Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '09

 
Kategori
Günübirlik Turlar
 

İstanbul'u Geziyorum : Sultanahmed Camii , Yerebatan Sarayı.

İstanbul'u Geziyorum : Sultanahmed Camii , Yerebatan Sarayı.
 

Yerebatan Sarnıcı


Haftasonu İstanbul - Yerebatan Sarnıcı'ndaydım. Yerebatan Sarayı da denmektedir.

Hava da yağmurluydu ne yazık ki. Ama İstanbul’u yağmuruyla gezmek o kadar harika bir histi ki insan o eserleri gezerken ıslandığına aldırmıyor bile. Her yer turist kaynıyordu. Hepsinin kafalarında sanki hayali Euro’lar dolaşıyordu bakınca J O yağmurda kaçarak bir kafeye girdik eşimle. 5 katlı tarihi binada zor yer bulduk. Yağmuru gören sanki buraya sığınmış. Sizlere biraz Yerebatan Sarayı hakkında bilgiler vermek istiyorum yüksek müsaadenizle.


İstanbul'un görkemli tarihsel yapılarından birisi de Ayasofya'nın güneybatısında bulunan Basilika Sarnıcı'dır. Bizans İmparatoru I. Justinianus ( 527 - 565 ) tarafından yaptırılan bu büyük yeraltı sarnıcı , suyun içinden yükselen ve sayısız gibi görünen mermer sütunlar nedeniyle halk arasında " Yerebatan Sarayı " da denmektedir. Sarnıcın bulunduğu yerde daha önce bir Bazilika olduğundan, Bazilika Sarnıcı olarak da anılır. Sarnıç, uzunluğu 140 m. genişliği 70m. dikdörtgen biçimde bir alanı kapsayan dev bir yapıdır. 52 basamaklı taş bir merdivenle inilen bu sarnıcın içerisinde her biri 9 m yüksekliğinde 336 sütun bulunmaktadır. Birbirine 4.80 metre aralıklarla dikilen bu sütunlar, her biri 28 sütun içeren 12 sıra meydana getirirler.

Sarnıcın tavan ağırlığı kemerler vasıtasıyla sütunlara aktarılmıştır, çoğunluğu daha eski yapılardan toplandığı anlaşılan ve çeşitli mermer cinslerinden yontulmuş sütunların büyük bir kısmı tek parçadan, bir kısmı da iki parçadan oluşmaktadır. ( Burada bir tane üzerinde delik olan sütun vardır ve bu sütuna başparmağınızı sokup yarım daire şeklinde sağa çevirip dilek tutuyorsunuz. Tabii bu bir rivayettir. Ben parmağımı sokup denedim. ) Bu sütunların başlıkları yer yer farklı özellikler taşır. Bunlardan 98 adedi Corint üslubu yansıtırken bir bölümü de Dor üslübunu yansıtmaktadır. Sarnıcın tuğladan örülmüş 4.80 m. Kalınlığındaki duvarları ve tuğla döşeli zemini Horasan harcından kalın bir tabakayla sıvanarak su geçmez hale getirilmiştir.

Toplam 9800 metrekare alanı kaplayan bu sarnıç yaklaşık 100.000 ton su depolama kapasitesine sahiptir. Sarnıçtaki sütunların, köşeli veya yivli biçimde olan birkaç tanesi hariç büyük çoğunluğu silindir biçimindedir. Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında kaide olarak kullanılan iki Medusa başı, Roma Dönemi heykel sanatının şaheserlerindendir. Sarnıcı ziyaret eden insanların en çok ilgisini çeken Medusa başlarının hangi yapılardan alınıp buralara getirildiği bilinmemektedir. Araştırmacılar genellikle Sarnıcın inşası sırasında salt sütun kaidesi olarak kullanılması amacıyla getirildiklerini düşünmektedirler. Yine de bu görüş, Medusa başları çevresinde efsanelerin oluşmasına engel olamamıştır. Bir efsaneye göre Medusa, Yunan Mitolojisinde yer altı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgona’dan biridir.

Bu üç kız kardeşten Yılan Başlı Medusa kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahiptir. Bir görüşe göre o dönemde büyük yapıları ve özel yerleri korumak için Gorgana resim ve heykelleri kullanılırdı ve sarnıca Medusa başının konulması da bu yüzdendir. Başka bir rivayete göre de Medusa siyah gözleri, uzun saçları ve güzel vücudu ile övünen bir kızdı. Medusa, Zeus’un oğlu Perseus’u seviyordu. Bu arada Athena da Perseus’u sevmekte ve Medusa’yı kıskanmaktaydı. Bu yüzden Athena Medusa’nın saçlarını yılana çevirdi. Artık Medusa’nın baktığı herkes taşa dönüşüyordu. Daha sonra Perseus, Medusa’nın başını kesmiş ve onun bu gücünden yararlanarak pek çok düşmanını yenmiştir. Buna dayanarak Medusa başı Bizans’ta kılıç kabzalarına işlenmiş ve sütun kaidelerine ( bakanların taş kesilmemesi için ) ters olarak yerleştirilmiştir.


Osmanlı İmparatorluğu döneminde iki defa restore edilen sarnıcın ilk onarımı 18.yy da III. Ahmet zamanında ( M 1723 ) Mimar Kayserili Mehmet Ağa tarafından yaptırılmıştır. 19. yy da ikinci büyük onarım Sultan II Abdülhamit ( 1876 – 1909 ) zamanına isabet eder. Hollandalı gezgin P. Gyllius tarafından yeniden keşfedilerek Batı alemine tanıtılmıştır. Yüzyıllar boyu İstanbul’a gelen bütün gezginler bu muhteşem eseri girmeden gitmek istemezlermiş. Yerebatan Sarnıcı Cumhuriyet döneminde Belediye tarafından birçok kez onarılmıştır. En son 1985-1987 yıllarında yapılan büyük temizlik ve onarım sonrasında 50.000 ton çamur çıkartılarak yürüme platformları yapılmış, yerli ve yabancı turistlerin hizmetine açılmıştır. Sarnıç, tıpkı geçmişte olduğu gibi balıklarla birlikte yaşam serüvenine devam etmektedir. İşte böyle sevgili arkadaşlar. Burayı gezip görmenizi şiddetle tavsiye ederim. Mükemmel bir atmosfere sahip.


Daha sonra Sultan Ahmet Camii’ni gezmeye karar verdik. İnsanın huzur bulması için burada 10 dakika bile kalması yeterli olabiliyor. Kısa bir bilgi vermek gerekirse ; Türk ve İslam dünyasının en ünlü anıtlarından birisi olan Sultan Ahmet Camii İstanbul’a gelen herkes tarafından hayranlıkla ziyaret edilir. Klasik Türk Sanatının bir diğer örneği olan bu Sultan Camii orijinal olarak 6 minare ile inşa edilen tek camidir. Bulunduğu yer tarihi İstanbul şehrinin daha erken yapılmış diğer önemli eserleri ile çevrilidir. İstanbul şehrinin en güzel manzarası denizden görülür. Bu şahane manzarada caminin silueti yer alır. Şöhreti “Mavi Camii” olarak bilinen eserin asıl adı I. Sultan Ahmet Camiidir.

Esas mesleğine yakışır şekilde, Mimar Mehmet Ağa Cami içerisini kuyumcu titizliği ile dekore etmiştir. 1609-1616 yılları arasında inşa edilen cami büyük bir kompleksin içerisinde bulunurdu. Bunlar bir kısmı zamanımıza gelemeyen sosyal ve kültürel içerikli yapılardı. Kapalı Çarşı, Türk Hamamı, aşevi, hastane, okullar, kervansaray ve Sultan Ahmet’in türbesi belli başlı kısımlardı. Caminin mimarı klasik Türk sanatının ulu mimarı olan Koca Sinan’ın öğrencisiydi ve caminin yapımında hocasının daha önce denediği bir planı, daha büyük ölçüde uygulamıştı. Sultan Ahmet Camiinin esas girişi Roma devrinden kalan hipodrom tarafındadır. Bir dış avlunun çevrelediği iç avlu ve esas mekân yüksek bir podyum üzerindedir. İç avluya açılan kapıdan ortadaki sembolik şadırvan ve etrafı çevreleyen galerilerin üzerinden, fevkalade bir harmoni ile biri, biri üzerine yükselen kubbeler görülür. İçeriye açılan 3 kapıdan herhangi birinden girildiğinde dış görünüşü tamamlayan boyama, çini ve vitray camlarının zengin ve renkli süslemeleri ile karşılaşılır. İç mekân büyük bir bütündür; ana ve yan kubbeler geniş sivri kemerlerin dayandığı 4 iri sütun üzerinde yükselir.

Caminin içini 3 taraftan çevreleyen balkonların duvarları, sayıları 20.000’i aşan şahane İznik çinileri ile süslüdür. Bunların yukarısı ve bütün kubbe içleri ise boya işidir. Boya süslemelere hakim olan renk mavi değildi. Camiye isim olan mavi renk sonraki tamirlerde boyanmıştı. 1990 yılında tamamlanan son tamirde iç dekorun koyu rengi orijinal açık renklerine döndürülmüştür. Her camide olduğu gibi, yerler halılarla kaplıdır. Ana giriş karşısında yer alan mihrap yanında, şahane oyma işçiliği olan mermer minber yer alır. Diğer tarafta ise Sultanların locası balkon şeklinde görülür. 260 pencerenin aydınlattığı iç mekânı örten kubbe 23, 5 m. çapında ve 43 metre yüksekliğindedir. Yakın yıllarda tamir edilerek yeniden inşa edilen camii çarşısı, eserin doğusunda yer alır.

Sultan Ahmet’in tek kubbeli türbesi ve medrese binası kuzeyde, Ayasofya tarafındadır. Yaz aylarında buradaki parkta geceleri ses ve ışık gösterileri yapılır. Sultan Ahmet Camii, civardaki birçok eski abidevi yapı ve müzelerle birlikte şehir turlarının merkezinde yer alır. Minareler klasik Türk üslubunun bir diğer örneğidir. Spiral merdivenlerle şerefelere ulaşılır. Günde 5 defa, namaz vakti buralardan okunarak duyurulur. Günümüzde ezan hoparlörlerle okunmaktadır. Kubbeler ve minarelerin üstleri kurşunla kaplıdır, bunların uçlarındaki alemler ise altın kaplamalı bakırdan yapılmışlardır. Bu üst örtülerin tamiri icabında eskiden olduğu gibi ustalıkla yapılmaktadır. İslam dini her Müslüman’ın günde beş kez namaz kılmasını şart koşar. Minarelerden okunan Ezanı işiten inananlar, abdestlerini almış olarak namazlarını kılarlar. Cuma günleri öğlen namazı ve bazı diğer önemli dini günlerin namazları camilerde toplulukla beraber kılınır. Bunların dışındaki namazlar, vakitlerinde herhangi bir yerde kılınabilir.

Camilerde toplu namazları hocalar, Kuran’dan bölümler okuyarak kıldırırlar. İbadet sırasında erkeklerle kadınların yerleri ayrıdır. Camilerde orta mekânda yalnız erkekler, arkalarında veya balkonlarda kadınlar ibadet ederler. Klasik Türk Camilerinin özelliği, en kalabalık günlerde bile namaz kılan topluluğun çoğunluğunun mihrabı rahatça görmesine elverişli olmasıdır. (http://www.istanbul.gov.tr/Default.aspx?pid=308 )

Tam da öğlen namazı vakti gelmişti ki o sırada sağanak bir yağmur başlamıştı. Mis gibi toprak kokuyordu hava. Camii’nin giriş kapısından büyük avlusuna geçtiğimizde gözlerime inanamadım. Binlerce insan akın etmişti adeta. Yağmura aldırış etmeden huzur içinde dolaşıyorlardı. Sünnet çocuklarını da buraya getiriyorlar aile büyükleri. Çok hoş bir görüntü vardı gerçekten de. Camii’nin giriş kapısında güvenlik geçidi vardı ve çok kalabalıktı. Öğlen namazı kılındığı için o sırada içeride; sadece namaz kılmak için girilebiliyordu. Fotoğraf çekmek için namazın kılınmasını bekleyin diye uyardı bizi güvenlik görevlileri. Biz de zaten abdestimizi almış ve namaz kılmak için girecektik. Daha sonra namaz bittikten sonra istediğimiz kadar fotoğraf çektik rahatça.

Yabancı turistler o kadar saygılılardı ki; biz Müslümanların namazları bitmeden fotoğraf çekmiyorlardı. Hatta bir kısmı da yağmura aldırış etmeden dış avluda bekliyorlardı. Bizim insanlarımız da namaz kılanların önünden geçmekte hiç rahatsız olmuyorlardı. Galiba Avrupa insanı bazen dînî konularda bizden daha hassas olabiliyorlardı. Özellikle Japon turistler. Çinli turistleri sevmiyorum şahsen. Birkaç tane fotoğraf çektikten sonra dış avluya çıktık ve orada da birkaç tane fotoğraf çektim. Bu sırada da yağmur hafiften azalmıştı ve çiseliyordu. Bahçedeki kırmızı ve pembe güller ise harika kokmakla beraber görüntüleri insanı cezp ediyordu.

Daha sonraki durağım Dikilitaş Anıtı. Dikilitaşlar antik Mısır mimarisinin önemli bir bölümünü oluştururlar. Dikilitaşlar genelde çift halinde tapınakların girişine dikilirdi. Bu anıtların dekoratif nitelikleri dışında pratikte bir işlevleri yoktu. Genellikle yükseklikleri 15-30 m arasında olurdu.

Dikilitaş güneş tanrısı Ra'yı sembolize ederdi. Akhenaten'in dini reformunun ardından kısa bir süre için atenin ışınının taşlaşmış hali olduğuna inanılmıştır. Aynı zamanda tanrının dikilitaşın içinde var olduğuna inanılırdı.

M.Ö. 2600 dolaylarında ilk kaydedilmiş dikilitaş örnekleri ortaya çıkar fakat bu dönemden hiçbir dikilitaş bugüne ulaşamamıştır. MÖ 2400 dolaylarında ise küçük dikilitaşlara rastlanır. Daha sonraları yükseklikleri 20 metreyi aşacak olan Mısır dikilitaşlarının yükseklikleri bu dönemde nadiren 3, 5 metreyi aşardı. Bugüne ulaşabilmiş bilinen 27 antik Mısır dikilitaşı vardır, ayrıca bir tane de Aswan'da taşocağında kısmen yontulmuş tamamlanmamış bir dikilitaş bulunmuştur. Bugüne ulaşabilmiş en eski dikilitaş Heliopolis'e dikilmiş olan I. Sesotris dikilitaşıdır.

Mısır'da dikilitaş yapmak için kullanılan madde genelde Aswan'dan gelen kırmızı granittir. Dikilitaşın tepesi genelde altın veya gümüşle kaplanır. Dikilitaşın üstünde niçin dikildiğini anlatan hiyeroglifler yazılırdı.

Orijinal Mısır dikilitaşlarının birçoğu dünyanın farklı yerlerine gönderilmiş ve yeniden dikilmiştir. Roma dışındaki en ünlü dikilitaşlar Londra ve New York City'de bulunan ve Kleopatra'nın İğneleri olarak anılan bir çift dikilitaştır. Ayrıca Paris'te, Place de la Concorde'de bulunan 23 metrelik dikilitaş da oldukça ünlüdür. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Dikilita%C5%9F_(an%C4%B1t) )

Şaka maka İstanbul’umun tarihi yerlerini doya doya gezdim. Ne zamandır gitmemiştim doğrusu. Bu yıllık iznimde yaptığım en mükemmel gezi bu oldu. Yazın ortasında bulutlu ve sağanak yağmurlu bir İstanbul gününde çok rahatladım. Fotoğraflarımı yazının alt kısmında inceleyebilirsiniz. Sonsuz sevgi ve selamlarımla.

 
Toplam blog
: 749
: 1983
Kayıt tarihi
: 11.10.07
 
 

Yazmanın hayatın akışının bir parçası olduğu kanısındayım. 6 Mayıs 1982'de doğdum ve İstanbul Kar..