Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mart '13

 
Kategori
Tarih
 

İstanbul`un gönül sultanları: Eyüp Sultan Hazretleri(r.a) I. Bölüm

İstanbul`un gönül sultanları: Eyüp Sultan Hazretleri(r.a) I. Bölüm
 

ALEMDARI NEBİ

Yazan: Özlem Süyev
  
“Eyüp Sultan,
Avrupa toprağının bittiği sahilde
İslam cennetinin bir bahçesi gibi
yeşil duruyor.”– Yahya Kemal BEYATLI

Eylül 622… Bir cuma sabahının alacasında Kuba’dan yola çıkan kervan ağır ağır ilerliyordu. Ranuna Ovası’na vardığında, kervan durdu. Hz Muhammed(s.a.v) ve O’nunla birlikte seyahat eden yüzü aşkın kişi develerin üzerinden sakince indiler.  Güneş,  cuma namazı vaktini gösteriyordu.  Hep birlikte Resulullah’ın(s.a.v) çevresinde toplandılar ve sonra  bu topraklardaki ilk cuma namazını kıldılar. Ardından, iklimi güzel, toprağı verimli, tatlı yeraltı sularına sahip olan Medine’ye doğru yola çıktılar. Müslümanlara uygulanan büyük zulümden kurtulmak için, Mekke’den, Medine’ye göç ediyorlardı.   Medineliler, Mekke`de eziyet altında olan ilk Müslümanları şehirlerine davet etmiş, bu davet nedeniyle  de topraklarının düşmanların taarruzlarına maruz kalmasını göze almışlardı.

Namazdan sonra kervan yine yola koyuldu. Resulullah (s.a.v), devesi, Kasva ile yol alıyordu. Kervanın sağında ve solunda, şeref koruyucuları olarak Evs’li ve Hazreçli adamlar kılıçlarını çekmiş bir halde ilerliyorlardı.

Medineliler sokaklara dökülmüş heyecanla,  Kervanının şehre girmesini bekliyorlardı.  Resulullah’ın kervanı(s.a.v) göründüğün de halkta heyecanlı bir coşku dalga dalga yayıldı. “Allah’ın Resulü geldi,”  diyerek gözyaşları içerisinde bağırıyorlardı.

O, Dai, idi islam’a davet ediyordu; O, Beşir’di İlahi kattan müjdeler veriyordu;  O, Resulullah’dı, kendisine uyanlara cenneti müjdeliyordu; O, Nezir’di,  İlahi iradeye uymayanları uyarıyor ve cehennem azabını hatırlatıp, korkutuyordu; O, ilahi katlara yükselendi ve ruhu yücelerdendi; O, en yüksek katlardaki meleklerle görüşendi.  Görünüşü tüm bunları doğrularcasına, sadeliğin ardındaki ihtişamı yansıtıyordu.

Yüzünde nurlu bir gülümsemeyle etrafına baktı.  Büyük bir kalabalık toplanmıştı. Herkes, O’na hayranlık dolu bir ifadeyle bakıyordu.  Her yandan, “Gel benim evime konuk ol ey Allah’ın Resulü,” diye haykıran  sesler yükseliyordu. O, ise, herkese tevazu içinde başını sallayarak, devesi Kasva’nın üzerinde sakince ilerliyordu. Misafir olma konusunda, kimseyi kırmak istemiyordu. Kısa bir süre düşündü ve bu duruma çözümü buldu, devesi Kasva’yı,  gideceği yer konusunda serbest bıraktı; Kasva kimin kapısının önünde durursa onun evine konuk olacaktı.

Kasva, ağır adımlarla Medine sokaklarında yol almaya başladı. Kasva’nın serbest kalan ipinden  çekmeye çalışanlar oluyordu onlar: “Ya Resulallah, bize buyurunuz! Size yabancı olmayan, hürmet eden, düşmanlarınızla mücadeleye gücü yeten ailemizde misafir olunuz,” diyorlardı. Resulullah’da nezaketle, “Deveyi kendi haline bırakınız. Çünkü, o memurdur. Emir olunduğu yere gider; O’na yol veriniz!” diyor ve yola devam ediyordu.

Kasva, sonunda bir bahçenin önünde durdu. Resulullah (s.a.v) bekledi ve devesinin üzerinden inmedi. Kasva yine yürümeye başladı. Sonra geri dönüp yine aynı bahçenin önünde diz çöktü.  Bunun üzerine,  devesinin üzerinden  “İnşallah burası evimdir,” diyerek indi.

Bahçe, iki yetime aitti. Resulullah (s.a.v), bu bahçeyi satın almak istediğin de, onlar hediye etmek istediler ama O kabul etmedi. Bir fiyat belirlendi ve bahçeyi satın aldı. Buraya daha sonra Mescid-i Nebevî’yi inşaa ettirecekti.

Tüm bunlar olurken, bahçeye en yakın evde oturan , Halid bin Zeyd Ebu Eyyub (r.a) (Eyüp Sultan Hazretleri)  sessizce, Resulullah’ın (s.a.v) yüklerini, O’nu konuk edeceği evine taşıyordu.  Akabe’de ilk biat eden kişi olan Ebu Eyyub’ün (r.a) evi, hurma ağaçlarının süslediği şirin bahçesi olan mütevazı bir yapıydı. Ebu Eyyub(r.a),  birinci katı O’nun isteği üzerine Resulullah’a (s.a.v) bıraktı ve evin ikinci katına yerleşti.

Resulullah (s.a.v), evinin kapısından girdiğinde, Ebu Eyyub(r.a)  O’nu,  saygıyla eğilerek, “Hoş geldin Ey Allah’ın Resulü,” diyerek karşıladı. Hz. Muhammed ve  (s.a.v) Ebu Eyyup (r.a), yani Eyüp Sultan Hazretleri’nin(r.a), ilk karşılaşması, böyle oldu.

Ebu Eyyub (r.a) çok cömert bir zattı. Eline geçeni Allah yolunda verirdi. Köleleri ve Cariyeleri azad eder, onlara yardımlar da bulunurdu. Dünyalıktan hoşlanmazdı. İsmi Halid olup, babasınınki Zeyd bin Kelib, Hazrec kabilesine mensuptu. Ebu Eyyub (r.a) ve Resulullah (s.a.v)  arasında  bir akrabalık da vardı.   Ebu Eyyub, Medine’de, Melik Tübbe’nin evinde doğmuştu. Melik Tübbe, Hazreti İbrahim’in dininden olup, Yemen’de Resulullah’tan (s.a.v), yediyüz sene önce yaşamıştı. Son Peygamberin (s.a.v))Medine’ye geleceğini devrin büyük alimlerinden öğrenip, buraya gelerek, yerleşmişti. Hatta son peygamber için 700 yıl öncesinden binalar yaptırıp, iman ettiğini bildiren bir mektup yazdıktan sonra vefat etmişti. Ebu Eyyub (r.a) . Ebu Eyyub, Melik Tübbe’nin asırlar öncesinden, son peygambere  iletilmesi için bıraktığı mektubu Resulullah’a(s.a.v) teslim etti. Mektup yüzlerce yıl sonra nihayet sahibini bulmuştu. Resulullah(s.a.v),  bu durum karşısında çok duygulandı ve şöyle dedi: “Ashabımdan hiç kimse Tübbe’ye sövmesin, çünkü O tam bir mü’min idi.”

İlk gün ev konuklarla dolup taşıyordu. Ebu Eyyub (r.a) ve zevcesi Ümmü Eyyub (r.a) gelen misafirlere en iyi şekilde hizmet etmeye çalışıyorlardı. Gelenlerin içinde Musevi  alimlerinden Abdullah İbn-i Selam da vardı. Abdullah bin Selam, Resuullah’ın(s.a.v),  yüzüne baktığından gördüğü bu nurlu cemal karşısında etkilenerek, “Bu yüz yalancı yüzü değildir. Ben de Müslüman olmak istiyorum,” diyerek  müslüman olmuştu.

Resulullah’a (s.a.v), evine ilk konuk olduğu dönemlerde,  evin alt katını veren Ebu Eyyub(r.a), bir süre sonra bu durumdan rahatsız oldu. Zira, kendisinin üst katta yaşayıp, Allah’ın Resulüne alt katı vermek hiç içine sinmiyordu. O’na saygısızlık etmekten ve rahatsız etmekten öylesine çekiniyordu ki,  bir gün kırılan testinin suyu odaya yayılınca, Ebu Eyyub (r.a), su aşağı akar da Resulullah rahatsız olur endişesiyle uyurken kullandığı yorganıyla yere dökülen suyu temizlemişti.

Bir gün, Ebu Eyyub(r.a),  Rasulullah`ın (s.a.v), yanına geldi. Saygıyla eğilerek selamladı ve dedi ki: Ey Allah`ın Resulü! Bu gece ne ben, ne de Ümmü Eyyub uyumadık. Çünkü siz bizim alt katımızda oturuyorsunuz. Hem sizinle vahiy arasına giriyor, hem de odanın içindeki hareketlerimizle sizi rahatsız ediyoruz. Çünkü biz odanın içinde dolaştıkça, sizin üstünüze toprak dökülüyor. Kanaatimce,  bulunduğunuz bir yerin üstünde bulunmak bize yakışmaz, yukarıdaki odaya siz teşrif etmez misiniz?” Rasulullah (s.a.v) bu içten teklifi kabul etti ve o günden sonra evin üst katında misafir olarak kalmaya başladı.

Resulullah’ın (s.a.v) daha sonraları, ordusunda sancaktarlık yapacak ve elinde kılıcıyla,  90 yaşına gelinceye değin, İslam dini için savaşacak olan Ebu Eyyub(r.a)  ve ailesinin içten konukseverliği ile güzelleşen bu evde, 7 ay  misafir olarak kaldı. Tüm çağrılara rağmen, bu aileden başkasının evinde misafir olmayı da kabul etmedi.

Medine’de, Rasulullah’a (s.a.v)  duyulan güven giderek büyüyordu. Ebu Eyyub (r.a) O’nunla Medine sokaklarında  yürürken, Rasulullah’a (s.a.v)  gösterilen  sevgi ve saygı karşısında dışa pek yansıtmasa da çok büyük bir sevinç duyuyordu. Resulullah’ın(s.a.v)temizliğe çok önem verdiği her halinden belliydi. Karşılaştığı herkese selam veriyor, gerekli olmadıkça konuşmuyordu. Konuştuğun da az ve öz konuşuyor, konuşmaların da kimseyi kınamıyordu.  Ashabından birini bir süre görmediğin de onu araştırıp soruyordu. Hasta ziyaretlerine gitmeye ve Müslüman cenazelerine katılmaya çok önem veriyordu. Ebu Eyyub(r.a) tüm bunları gördükçe, peygamberine her geçen an daha büyük bir sevgi, saygı ve inançla bağlanıyordu.

Resulullah’ın(s.a.v), Ebu Eyyub’ün (r.a) evindeki misafirliği devam ederken, öte yandan satın alınan bahçede de mescidin yapımı devam ediyordu. “Peygambere ait”  anlamına gelen Mescid-i Nebevi’nin duvarları yükselmeye başlamıştı.

Sonraki yıllarda ihtişamlı bir yapıya dönüşecek olan,  Mescid-i Nebevi,  ilk inşasında sade yapılıydı. Taş temel üzerine yanmayan kerpiçten elde edilen kiremitlerle, üç kapılı olarak inşa ediliyordu.  Çatısı ise hurma ağaçlarıyla kapatılıyordu.  Resullulah’da (s.a.v)mescidin yapımında bizzat çalışıyordu. Resulullah(s.a.v),  o dönemde, Medineli Müslümanlara yardımcılar anlamına gelen “ensar”, kendi yurdunu bırakıp vadiye göç eden Kureyşliler’e ve diğer kabilelerden müslümanlara da göç edenler anlamına gelen “muhacir” adını vermişti.  Resulullah (s.a.v) Ebu Eyyub (r.a), ensar ve muhacirler  hepsi birden inşaatta çalışıyorlardı.  Resulullah (s.a.v), hep birlikte çalışırlarken hep şu duayı tekrarlıyordu: . “Allah’ım ahiret gününden başka iyi gün yoktur. Ahiret gününden başka gerçek hayat yoktur.  Allah’ım ensar ve muhacirlerine yardım et.”

Mescidin, minberi, mihrabı yoktu. Resulullah(s.a.v),   cuma hutbelerini minber olmadığından bir ağaç kütüğünün üstünden okurdu. Bir bölüm de Suffe denilen fakirler ve öğrenciler için ayrılmıştı.

Hicret`ten sonra Medine`deki Müslümanların sayısı günden güne artmaya başladı ve mescit namaz kılanlara dar gelmeye başladı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) mescidi genişletmeye karar verdi. Hicri takvime göre, 7.yılda Hayber`in alınmasının ardından mescit  genişletildi.

Resulullah(s.a.v),  ve Ebu Eyyub(r.a) arasındaki dostluk, misafirlik döneminin ardından da devam etti. Hatta bir gün Resulullah(s.a.v),  yanında,  Hz. Ebu Bekir (r.a) ve  Hz.Ömer (r.a) ile birlikte Ebu Eyyub’ün (r.a) evine geldi. Açlıktan bitkin düşmüşlerdi. Ebu Eyyub (r.a), Rasulullah (s.a.v)  için daima hazır süt bulundururdu. O gün gelmesi gecikince sütü çocuklara içirmişti. Eşi haber alınca dışarı çıktı ve "Allah Resulü hoş geldin" dedi. Hurmalık yakın olduğu için, Ebu Eyyub(r.a)  sesi duyarak koştu geldi ve "Hoş geldiniz," dedikten sonra "Bu vakit, Allah Resulü`nün geldiği vakit değil" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) durumu anlattı. Ebu Eyyub(r.a) hurmalığa giderek bir salkım hurma koparıp getirdi ve "Şimdi et hazırlatıyorum" dedi. Hemen bir keçi kesti, yarısını tas kebap şeklinde yarısını da ateşte kızartarak pişirdi. Yemeği Rasulullah’a (s.a.v) uzattı.  Çeşitli yemekleri  görünce, nimetin azıyla yetinmeyi seven Resullulah’ın (s.a.v), gözlerinden yaşlar boşaldı ve şöyle dedi: "Allah`ın `Verdiğim nimetlerden kıyamet günü hesaba çekileceksiniz` buyurduğu işte bunlardır." Ardından birkaç gündür bir şey yemediğini bildiği kızı  Hz.Fatma (r.a) aklına geldi ve  "Bir parça ekmek üzerine  biraz et koyarak  Fatma`ya gönder. O’na, birkaç günden beri bir şey yemek nasip olmadı" dedi.

Ebu Eyyub (r.a), ilim ve takvada çok ileri bir Zat’dı. Vahiy katipliğinde de bulunmuştu. Bir çok sahabi, kendisinden ilim ve hikmet dersleri almıştı. Kur’an-ı Kerim’in ve hadis-i şeriflerin doğru anlaşılmasında kendisine müracaatta bulunulurdu. Kurra-i Kiram’dan yani, Kur’an-ı Kerim`i ezbere bilenlerin meşhurlarındandı. O, her gittiği yerde “Mihmandar-ı Nebevi” olarak büyük alaka ve hürmet görürdü. Ayrıca, Ebu Eyyub’ün(r.a), fazilet ve kemal itibariyle çok yüksek değerli bir makamı vardı. Rasulullah`ın (s.a.v)eğitiminden geçmiş bir sahabe olarak, O’nun sünnetine çok önem verirdi.  Rasulullah’ın (s.a.v) insanlara en sık verdiği nasihatlerinin: “Namazını kıldığın zaman, sanki dünyaya veda ediyormuşsun gibi ol. Yarın özür dileyeceğin bir sözü söyleme. İnsanların elindekinden ümidini kes.”  Olduğuna çok kereler tanık olmuştu.

Ebu Eyyub(r.a), Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün savaşlarda hep Rasulullah’ın (s.a.v) yanında yer alarak kahramanca savaştı. Hayber savaşından dönülürken bir gece, Ebu Eyyub(r.a)  kendiliğinden, Rasulullah`ın (s.a.v) çadırının etrafında gece nöbet tutmuştu. Bunu fark eden, Rasulullah (s.a.v), O’nun için ellerine göğe kaldırıp, "Allah`ım, beni koruyarak gecelediği gibi, Sen de Ebu Eyyub`u koru," diyerek dua etmişti. Rasulullah (s.a.v) ve Ebu Eyyub(r.a)  arasında öylesine güçlü bir dostluk bağı vardı ki,  Ebu Eyyub (r.a) Rasulullah’ın (s.a.v) vefatından sonra sık sık Ravda-i Mutahhara’ya gidip, ağlardı. Ebu Eyyub(r.a), Resulullah’ın(s.a.v),  vefatından sonra da bütün gazalarda yer aldı. Hz. Ali`nin(r.a.)  hilâfeti zamanında O’nunla birlikte Haricilere karşı savaştı. Hz. Ali`nin(r.a), muaviye zamanında Mısır`a gitti.

Ebu Eyyub(r.a), Bir yanlışlık gördüğün de  mutlaka doğrusunu anlatırdı. Bir gün Mısır Valisi Ukbe, akşam namazına geç kaldı. Namaz konusunda çok titiz davranan her sahabe gibi Ebu Eyyub(r.a)  şöyle dedi: "Rasulullah`ın, ‘Ümmetim akşam namazını yıldızların gökyüzünü kaplamasına kadar tehir etmedikçe, hayır ve  fıtrat üzeredir,’ dediğini duymadın mı? " "Duydum," diyen Ukbe`ye, "O halde neden akşam namazını geciktirdin?" diye sordu; çok meşgul olduğunu söyleyen Ukbe`ye şöyle dedi: “Senin bu yaptığını görerek, halkın ‘Rasulullah’da(s.a.v),  böyle yapardı,’ kanaatine düşmesinden endişe ederim.”

O’nun Mısır seyahatinin asıl sebebi bir hadis-i şerifi, validen dinlemekti. Resulullah’tan(s.a.v),  rivayet edilen hadisi bizzat Peygamberden, duyan  Ukbe’den başkası hayatta kalmamıştı. Ukbe hadis-i şerifi şu şekilde anlattı: “Resulullah(s.a.v),  buyurdu ki: Her kim bu dünyada bir mü’minin kusurunu örterse, Cenab-ı Hak da kıyamet gününde onun kusurunu örter.”

Ebu Eyyub (r.a)  için, Allah yolunda savaşmak ne ise, bir hadis için uzun yolları aşmak da aynı derecede kutsal bir görevdi. Ve ömrü boyunda hep bu kutsal yolda ilerledi. 

 
I.Bölüm Sonu...
 
Toplam blog
: 65
: 722
Kayıt tarihi
: 18.07.09
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo- Televizyon Bölümü'nü bitirdi. 1987 yılından bu yan..