- Kategori
- Anılar
İstanbul’u görmüş olmak...
1968’in Ağustosu ve ilk İstanbul macerası... Belediye otobüsüyle Karaköy’den Emirgân’a gitmiştik. Yol boyunca geçtiğimiz her caddeyi, her binayı adeta beynimize kazıyorduk. Dolmabahçe Sarayı önünden, virane Çırağan Sarayı arkasından Ortaköy’e. Bebek Koyundan sonra keskin bir virajda surlarını yalayarak geçtiğimiz Rumeli Hisarı; önünde Fatih’in topları... ve nihayet Emirgân’da Çınaraltı.
Bir bilete boğaz gezisi. Kaybolma riski de yok. “<ı>Oh ne rahat; Belediye ile seyahatı>!” tekerlemesi, dilimizdeydi.
Biliyorduk. Memlekete döndüğümüzde sorulacak ilk soru; “<ı>Emirgân’da çay içtiniz miı>?” olacaktı. Gördüklerinden mi duyduklarından mı sorarlardı bilinmez; biri öylesine ballandırmış ki hayaller, zihinlerde gerçekliğe dönüşmüş...
Emirgân’da çay içmediyseniz, ya da Anadolu yakasında olup Kanlıca’da yoğurt yemediyseniz İstanbul’u görmüş sayılmazdınız.
O zamanlar bizdeki İstanbul imajı buydu; Emirgân’da çay içmek, Kanlıca’da yoğurt yemek. Nitekim döndüğümüzde ilk soru:
“<ı>Emirgân’da çay içtiniz miı>?” olmuştu.
Şişinerek cevaplamıştım:
“<ı>Evet! Emirgân’da çay içtikı>”.
Fakat bir münasebetsizin;
“<ı>Peki...Koruyu da gezdiniz miı>?” sorusuna;
“<ı>Koru muı>?!” diye karşılık verme cehaletimi, Yeniköy Vapuru ile yaptığımız Boğaz gezintisine acil geçiş yaparak örtmeye çalışmıştım.
Eminönü İskelesinden kalkan Yeniköy Vapurunun Boğazda bir sağ, bir sol sahil iskelelerine uğramasını; kıç taraftaki üstü tenteyle örtülü mekânda içtiğimiz çayı; sevgilisinin rüzgarda uçuşan saçlarını gözleri kapalı koklayan biz yaşlardaki delikanlıyı... ben de ballandıra ballandıra anlatmıştım.
“<ı>İstanbul’a gittim..ı>.” diyecek olanlara sorulacak başka sorular da vardı artık; “<ı>Vapur ile Boğaz gezintisi yaptın mıı>?”
Çımacının: “<ı>Yeniköy son durak!” bağırması üzerineı>;
<ı>“Sarıyer’e de gitmiyor mu? ı>diye sormuştuk<ı>.
ı><ı>“Sarıyer’e gitmez buraya kadar. Oraya de Belediye otobüsü ile gidersinizı>” cevabını kendime saklamıştım; İstanbul izlenimlerini anlatacak birisini test etmek için. Münasebetsizin: “<ı>Koru’yu da gezdiniz miı>?” sorusunun acısını, bir başkasından çıkartmak için. Aklımca, “Peki... Yeniköy’den<ı> Sarıyer’e geçtin mı>i?” diye soracaktım İstanbul’u anlatacak olana...
Ama kimseye sorma fırsatım olmadı. Dönüşte başlayan başka bir maraton...
Memleketin medar-ı iftiharları; mevcudu 200’ü bulmayan Yüksek Okul öğrencileri... Okul çıkışı “T Cetveli” ile memleketin tek caddesinde tur atmalar... Takdir dolu bakışları, hafif baş eğmelerle kabul etmeler... Peh, peh, peh; ne keyifti ama!
Bu muhabbet, bir veya iki ay sürdü sürmedi; abesliğini idrakle ana caddeye çıkamaz olmuştuk; utancımızdan. Ama her yeni gelen, aynısını yaptı; biz de ağabey edasıyla onları tebessümle karşıladık.
Derken... bir başka muhabbet (!): Kafa-kola almalar, markajlar; okumalar, fikirler, düşünceler; tartışmalar, inatlaşmalar, çekişmeler... ve maalesef, tekme-tokat kavgalar.
.../...