Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ağustos '20

 
Kategori
Güncel
 

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATMAZ

Türkiye’de son zamanlarda İstanbul sözleşmesine yüklenen aşırı siyasi ve ideolojik anlamlar bilimsellikten uzak tamamen feminizm baskın duygusal yaklaşımlardır.  Dünya genelinde sözleşmenin uygulandığı ülkelerdeki istatistikleri incelediğimizde sözleşmenin kerameti kendinden menkul bir proje olduğunu gayet net bir şekilde görülmektedir.

İstanbul sözleşmesi Türkiye’de 4 Mart 2012 tarihinde tüm partilerin 246 evet oyu ile mecliste kabul edilmiştir. Adeta kutsal bir metin gibi ışık hızıyla yasallaşmıştır. Sözleşmenin gündeme geldiği 2011 yılında aynı eş zamanda 6284 sayılı kanun çıkarılmış ve sözleşmeye meşru zemin önceden hazırlanmıştır. Birden bire hızla yayılan feminist ve eşcinsel gruplar tarafından hemen görücüye çıkarılmıştır.  Ama ne yazık ki o tarihten bu yana ne kadın şiddeti ne de çocuk istismarı %1 dahi azalmamıştır.  Aksine Sözleşme öncesi senede 100 civarında gerçekleşen kadın cinayetlerinin sayısı son yıllarda 500'e kadar çıkmıştır. Üstelik öldürülen kadınların büyük çoğunluğu 6284’e istinaden erkeklerin evlerinden uzaklaştırılması sonucunda öldürülmüştür.

Türkiye dünyada bu sözleşmeye balıklama atlayıp hiç bir çekince koymadan kabul eden ilk ve tek ülkedir. ABD,  Japonya, Kanada, Meksika ve Vatikan sözleşmeyi imzalamamıştır. Hatta 11 ülke, dini, kültürel, cinsel yönelim, gayri meşru nikâhsız birliktelikler gibi konulardan dolayı sözleşmeye çekince koymuştur.  Bulgaristan Anayasa Mahkemesi sözleşmenin Bulgaristan Anayasası'na aykırı olduğuna karar vererek 2018 yılında sözleşmeyi reddetmiştir. Hırvatistan sözleşmenin kadınları koruma adı altında çaktırmadan toplumsal cinsiyet ideolojisini dikta ettiğini ve bunun Hırvat aile yapısına aykırı olduğunu ifade etmiştir. Ekvator bu sözleşmenin içerisine saklanan  “toplumsal cinsiyet ideolojisini” aileyi yok etmeye yönelik bir araç olarak yorumlamış ve kınamıştır.

Sözleşmeyi incelediğimizde sözleşmesinin resmi gazetede yayınlanan 34 sayfalık metinde bir kez olsun aile kavramının önemine dair bir vurgu yapılmamıştır. Ancak “toplumsal cinsiyet” kelimesinin 24 kez üzerine basa basa geçmesi hayli şaşırtıcıdır.  Diğer yandan “ Toplumsal cinsiyet ideolojisini” üzerinde pek çok suçlama bulunan kötü şöhret sahibi Rockfeller ve Soros vakfı fonlamaktadır.

Bu yüzden sözleşmede 24 kez geçen “toplumsal cinsiyet kavramından ne kastedildiğini” gelin birlikte inceleyelim. Sözleşme toplumsal cinsiyeti “Kadınlar ve erkekler için toplum tarafından uygun görülen ve sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler anlamına gelir” diye tanımlamıştır. Yani sözleşme doğuştan biyolojik olarak gelen “kadın ve erkek” kavramını tek başına cinsel bir kimlik olarak kabul etmez. Her türlü cinsel sapkınlığı toplumsal cinsel ayrımcılık statüsünde değerlendirir. Bireylerin toplum içerisindeki cinsel rollerine kendi özgür iradeleri ile karar vereceklerini ve kimsenin bundan dolayı onları eleştirmeye dahi hakkı olmadığını sürekli vurgular. 

Acaba amaç olarak kadın erkek eşitliği ve kadına şiddet ile alakalı çıkarılmış bir sözleşme neden eşcinsel haklarını böylesine korumaktadır?

Peki sözleşmenin toplumsal cinsiyet ideolojisi ile koruma altına almak istediği yeni cinsel kimlikler nelerdir, gelin bir de onlara bakalım:   L- Lezbiyen; kadın kadına cinsellik demektir. G- Gay; erkek erkeğe, B-  Biseksüel; hem kadın hem erkekle birlikte olmak demektir. T-Transseksüel, fiziki olarak cinsiyet değiştirmiş kirşlerdir. Q-Questioning, yani cinsel kimliğini arayan kişilerdir.  A-Aseksüel, cinsel kimliği olmayan kişilerdir. İşte İstanbul sözleşmesi tüm bu sapkın cinsel tercihleri “dinsel, ahlaksal, kültürel, ırksal”  tüm düşünce ve fikirlerden daha üstün görerek her fırsatta bunları insanlığa zorla kabul ettirme sancısı çekmektedir.

 Yukarıda saydığımız tüm bu sapkın yaklaşımların baş harflerini yan yana yazdığımızda bu sözleşmenin asıl desteklediği ve yücelttiği “LGBTQ”  örgütünün ismine görüyor olmamız da hiç şaşırtıcı bir durum değildir. Zira bu sözleşmeyi fonlayan Soros ve Rockefeller LGBTQ’nun da sağlam sponsorudur.  Acaba her geçen gün LGBTQ isminin yanına başka hangi harfler eklenecektir?  Elbette görünen köy kılavuz istemez. P- Pedofili, çocuk tacizcileri;   I-infantofili, bebek tacizcileri;  Z-Zoofili; hayvan tacizcileri; N- Nekrofili, ölü tacizcileri de bu harflere eklenecektir. Diğer yandan LGBTQ örgütü o harflerinin yanına bir de ( + )  sembolü koymuştur.

LGBTQ+

Yani (+) sembolü de artık sizin hayal gücünüze kalmış bir meseledir. Artık birlikte olduğunuz partnerinizi canlı canlı yer misiniz yoksa gömer misiniz tamamen sizin fantezinize kalmış bir durumdur. Ama sakın merak etmeyin sizin birilerini yeme hakkınızı bile koruyacak bir İstanbul sözleşmesi mevcuttur. İşte oradaki  (+) işareti de bunu temsil etmemektedir. Kendini o +’nın içinde hisseden herkese bu örgüte giriş serbesttir.

İçimizdeki bazıları bu sözleşmenin uygulanmadığı için başarısız olduğunu dile getiriyorlar. Aynı eş zamanda bombardıman halinde tecavüz, çocuk istismarı, linç, cinayet, hayvan katliamı örneklemelerine maruz bırakılıyorlar. Ama kimse kendine şunu sormuyor, madem bu sözleşme yaşatır, neden 2011 yılından bu yana bu hadisler katlanarak devam ediyor? Neden Finlandiya’da, Belçika’da, hatta pek çağdaş İsveç’te bile başarılı olamıyor.

Bugün sözleşmenin en mükemmel şekilde uygulandığı ülkelerdeki istatistiklere baktığımızda sözleşmenin kadınları yaşatmadığı, tecavüzleri azaltmadığı,  bilakis toplumsal ayrımcılığı artırdığını,  fuhşu ve gayri meşru yaşamı beslediğini, aşırı feminist söylemleri destekleyerek kadın erkek arasındaki uçurumu giderek açtığını görüyoruz.

Örneğin, dünya sağlık örgütün istatistiklerine göre;  dünyada en çok kadın cinayeti sıralamasında,  1 milyon kişi başına;  72 kadın maktulün düştüğü Guatemala birinci sıradadır.  Onu 42 kadın maktul ile Brezilya takip eder. Rusya 32, ABD’de 22 maktulle yüksek bir cinayet seviyesindedir.  Türkiye ise milyon başına 5 kadın ile “Almanya, Hollanda, Norveç, İsveç, İspanya” bantındadır.   İsrail ve Ermenistan’da bu sayı 7,  Belçika ve Avusturalya’da ise 8’dir. Aynı şekilde dünyada en çok kadın şiddeti Avrupa ülkelerinde gerçekleşmektedir. Her 20 kadından bir tanesi tecavüze uğramaktadır. Başı çeken İngiltere’de sadece bir yılda tacize uğrayan kadın sayısı 46 bin 465 sayısına ulaşmıştır.

Danimarka ve Belçika’da ise bambaşka bir dünyadır. Türkiye’yi adeta mumla aratır. Bu ülkelerde kadına tecavüz neredeyse suç olarak nitelendirilmemektedir.  Örneğin 2017’de Danimarka’da 25 bine yakın taciz ve tecavüz vakası yaşandığını, bunlardan sadece 535'inin mahkemelerce dava olarak kabul edildiğini ve 94 saldırganın ceza aldığını bildirmiştir. Çocuklara yönelik şiddet ve cinsel içerikli yayınlarının 2016 yılı rakamları incelendiğinde ise, Hollanda’nın tüm cinsel sapıklıklardan olduğu gibi çocuk istismarında da başı çekmektedir.

İşte İstanbul sözleşmesinin en iyi şekilde uygulandığı Avrupa ülkelerinde durumu budur. Bu sebeple yeniden söylemek isteriz ki, İstanbul Sözleşmesi gerçekten kerameti kendinden menkul bir sözleşmedir.

Şimdi gelin İstanbul sözleşmenin bazı maddelerine birlikte bakalım. Örneğin Madde-1 /b ‘de  “…kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak” amacından bahsetmektedir.   Ancak eşitlik kavramını tanımlanmamıştır. Bunun nasıl bir eşitlik olduğu meçhuldür.  Mesela 4 tane elma 4 tane hıyara eşit midir?  Elmalar hıyarlarla eşit oldukları için elmalar hıyarlara elmaymış gibi mi davranacaktır. Ya da hıyarlar elmalara kendilerine elmaymış gibi davranılmadığı için elmaları bir koşu gidip sebze ve hal cumhuriyetinin mahkemelerine mi şikâyet edecektir?

Aynı şekilde madde-III/f’de  “  ‘kadın’  terimi, 18 yaşından küçük kızları da kapsayacaktır”  diyerek,  2 yaşındaki bir bebeği dahi kadın olarak tanımlamıştır.  O zaman 13 yaşındaki bir kız çocuğu, babası tarafından kıyafetleri konusunda, arkadaşlık ettiği kişilere dikkat etmesi konusunda, hatta cinsellik konusunda uyarıldığında bu baba bu sözleşmeye göre gelenek ve kültür tabanlı bir şiddet mi uygulamış olacaktır. Acaba 18 yaşından küçük kız çocuklarının evlendirilmesi konusunda çocuk gelinler diye ortalığı birbirine katan feminist gruplar, aynı çocukların cinsel partneri olmasını sinsi sinsi desteklemekte midir?  Acaba bu pedofilinin yolunu açmanın yeni bir oyunu yeni bir yolu mudur? Acaba 13 yaşındaki kız çocuğu kendisine müdahalede bulunan babasını 6284’e göre bir koşu gidip polise muhbirleyecek midir? Evet aynen öyle olacaktır ve olmuştur. Kızını bir erkekle evinde aynı yatakta yakalayan baba kızına bir tokat atınca, kızının şikâyeti üzerine ceza yemiştir  (  Bakınız: https://www.haberturk.com/gundem/haber/965466-kizini-yatakta-erkekle-yakalayinca)

İstanbul sözleşmesinin genelinde şiddetin tek failini erkek olarak vurgulamaktadır.   Şiddetin tanımını yaparken de şiddeti sadece fiziksel değil “ekonomik ve psikolojik”  şiddet olarak da ayrı ayrı sınıflandırmıştır. Oysa yapılan istatistiklerde karıları tarafından öldürülen erkeklerin sayısı da hiç azımsanmayacak kadar çoktur.

Sözleşme her açıdan ırk,din,kültür ve geleneği tamamen devre dışı bırakmış, erkeklerin her ne sebeple olursa olsun bunlara dayalı tavsiyelerini dahi psikolojik şiddet çatısı altında sınıflandırmıştır.  Bu şiddet sadece kadınlara değil toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında tüm eşcinsel bireyleri de kapsama almıştır.  İşte Ankara barosunun diyanetin Allah’ın eşcinsellere lanet konusundaki ayetlerini okumasını bir insanlık suçu gibi lanse etmesi de bu sözleşmenin bir sonucudur.

Sözleşmenin mahsulü 6284 sayılı kanun, bir erkeğin sadece iki ay evli kaldığı kadına ömür boyu nafaka ödemeyi emretmektedir. Acaba bu kadına pozitif bir tavır mıdır yoksa düpedüz bir erkek zulmü müdür. Aynı şekilde erkeğin beyanı esas kabul edilen bir kadın tarafından sadece bir telefon ile evinden uzaklaştırılması,  kadının kirasını erkeğin ödediği eve sevgilisini alması, acaba nasıl bir kadın pozitif yaklaşımdır?  Devlet burada ne yapmayı planlamaktadır? Eşinden boşanan bir kadının nafaka artırma mahkemesine nişanlısı ile gelmesi de buna en güzel örnektir ( Bakınız: https://www.haberturk.com/nafaka-artirimi-istedi-durusmaya-nisanlisiyla-geldi-2141845)

 

iSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATMAZ ÖLDÜRÜR-2


İstanbul sözleşmesi kerameti kendinden menkul bir sözleşmedir. Aileyi ve erkeği şiddet ve tacizin merkezi olarak görmektedir.  Kadın ve erkeği birbirilerine rakip olarak gösterip aralarındaki uçurumun artmasına sebebiyet vermektedir.  Sadece fiziki değil, kültürel,  toplumsal ve inançsal değerlerle yapılan her türlü eleştiriyi, kadına ve eşcinsellere yapılan bir şiddet kategorisine sokmaktadır. Aynı zamanda tüm bunların cinayetlerin tek sebebi olduğunu dikta etmekte, fuhşun, alkolün,  gayri meşru hayatın cinayetler üzerindeki katlayıcı etkisini görmezden gelerek bu seküler yaşamı örtbas etmektedir. Acaba kadın şiddetine vurgu yapan bir sözleşmenin içerisine sinsice eşcinsel ayrımcılığını, toplumsal cinsiyet eşitliği ideolojisinin sokuşturulmuş olması nasıl bir ifsat, nasıl bir fesatlıktır?

 

Oysa şiddet ve gayri meşru hayat arasında bir bağ olduğu gibi, alkol arasında da yakın bir ilgileşim vardır. Mesela Avusturalya suç enstitüsü 2000-2006 yılları arasında gerçekleşen bütün cinayetlerin %47’sinin alkol etkisinde işlendiğini raporlamıştır. Aynı şekilde bütün eş/sevgili cinayetlerinin %44’ünün alkol etkisi ile işlendiği belertilmektedir. Bir başka ülke Finlandiya’da bütün cinayetlerin yaklaşık %65’inin, İngiltere’de şiddet suçlarının %47’sinin direk alkolle alakalı olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak araştırmalara göre erkeğin kadına fiziksel şiddet uygulaması alkol alındığı günlerde 8 kat daha fazladır. Şiddetin dozajının artma ihtimali ise 11 kat daha fazladır.  Ancak sözleşme tüm cinayet ve şiddetlerde erkeği hedef almakta, toplumsal ve sosyolojik diğer sebepleri tamamen göz ardı etmektedir

Türkiye İstatistik Kurumu, 2019 yılına ilişkin evlenme ve boşanma istatistiklerini baktığımızdaysa evlenen çiftlerin sayısı 2019 yılında bir önceki yıla göre yüzde 2,3 azalırken, boşanan çiftlerin sayısı yüzde 8 artış göstermiştir.  Bu istatistiklerden ve örneklerden anlaşıldığı üzere Türkiye’ de evlilik oranları hızla azalırken boşanmalar da katlanarak aile yapısı hızla çözülmeye gitmektedir. Küresel dünya baronlarının da istediği tam olarak budur.  Zira sözleşmenin hiçbir maddesinde aile yapısını korumaya, geliştirmeye ve sorunları çözmeye yönelik yaklaşımlara yer verilmemiştir. Karım koca arasındaki en ufak tartışma hemen mahkemeye götürülmekte, alelacele erkek evden uzaklaştırılmakta, bunun sonucunda da taraflar arasında husumet artırılmaktadır. Ama buna mukabil devlet ne uzaklaştırma sürecinde ne de boşanma aşamasında kadın cinayetlerini engelleyememektedir. Üstelik mahkemeye gitmeden konuyu çözme müessesesi olan arabuluculuk devre dışı bırakılarak, adeta aile ifsata ve iflasa sürüklenmektedir.

Özetleyecek olursak İstanbul sözleşmesi erkeğin aile içerisindeki koruma ve gözetme rolünü kabul etmemektedir. Ataerkil aile yapısına karşıdır. Bu yüzden evin reisi erkektir kavramı Türkiye kanunlardan çıkarılmıştır. Aile, namus, ırz, anane, günah, sevap gibi kavramlara asla yer yoktur. Hatta bunları toplumsal cinsiyet eşitliği önündeki en büyük engel olarak görür.  Neredeyse erkekleri tamamen devre dışı bırakılarak kadınların sperm bankalarından aldıkları spermle çocuk yapabilmelerini, erkeğe hiçbir şekilde danışmadan kürtaj yapabilmelerini bir kadın hakkı olarak görür. Bu yüzden de kadın ve erkek rolleri eşitlik paradoksu altında tahrip edilerek dejenerasyona uğratılmış, adeta kadınlar kocalarını ihbar eden birer muhbir haline getirilmiştir.  Bunların her biri cinayetin gerekçesi olmasa da nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır.   

Bu sözleşme sayesinde çok uzun süre Türkiye’de hareket kabiliyeti bulamayan LGBT daha aktif hale gelmiş, adeta her türlü sapkınlık normalleştirilmeye çalışılmış, 18 yaşının altında çocuklar dahi kadın kategorisine sokularak pedofili sözleşme eli ile meşrulaştırılma yoluna sokulmuştur.

Kadınların büyük çoğunluğu 6284 yasaya istinaden eşlerini evden uzaklaştırdıktan sonraki süreçlerde öldürülmektedir. Üstelik bu uzaklaştırmaların çoğunun sebebi fiziksel şiddet değil psikolojik şiddettir. . Zira bir erkeğin eşinin yaptığı yemeği beğenmemesinden tutun da cinsel birliktelik için baskı yapması dahi şiddet kapsamında değerlendirilmekte ve şikâyet durumunda erkek uzaklaştırma almaktadır. Oysa bu sadece kadına verilmiş bir haktır. Kadının da erkeğe psikolojik baskıları söz konusu olmaktadır ama erkek hiçbir şekilde bu sözleşmede muhatap alınmamaktadır.

Sözleşmenin ana temalarından birisi de kadının beyanı esastır temasıdır. Bu kurala göre erkek kadının bir şikâyeti ile her hangi bir delile gerek kalmaksızın hemen evinden uzaklaştırılabilir. Bu uzaklaşma esnasında evin kirasını erkek ödeyerek tüm masraflarını karşılar, hatta kadın bu süreçlerde istediği kişiyi evine alabilir ama erkek buna asla karışamaz, buna kadının aşığı da dâhildir.

Yine 6284 sayılı kanuna göre, erkek sadece iki ay evli kaldığı bir kadına ömür boyu nafaka ödemeye mahkûm edilebilir ve edilmektedir: Hatta bu kadın daha boşanmadan dostu ile aşk yaşayabilir, ama erkek asla kadının 1 metre yanına yaklaşamaz. Kadın mahkemeye aşığı ile gelip erkekten nafakayı hamuduyla koparabilir.  Ama erkek buna azı göstermeli susmalıdır.

İşte bu ve benzeri aşırı derece kadın pozitif yaklaşımlarda kantarın topuzu öylesine kaçmıştır ki aile yapısı artık geriye dönülmeyecek derecede zarara uğratılmıştır.  Erkekler adeta bu sözleşmenin maddeleri ile kurulmakta sonuç olarak da toplumdaki şiddet giderek yükselmektedir. Öyle ki sözleşmeden önce 100 civarlarında gerçekleşen kadın cinayetleri neredeyse 500 sayısına dayanmıştır.

Sonuç olarak bu sözleşme kümesten tavuğu çalıp sahibi ile ağlayan bir tilkidir.  Tilki de küresel sermaye baronlarıdır. Bu sözleşme yaşadıkça, kadınlar öldükçe, kadın hakları ve feminist gruplar, LGBT gibi sapkın guruplar Avrupa Komisyonu tarafından daha çok fonlanmaktadır. İşte bu fonlar kadın cinayetlerinden de çocuk istismarlarından da daha önemlidir. Sonuçta kimse kemirdiğinden vazgeçmek istemez.  Tabi bunları fonlayanların da asıl amacı; ahlaka, dine, milliyete, kültüre ve namusa dair tüm değer yargılarını ortadan kaldırmaktır. Böylece hiçbir aidiyeti olmayan toplulukları daha kolay köleleştirebilirsiniz.  Bu baronlar bu sebeple dünyanın her yerinde korku imparatorlukları kurmakta, insanları virüsle, aşıyla, çiple, lazerle, gıda terörü ile,  kanunlar ve sözleşmelerle kontrol altına tutmaktadır. Bunu yapmanın sosyolojik ve psikolojik yolu da İstanbul sözleşmesi gibi aşırı feminist hareketlerle, LGBT gibi sapkın örgütlerle aile ve evlilik müessesini tamamen ortadan kaldırmaktır. Zira siz aile babasını evden uzaklaştırırsanız ailenin yapısını bozarsınız.  Aileyi başsız, kontrolsüz, güvencesiz bırakırsınız.  Altı ay uzaklaştırmadan sonra eşler arasındaki duygusal ve fiziksel bağ tamamen zayıflar.  Siz o aile babasını çocukların gözü önünde polis ile evden atarsanız o çocukların babalarına saygısını yok eder cinayetleri teşvik edersiniz. Siz toplumsal cinsiyet eşitliğini dikta ederseniz LGBTQ isminin yanına yeni sapık harfler eklersiniz. Siz aileyi kabul etmez nikâhsız birliktelikleri desteklerseniz evlilik dışı ilişkilerden doğmuş çocukları pedofilinin kucağına atarsınız. Savrulmuş ve başıboş kalmış ailelerin çocuklarının eşcinsellere evlatlık olarak peşkeş çekilmesine neden olursunuz. Böylece Almanya ve Hollanda da olduğu gibi pedofiliyi devlet eliyle meşru hale getirirsiniz.  Tüm bunların sonunda da özgüveni eksik, aidiyetsiz, kimliksiz, seks bağımlısı, ruhsuz ve amaçsız kocaman zombi bir toplum oluşturuşunuz.

İşte bu yüzden biz her fırsatta İstanbul sözleşmesi ve onun jandarması 6284 no'lu kanun yaşatmaz, aksine daha çok öldürür demekten asla vazgeçmeyeceğiz. İnsanı ancak tatmin edilmiş vicdanlar yaşatır. Allah korkusu yaşatır. Aidiyet duygusu yaşatır. İnsanı ancak sevgi, saygı, iman yaşatır. 

 Kerameti kendinden menkul karışık ve bulanık bir sözleşme yaşatmaz.

 

Yolunuz ve bahtınız açık olsun.

 

BİLGEHAN

 
Toplam blog
: 35
: 4626
Kayıt tarihi
: 15.01.13
 
 

İzmir doğumluyum, İstanbul'da yaşıyorum. Şirketlere, ' insan kaynakları ve bilişim teknolojileri'..