Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '13

 
Kategori
Blog
 

İstanbul yedi tepe; gezdim tozdum tepe tepe

İstanbul yedi tepe; gezdim tozdum tepe tepe
 

Büyük Çekmece'de gün batımı ( objektifimden)


Gerçekten mi öyle?

Ben diyeyim yedi ya da on yedi… Siz söyleyin yetmiş yedi!!!

‘’İstanbul’u kar bastı!’’

‘’Her yaka, otuz santim yüksekliğinde karla kaplı.’’

‘’Şimdi sıra; ana arterlerin durumunu öğrenmekte!’’

‘’Bağlanalım bakalım Murat Ateşalmaz’a!  Ne var, ne yok İstanbul sokaklarında?’’

‘’İstanbuuulll sokakları…’’

‘’Neler yok ki sayın izleyiciler? Neler yok ki! Kar var, ayaz, buz var, trafik desen karman çorman!’’

‘’Kızım…! Delirdin mi sen? Bu karda kış da ne işin var İstanbul’da?’’

‘’Nasıl anlatsam şimdi anne? Arkadaşlarım var candan öte, can dostlarım, görmekten mutluluk duyduğum blog yazarlarım, bana kız kardeşim gibi duygular yaşatan canlarım var.’’

‘’İyi…! Git o zaman!’’

Ben biletimi alıp da, İstanbul’a gitmeye niyetlendiğimde; günlük güneşlik günlerden biriydi İzmir’de. Güneş kış olmasına karşın pırıl pırıl yanıyordu Sema’da.

Kar da yağsa, kara kışlar da olsa, yağmurlar sel gibi bassa, lale mevsimi olmasa da hatta erguvanlar da açmamış bile olsa da çok güzelsin İstanbul.

Az gittim, uz gittim, karla kaplı yollarda gittim. İzmir İstanbul arasındaki kara yolunda ender görülecek manzaralar eşliğinde vardım İstanbul’a. Kar, kış derken yağmurla karşıladı beni bu muhteşem şehir.

Ülke içerisinde ülke sanki. Öyle kalabalık ki…

Derken, ilk Sema’yla(Şener) kucaklaştık sonra diğer can dostlarımla.

Bu vesile ile dost canlısı, yüreği güzel, harika dost,  blogun toplantılar tanrıçası, canım Sema’ma bana o eşsiz yüreğini açtığı ve gönlünde bunca gün ağırladığı için teşekkürlerimi ve sevgilerimi sunuyorum.

Vefalı ve arkadaştan öte kadim dostum, can arkadaşım Şükran Demirtaş’a,

Canım kızım Merve’me(Ballı) ve ablası Serap Gökçel’e ve de annelerine,

Silivri’de özenle bizi ağırlayan, centilmen arkadaşımız Ömer Sabahattin Çetin’e,

İstisnasız her İstanbul seyahatimde, yoğun çalışmalarının arasında; bana gönül dostluğunu esirgemeyerek zaman ayıran canım Sabiş’ime(Sabiha Rana),

Örnek aile, zarif ve istisna arkadaşlarım Hadiye Kaptan ve değerli eşi Hızır Bey’e,

‘’Seni görmeden, sakın İzmir’e dönme Ayşen Ablacığım’’ diyerek, beni sevgi çiçekleri ile karşılayan Dilek Çınar’ıma, velhasıl tüm sevdiklerime; bu arada Sema’mın ablası Nigar’ımı da unutmadan; yürekten yüreğe esintiler yaşatan canlarım. Hepinize sevgi, şükran ve teşekkürlerimi sunmak dileğindeyim.

Blog yazarlığımın ilk günlerinde bana desteklerini esirgemeyen, ilk göz ağrılarım diye nitelendirdiğim ve her zaman sevgi ile andığım arkadaşlarımdan Beran’ımın(Uzer) telefonda dahi olsa sesini duymak da ayrı bir mutluluktu.

Ey gidi günler ey… Göz açıp kapatıncaya kadar geçip de gidiverdiler. Su misalindeydiler. İstanbul seyahatim süresince, gezdim, gördüm ve mini mini bir blog toplantıları yaşadım canlarımla birlikte. Neler mi konuştuk? Yok, öyle kayda değer bir söylem… Kâh güldük, kâh eğlendik, kısacası sohbetin belini kırdık.

İstanbul demişken, yedi tepesinden bahsederken; İstanbul’u yaşamak çok güzeldi. İstanbul’da yaşamak? Onu bilmem! Yaşamaya çalışanlara sormak gerek ama yaşadığın kadar İstanbul’u solumak ve yaşamak gerek derim.

İstanbul’u yaşıyorum.

Kız Kulesinin, denizin içinde gelin kız gibi süzülüşünü, Beşiktaş vapurunda; martların özgürce kanat çırpışlarını, Boğaz’ın lodosa teslim olmuş deli dolu çırpınışlarını, Büyük Çekmece Gölünün gün batımına kucak açışını…

Kısacası İstanbul’u yaşıyorum.

Her bir gidişimde, muhteşem güzelliğine hayran olduğum ancak bir o kadar da üzüldüğüm İstanbul!

Boğazın emsalsiz kıyılarını ve her bir yanını görkemli görüntüleri ile süsleyen tarihi dokunun içinde, yanında ya da ardında!

‘’Mum Bacaklı Miki’’ misali ( Küçükken kullandığımız bir tabirdi. Tam yerine geldi. Mim koydum.) bitiveren kimi otuz, kimi elli, kimisi yetmiş katlı, gelişi güzel yerleştirilmiş, devasa binalar, tam bir mimari katliam halinde. Hani gelişi güzel süslenip de sokağa çıkmış afeti devran gibi her biri.

Ve… İstanbul, büyük bir şantiye halindeydi. Sağa bak yol kapalı, sola dön, cadde ya da meydan paravanlarla örtülmüş.

Bir yanda Marmaray, bir tarafta Haydarpaşa, bir diğer yanda Taksim projesi ve daha da niceleri. Koskoca şehir İstanbul, delik deşik köstebek yuvası halinde.

Bu arada rezidans diye tanımlanan ve şehrin kilometrelerce dışında ve de gökyüzü ile komşuculuk oynayan kocaman kocaman binalar. Binaların üzerinde imza atılmış levhalar.

‘’Sana bir tepeden baktım İstanbul… Aziz İstanbul…

Karış karış dolaştım. Güzelliğini soludum, seni yaşadım İstanbul…

Daha bitmedi…

Bin bir çiçekle derlediğim kocaman bir sevgi demeti de sevgili editörüme. Gezi kategorisinde yazsam belki iyiydi de kategori torpili yaptım kendi kendime.

Hani söz vermeyeyim de!

Bundan sonraki yazıları, gezente kategorisinde yazarım belki de!

Sevgilerimle…

Ayşen Arslangiray Kura

21 Ocak 2013/ İzmir’den

 

 

 
Toplam blog
: 533
: 1375
Kayıt tarihi
: 14.11.10
 
 

Aydoğdu; kızgın güneşinde Ağustos'un, sararmıştı altın sarısı başaklar. Kırlangıçların göç dansın..