Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '16

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

İstanbul'u, "gözlerim kapalı" dinliyorum; ama "gözlerim açık" geziyorum...

İstanbul'u, "gözlerim kapalı" dinliyorum; ama "gözlerim açık" geziyorum...
 

Yedi nazlı tepeye serpilmişsin...Kainata göz kırpar eğlenirsin...


İSTANBUL'U "GEZMEYE" VE "DİNLEMEYE" BAŞLAYALIM...BAŞLAYALIM AMA, NEREDEN BAŞLAYALIM?

İstanbul'u yakından tanıyamamış, onun havasını soluyamamış, denizinden gelen iyot kokusunu içine sindireme şansını elde edememiş, "bir gün belki ben de görürüm" diyen yabancıların ve kendi insanımızın hayallerini süsleyen bu güzel şehri adım adım gezmeye başlayalım...

Hem gezelim ve hem de gözlerimizi kapayarak onu dinleyelim... Bakalım neler göreceğiz ve kulaklarımızda neler çınlayacak?

Gezelim de... Nereden başlayalım?

Her tarafı tarih kokan, doğa güzelliklerinin tümünü içinde barındıran, mavi ve yeşili böylesine güzel kaynaştıran bu şehre nereden giriş yapalım?...

*

Fatih Sultan Mehmet'in yaptığı gibi Bizans surlarını delerek mi, girelim İstanbul'a?..

Yoksa Karadeniz tarafından deniz yolu ile gelip, bir rakkase gibi kıvrım kıvrım kıvrılan Boğaz'dan geçerek mi?

Ya da, bu şahane şehri uzaktan ve geniş bir açıdan görmemize fırsat veren Marmara'dan mı?

İsterseniz bu üç ayrı yerden de girebiliriz...

Şimdi, içinizden, "kardeşim bu şehrin Anadolu(Asya) tarafı yok mu, oradan girsek olmaz mı?" dediğinizi duyar gibiyim...

Haklısınız, olmaz olur mu?... Ama, ben bu yakada doğdum; o yakayı pek bilmem ki?... Eksik anlatırsam İstanbul'a haksızlık ederim... Onu incitmek istemem.... Orasını da, o yakayı bilen biri anlatsın...

*

En iyisi, biz, Turist rehberlerinin pek tercih etmediği; ama, içine girmeden önce, İstanbul'u uzaktan ve geniş bir açıdan görmek için Marmara'dan başlayalım...

Fakat, daha İstanbul'a yaklaşmadan, sağınızda görülen ve Bizans döneminde ceza alan ünlü kişilerin sürgün edildikleri, tarihi adı ile Prens Adalarının (başta Büyükada, Heybeli, Burgaz adaları olmak üzere toplam 9 ada) her birinden kulağınıza gelen "Ada sahillerinde bekliyorum" çağrısına uymak gelir içinizden... Gözlerinizi kapar, derinlere dalarsınız...

Hele hele, "Yine bu yıl ada sensiz" nağmeleri, yalnızlığın ve özlemin sızlanışını hatırlatır size...

"Adanın yeşil çamları aşkımıza yer olsun / ne çare ayırdı felek kalplerimiz bir olsun..." şarkısı ile adalarda başlayan ümitsiz bir aşkın hüznü sarar benliğinizi...

"Biz Heybeli'de her gece mehtaba çıkardık / Sandallarımız neşe dolar zevke dalardık" şarkısının sözleri kulaklarınızda çınlar ve gözleriniz kapalı o anları yaşamış gibi olursunuz...

Sedef adası, Büyükada ve Kınalı adayı solunuzda bırakıp geçerken, onları görmediğiniz için biraz üzülürsünüz  ama, Kadıköy'e yaklaşırken uzaktan gördüğünüz Çamlıca tepelerinden  gelen şu nağmeler, sizi Çamlıca'nın o güzelim eski bahçelerine davet eder...

"Sazlar çalınır Çamlıca'nın bahçelerinde / Bülbül sesi var şarkıların nağmelerinde..."

Siz, Çamlıca'nın o güzelim bahçelerinde, bülbül sesleri ile şarkı nağmelerinin birbirine karıştığı hayal aleminde tam kaybolmak üzereyken, başka bir yerden kulağına gelen şu nağmeler sizi tatlı bir huzur için Kalamış'a çağırır...

"İstanbul'u sevmezse gönül aşkı ne anlar

Düşsün suya yer yer erisin eski zamanlar

Yok zerre teselline gülüşten ne bakıştan

Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış'tan..."

*

Daha bitmedi...

İstanbul'a girmeden, Kız Kulesi'nin arkasında saklanan Üsküdar'ın "durun bakalım, nereye gidiyorsunuz?" diyen sesini duyar gibi olursunuz...

"Ben de İstanbul'um. İstanbul'a giden yol benden geçer" diye seslenir, size...

"İstanbul'dan Üsküdar'a bir yol gider / Hanımlara deste deste gül gider" diyerek, İstanbul'un iki yakasını ne güzel de birbirine yaklaştırır ve kaynaştırır; yaptığınız hatayı yüzünüze vurur gibi... Biraz yüzünüz kızarır bu uğramadan geçişiniz yüzünden...

Eğer, Üsküdar'ın da hatırını kırmamak için onu da gezmek isterseniz bulutlu havayı seçmeyin... Yağmur'a  yakalanabilir, eteğiniz /  ayakkabılarınız  çamurlanabilir...

"Üsküdar'a gider iken aldı da bir yağmur / Katibimin setresi  uzun eteği çamur" şarkısında olduğu gibi...

*

Bu uzaktan ve geniş açılı seyirde, gözünüze ilk çarpanlar, birbirlerine kafa tutarcasına; ama bir yandan da içten gelen bir saygıyla bakan Ayasofya Kilisesi(camii) ve Sultanahmet Camii'nin, "haydi gelin, sizi bekliyoruz" diyen sesini uzaktan duyar gibi olursunuz...

Sarayburnu'nu dönerken, sağınızda, hakkında anlatılan ama hangisinin doğru olduğu pek bilinmeyen hikayeleri ile ünlü Kız Kulesini geride bırakırken, başınızı sola çevirdiğinizde ise, Osmanlı Tarihi'nin siyasi, sosyal ve kültürel yaşamının merkezi olan ve bütün Boğaz'a hakim Topkapı Sarayı'nı görürsünüz...

Tam karşınızda ise, "İstanbul'u gezmeden önce bana gelin ve bu şehrin güzelliğini benden seyredin" diyen ve Bizans döneminde Galata semtinde yerleşen Cenovalıların inşa ettiği Galata Kulesi size göz kırpar...

Başınızı biraz sola kaydırırsanız, Galata Köprüsü'ne yanaşmış ve Boğazın kıvrımlarını dolaştırarak başınızı döndürmek için, düdüklerini çalarak sizi çağıran vapurları görürüsünüz...

Zaman, bir namaz vakti ise, Eminönü'ndeki Yeni Camiinden inanları ibadete çağıran ezan sesi, size hoş ama kutsal bir nağme gibi gelir...

İsterseniz, caminin hemen yedi-sekiz adım ötedeki kapıdan, yerli ve yabancı gezenlerin görmeden ve alışveriş yapmadan edemedikleri Kapalı Çarşı'ya giriş yapabilirsiniz... Ama, çarşı içinde kaybolursanız karışmam...

Bu arada, gezen bayanlar içim bir uyarım var... İstanbul içinde dolaşırken yanınızda, arkanızda, önünüzde; "Kız sen İstanbul'un neresindensin?" diye bir ses duyarsanız sakın alınmayın ...Kızmayın. Çünkü bu sesleniş,  İstanbul'un güzelliği ile güzel kızlarını eşleştiren bir şarkının sözleridir...

cdenizkent

 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..