Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '13

 
Kategori
İstanbul
 

İstanbul

İstanbul
 

Anadolu'nun kent, kasaba ve köylerinde yaşayanların oldum olası İstanbul tutkusu vardır. İhtimaldir ki bu tutkunun sebebi Osmanlı dönemine kadar uzanır. Bel ki daha da eskiye. Çok bilinen bir söz vardır. "İstanbul'un taşı toprağı altındır."

Ne denli altındır, ne denli topraktır bilinmez ama İstanbul artık eski İstanbul değildir. Trafiğinin sıkışıklığı, yerleşimlerin çarpıklığı bir yana Anadolu kentlerinde alıştığımız saygı olayını burada aramak boşunadır.

Kalabalık meydanlara, devasa iş merkezlerine, AVM'lere, insanların yoğun olduğu merkezi yerlere gidildiğinde bunu görmek şaşırtıcı değildir.

Oldum olası İstanbul'u sevmedim. İstanbul'a gelmeden önce de bu duygu vardı belleğimde. Geldikten sonra haklılığımı  görmenin burukluğu ile caddelerinde, sokaklarında "serseri mayın" gibi dolaşıp duruyorum.

Yalnız başınıza geçmek zorunda olduğunuz zifiri karanlık bir sokak düşünün. Ne evlerin ne de sokak lambalarının ışıklarının yanmadığı. İçinde neyle karşılaşacağınızı bilmediğiniz bir sokak. Çıkmaz sokak olup olmadığını da. Bu durumda bilinmezliğe girmekten kaçınırsınız. İstanbul'un bana verdiği duygu bu.

Anadolu'da kent dokusu şekilsiz apartmanlara ve yüksek binalara karşı direnmektedir halen. Toplu konutlar kentlerden uzak alanlara yapılmaktadır. Buralar birer beton yığını olmaktan öteye geçmemektedir. Toplu konutların bir ruhu yoktur. Apartman sakinleri birbirlerini tanımamaktadır. Oysa ki eski yerleşim yerlerinde böyle değildir. Mahalleli birbirini tanır.

Barınma kültürümüz öteden beri çok katlı olmayan evlerden ibaretti. Bu kültüre bir yenisi eklendi. Otopark alanlarıyla, sahip olunan tesisleriyle barınma amacından uzak, ihtiyaç duyulan her şeyin karşılandığı Rezidanslar. Çok katlı kuleler, iş merkezleri. İstanbul'un kent dokusunu yitirmesine neden olan binalar.

Kalabalığın aktığı caddelerde yürümenin zorluğunu hisssetmeyen var mıdır diye düşünmek boşunadır. Hafta içinde sokaklar, caddeler insanla dolup taşıyor. Hafta sonları  kalabalık daha da artıyor. Kalabalık bilinçsizce yer değiştiriyor, toplu taşım araçlarının yanı sıra özel araçlar bir yerden bir başka yere yer değiştiren insanları taşımaya yetmiyor.. Kimin nereye gittiği; bilinçli mi bilinçsiz mi yürüdüğü belli bile değil. Sokağa çıkanlar kalabalığın ritmine ayak uyduruyor ve amaçsızca sürükleniyor.

İnsan düşünmeden edemiyor. İşsizlik boyutu bu kadar mı fazla diye. Çünkü işi olan birinin hafta boyunca amaçsızca dolaşması mümkün müdür. İşinin başında olması gereken saatlerde sokaklarda neden dolaşsın ki...

Yoğun yapılaşmanın varlığı, sokak aralarında ve ana caddelerde park edilen arabaların durumu; nefes alınacak yeşil alanların yetersizliği ya da kimi yerlerde hiç olmayışı da ayrı bir sorun.

Dört bir yana kilometrelerce uzanan yerleşim yerlerinde insan profili de değişmektedir. Varoşlara yerleşmiş olanların gelirinin yeterli olmadığını görürsünüz. Geniş bahçelerin, parkların, yeşil alanların olduğu yerlere yerleşmiş olanların gelirinin yerleşim yeriyle orantılı olduğunu da.

Sokak satıcılarının kaldırımları işgal etmeleri, üst geçitleri mesken tutmaları bir yana dilenci bolluğunun varlığı da sıklıkla karşılaşılan bir durum.

Kısacası İstanbul artık nefes alınacak bir yer olmaktan çıkmış durumdadır. Özellikle belli bir yaşa gelmiş, emekli insanların yaşamlarını sürdürecekleri bir yer değildir.

Şehrin birbirine yapışık binaları, birbirine koşut caddeleri, onları diklemesine kesen dar sokakları. Dar sokaklarda kurulan pazarların akıl almaz kalabalığında yürümenin zorluğu, çarşı pazarında tezgahındakileri satmanın telaşı ile müşteri bekleyen çığırtkanları; merdiven altlarında kaçak sigara satanların varlığı, meydanların değişmeyen müdavimleri simitçileri ve milli piyango satıcılarının vazgeçilmezliği de sanırım alışılan bir durum.

 

 
Toplam blog
: 210
: 910
Kayıt tarihi
: 04.05.08
 
 

Eğitimciyim. Bir insanın çağdaş bir gelecek için, aydınlanma için çok okuması gerektiğine inanıyo..