Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mart '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

İstanbul

İstanbul
 

İstanbul, doğduğum ve içinde büyüdüğüm şehir. Bin türlü sıkıntısıyla ve keşmekeşliğiyle yine de güzel kalabilen, o kadar elin üzerine uzanmasıyla yine de bakir ve el değmemiş gibi kalabilen güzel şehrim. Hep bir giz saklı gibi her sokağında, keşfedilmeyi bekleyen ve yanından gelip geçen insanların farkında bile olmadıkları ama onunla ilgilenenlere kendini sonuna kadar açan ve elindeki bütün nimetlerini verebilen kırılgan ve boynu bükük şehrim. Ne kadar çok insan asırlarca üzerinde tepindi de hala nasıl ayakta durabiliyor ve mağrur bir edayla ben en güzelim diye etrafına bakabiliyor en çok buna şaşırıyorum. 

Kadıköy yakasından karşıya geçmek istediğim zaman mutlaka vapura binmek ve cam kenarına oturup bir bardak demli çay içmek arzum vardır. Ya da vapurun yan tarafına kurulup ayaklarımı da bize eşlik eden beyaz dalgalara karşı uzatıp, yüzümü rüzgara vererek çayımı orda içmek en büyük zevkim olur. Vapurla yarışan martıların çığlıklarını dinlerken, onların atılan simit parçalarını birbirlerinden kapma yarışlarını gülerek izlerim. İki yakanın tam ortasına gelince işte en büyük keyif orada saklıdır benim için. Bir yanda tarihi yarımada, asil Sultanahmet camii, gizemli Ayasofya, muhteşem Topkapı sarayını içinde barındıran klasik İstanbul silueti. Bir yanda uçsuz bucaksız bir nehir gibi uzanıp giden boynundaki gerdanlığıyla Boğaziçi, karşıda ayrı bir mimari sunumu olan eskinin Pera'sı yani Beyoğlu yarımadası. Galata kulesinden süzülüp gelen ayrı bir ruh. Hangi yana bakacağımı şaşırır sanki ilk defa görüyormuşum ve de hiç doyamayacakmışım gibi yerimde çakılır kalırım. 

Puslu bir İstanbul akşamında Galata köprüsündeki bitmez tükenmez sabırlarıyla adeta bir İstanbul klasiği olan balıkçılar arasından yavaşça yürüyün. Ardınızda akıp giden taşıtların gürültüsünü hiç duymamayı tercih ederek yönünüzü denize çevirin, hatta bir de hafiften bir yağmur çiselesin. Yüzünüze vuran küçük damlalarla bakın etrafınıza. Unutun trafik çilesini, unutun insan yığını kalabalıkları, orada yalnız olduğunuzu varsayın. Sadece karşınızdaki büyük bir sevgi ile çizilmiş ve kırmızının her tonuyla boyanmış guruba karşı sizin de içinde yer aldığınız tabloya bakın. Çöken akşam karanlığında içinizdeki melankoliyi dışarı çıkaran vapur haykırışlarını duyun, martıların sabırsızca daireler çizerek arada suya dalıp çıkarak attığı çığlıkları dinleyin. İstanbul'un kendi melodisini kulaklarınızla duyumsayın. Balıkçıların arada çektiği küçücük balıkları içine attıkları kovalarındaki azıcık suyun içinde debelenen hayatta kalmaya çalışan o küçük bedenleri içiniz sızlayarak seyredin. Yürüyün sonra Yeni camiinin önündeki yem bekleyen güvercinlerin arasından. Üzerlerine basmaya korkarak bir avuç yem serpin onlara. İstanbul damla damla içinizde biriksin. Bırakın kendinizi gözleriniz başka güzellikler görsün, bir sevda yaşayın bu kentin arnavut kaldırımlı dar sokaklarında. Kah Piyer Loti tepesinden haliçe bakın, kah Çamlıca tepesinden boğazı seyredin. Her bahar yüzünüze gülen erguvarların arasında içiniz ısınsın. Ya da uzun yürüyüşler yapın boğaz kenarında rüzgarı arkanıza alarak. Kimbilir ne hikayeler biriktirirsiniz içinizde. Hiç korkmadan ve hiç kaçmadan dikilin karşısına içinizdeki çocuk dışarı çıksın. 

 
Toplam blog
: 249
: 3042
Kayıt tarihi
: 19.03.11
 
 

Doğup büyüdüğüm şehirde, İstanbul'da yaşıyorum. Emekliyim. Gezmeyi, görmeyi, keşfetmeyi sevdiğim ..