklerin bilinmeyen bir lisanın sözcüklerini yaldızlı nakışlarla işlediği, üzerinde gördüğünüz gizemli oyuklara birer yılan kral yerleştirdiğiniz, tepelerinde papatyalar açan yüksek duvarlar, herbiri şimdilerde yerle bir olmuş ya da onar katlı apartmanlara dönüşmüş gizemli duvarları bir zamanların.

Ve kuşlar binbir çeşit ve daireler çizerek uçan alıcı kuşlar, prensken kılık değiştirip kartala şahine dönüşmüş alıcı kuşlar... Ve bulutlar sokağa gölgesi düşen tombul bulutlar. Tek değişmeyen sanki onlar kaldı...bir de rüzgar. Benim İstanbul sokalarımdan hayal meyal bir kesitti aceleyle topraladığım. Başka bambaşka sokalar da anlatabilirim kuşkusuz. Bir ömre sığacak kadar çok çeşit çeşit sokalarım var benim, sanki başka hayatlar yaşanmışçasına. Bir ömrü doldurabilecek kadar çoklar. Blogda yazdıklarımsa çok ama çok eski sokaklarımdan, hayalet gemiler gibi artık şimdilerde var olmayan sokaklarımdan yansıyanlar. Ama siz bence "İstanbul Sokaları 101 yazardan 100 sokak" adlı YKY yapıtını da okuyun. Belki kendi sokağınızı bulursunuz içinde ve unuttuğunuz bir imgelem hologram gibi üç boyutlu olarak canlanıverir belleğinizden fışkırarak. Neden 101 yazar 100 sokak derseniz, aynı sokağı iki yazar da aynı sokağı anlatmış. Biz aldık da henüz okuyamadık kendi sokaklarımızı yazmayı bitirince okuyacağız artık.

ezgi umut
2009 haziran 27 Bu yazıyla ilgilenenler için aşağıdaki blogları da öneririm:

ESİNCE SAMYELİ

Islak Işıklar Şehri

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..