Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '12

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

İstanbul'u anlat bana

İstanbul'u anlat bana
 

Saat 5 gibiydi eve geldiğimde. Gelip beni alacaktın. Bir gün önceden ne giyeceğimi çoktan planlamış ayakkabı seçiminde karar verememiştim. Hızlıca çıktım merdivenleri. Anahtarım çantamda her zaman koyduğum yerde değildi,hem merdivenleri çıkıyor hem çantamda anahtar arıyordum. Kapı aralığına sıkıştırılmış notu(nu) buldum, kapıyı açmaya yeltenirken.

"Kara kız;
Seni görmesem daha iyi olacak;
Kısacık zamanlara sıkıştırmaya çalıştığımız anlar kalıyordu bize…
Bu bir iki saat zaman beni yoruyor …
Kırılıyorum...
Birbirimize ısınamıyoruz bile...
Isınamadığımız için doğru dürüst sohbet de edemiyoruz...
Sen tren oluyorsun en karasından, ben bakıp duruyorum sana...
Uzun zamanlarımız olur belki bir gün...
Ben göbeğimi uzatırım güneşe doğru... Sen yanı başımda uzanmış seni heyecanlandıran satırlar okuyor olursun bana...
Belki... " yazmıştın!

Seni beklerken; bırakıp gittiğini anladığım gündü Dündü!

Elimde notun, bazen uyuyakaldığım salonumdaki yeşili griye çalmış L koltuğa oturup kalmıştım. Dışarıda sen(sizlik). Hava yokluğunu bağırıyordu. Güneş, bulutların arasına kaçmış, verecek cevabı yoktu. Ayın üstüne oturmuş Eros, oku ve yayını eline almış, hata okunda mı, yayında mı anlamaya çalışır gibi beni görmezden geliyordu.

Tüm gece… Seni ne kadar yorduğumu düşünmeye çalıştım. En çok, bir kadeh şarabın yorduğu kadar diye cevaplardım bana sorsaydın.

Baş ağrısıyla uyuyup, uyanamayacağımı düşündüğüm zamanların sabahındaydı. Senin olmadığın zamanlarda, varlığını düşünmeye çalıştığım yokluk anlarındandı. Bilinmedik bir hüzün vardı içimde, bir gariplik. Anladım ki, ya ben fazlaydım bu şehirde ya da biri eksik.

Sesini yanıma arkadaş yapmış, seninle birlikte yolculuk ediyordum.

“Cem Karaca’nın şarkısında dediği gibi, bana İstanbul’u anlat” demiştin !

İstanbul… Sisli boğazı, yapayalnız kalan kız kulesi, yeşiller arasından fışkıran apartman bozuntularında, dağlarına bahar gelmişti memleketimin. Ama sen yoktun.

Hayat hep bize eksiler yazadursun, sensiz zamanlara doğru yol alıyordum. Boğaz köprüsü bacaklarını ayırmış Madonna gibi, sisli denizin üstünde, kıvrıla kıvrıla uzanıyordu önümde. O hiç vazgeçemediğim manzarasına bakarken, sen şiirler okuyordun bana. Şiirin İstanbul ile sevişiyordu en şehvetli biçimde.

Uzakta görünüyordu kız kulesi ya… Fırtınada deli dalgalarla boğuşmuş bir geminin sakin limanı olmak ister gibi ortada öylesine boynu bükük duruyordu. İçinde barındırdığı efsenevi hikayeleriyle ve tüm yıllanmışlığıyla.

Yol boyu açan akasya çiçekleri, yeni başlayan her aşka alkış tutar gibi salınıp tüm kokularını salıyordu etrafına. Eros'un oku batmıştı k.mıza bir kere. Hem de tam da bir bahar mevsiminde. Ya da aşktan mı bahar görüyorduk her tarafı acaba? Mevsimlerden sonbahardı da, biz mi baharı yaşıyorduk.

Değildi. Dağlarına bahar gelmişti memleketimin. O bir sürü insanı yutan, milyonlarca hikayesi olan şehrin dalları yeşermişti; tıpkı benim içim gibi. Trafiği bile çekilir bir haldeydi bu özlemle. Ben o özlemleri yaşarkendi, notunun elime geçişi.

Bir ince kırılma noktası. Her şeyi yıkıp gidecek. İsyan edecek duygularla bezeliydim, baştan ayağı.

İçimde dolanan kanın, her bir damlasını akıtacak, bir kesik acısı yüreğimde…

http://www.youtube.com/watch?v=lLaX93RCql4&feature=related

 
Toplam blog
: 11
: 325
Kayıt tarihi
: 30.01.12
 
 

Bir sonbahar mevsiminde sarı yaprakların yere düştüğü anda bir damla düştü anlıma. Biliyordum ki se..