Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Nisan '12

 
Kategori
Tarih
 

İstanos-Zir’den, Yenikent’e: Bir Ankara Yöresi Tarihçesi için Kaynak taraması

Ankara’nın tarihinde yer bulan ve pek çok kaynakta adı geçen bir yöreyi araştırırken, bugüne nelerin kalmış olabileceği merakını doyuracak bir bulgunun artık kalmadığını fark etmek bir burukluk nedeni; sürecin “nasıl”ı ile ilgili araştırmak ve varsa nedeni hakkında bir şeyler öğrenme arzusu ise kaçınılmaz. 

Coğrafi özellikleri açısından İstanos’un bulunduğu Zir Vadisi, Ankara'nın 30 km. kuzeybatısında, Sincan İlçesi'ne 5 km uzaklıkta, Ankara-Ayaş-Beypazarı karayolu üzerinde Çubuk Çayı-Ova Çayı üzerinde, Yenikent Beldesi sınırları içinde yer almaktadır. Alanda yer alan tarihi taş köprü ve onun her iki yanındaki ilginç kaya oluşumları görsel peyzaj açısından dikkat çekicidir. Zir Vadisi; Zincirlikaya mağara yerleşimleri, tarihi mezar taşları ve dere boyu ağaçları ile rekreasyonel açıdan da bir nitelik ortaya koymaktadır. (Tarım Bilimleri Dergisi 2003, 9 (1) 35-39 “Yenikent Zir Vadisinde Yer Alan Kum Ocaklarının Neden Olduğu Çevre Sorunları ve Bu Alanların Geri Kazanım Olanakları” Hüseyin Uğur, Nevin Akpınar, 08.02.2002)

Yörenin tarihteki idari yapılanmasına bakıldığında ise şöyle bir silsile ortaya çıkmaktadır:

 “1809 yılından sonra İstanos (Zir/Yenikent) kasabası kaza merkezi olur. Daha sonraki yıllarda nahiye merkezi Zir (İstanos/Yenikent) olur. http://www.polatli.bel.tr/OSMANLI.pdf

 “26 Haziran 1926 yılında yürürlüğe giren 404 sayılı kanunla Polatlı ilçesi kurulmuştur. Zir Köyü ise bucak yapılmıştır. Ankara merkez kazasına bağlı Zir Nahiye’sinin 1927’de 5 mahallesi ve 60 köyü vardır. Sözü edilen bu dönemlerde Sincan, Zir Nahiye’sinin bir köyüdür. http://www.sincan.bel.tr/sayfa.asp?id=385.

Kayıtlara göre, 1926 yılında ilçe teşkilatı Polatlı’ya taşınıyor ve Zir,  bucağa dönüşüyor.

1957 yılında yaşananlar ise bölgenin kaderini tamamen değiştiriyor. Büyük sel felaketi ve bunun sonucunda meydana gelen toprak kayması sonucu bu zengin yerleşim yerinin, Zir Çayı kenarından kaldırılıp, başka bir bölgeye nakledilmesi gerekiyor. Bunun sonucunda adı değişiyor ve “Zir”, “Uluköy” oluyor. Uluköy, 1965 yılında bugünkü adını alıp, “Yenikent” oluyor. Bundan 10 yıl sonra da adına uygun olarak belediye yapılıyor.

http://behzatmiser.blogspot.com/2009/05/ergenekonla-ogrendigimiz-tarih-zir.html yılında ise Yenikent Belediyesi, Nüfusu 2 binin altına düşen 862 belde belediyesinin kapatılması ve 43 yeni ilçe kurulmasını öngören 5747 Sayılı Kanun ile kapatılarak Sincan’a bağlı mahalle yapılıyor.

2008

İstanos hakkında ulaşabildiğim en eski kaynaklardan birisi 1618 ya da 1619 yılında Ankara’dan geçen Polonya’lı Ermeni Simeon’un kayıtlarıdır. Buna göre, şehrin yakınlarında Stanos, Bendos ve Erkapısı adlarında üç adet Ermeni köyü vardır ve bütün köylerde de sof (Ankara Keçisi yününden) dokunur.(A.Esat Bozyiğit, Ankara’da Uçan Kuşlar:Türk ve Dünya Yazınında Ankata-Seçki-III, Kültür Bakanlığı, Ankara, 2002)

17. YY’la ait bir diğer kaynak da Evliya Çalebi’nin kayıtlarıdır. 10 ciltlik seyahatnamenin ikinci cildinde yöre “Büyük İstanoz kasabası menzili” adı altında şöyle rivayet edilmektedir: “Ankara paşasının subaşılığı hükmünde 150 akçe haniye kazalarından Murtatova nahiyesi hududunda iki tarafı göklere çıkmış daracık derenin kenarında bin haneli bağsız ve bahçesiz, camili, hamamı ve küçük sultan çarşılı bakımlı bir kasabadır. İçinden(…) nehri akar. Bu kasabanın iki başında büyük kapıları var imiş. Sultan III. Mehmet zamanında Celâli Karayazıcı, kapıları söküp şehri yağmalamış. Eğer o kapılar tamir olunsa bu kasabaya bir taraftan zafer mümkün değildir. Zira iki tarafı samanyolu gibi göklere başuzatmış şahin, zağanos ve miski kartal yuvaları, yalçın sipsivri kızıl ve sarı uçurum kayalardır ki insan bakmaya cür’et edemez. Van, Şebinkarahisarı ve Mardin Kalesi kayaları gibi heybetli, tehlikeli ve ibret verici kayalardır. Kimi Bîsütun Dağı gibi altı boştur, kimi ejderha gibi yukarıdan aşağı süzülmüş, kimi arslan görünüşlü, kimi fil cüssesi gibi türlü türlü acaip yapılı kayalardır. Bu kasabanın ekseriyyâre’ayaları Ermenilerdir. “Bin adet sof (yün) ve muhayyer (Hareli kumaş) işlenir tezgahı vardır” derler ama dere içi olduğundan havası gayet sıcaktır. Lâkin hoş muhayyeri olur, beğenilir ve Ermeni kızları meşhurdur. Ve mağaraları var ki içinde biner adet atlar bağlansa rahatlıkla sığar. Eski zamanlardan kalma, bir yalçın kaya üzerinde harabe kaleciği vardır.” (Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi 2. Kitap, Yapı Kredi Yayınları, Nisan 2011)

Yöreyi inceleyen ve bilgileri bir blog yazısı ile aktaran Behzat Miser’e göre; “Kalıntılar da Evliya Çelebi’nin anlattıklarına tanıklık ediyor. İstanoz’a beş dakika uzaklıkta bulunan ve yaklaşık 2 bin 500 nüfusu barındırabilecek büyüklükte, eski zamanlardan kalma mağara ile kasabanın batısındaki “Kesiktaş” denilen yerde bulunan başka bir eski eser kalıntısı, buranın çok eski uygarlıklar tarafından yerleşime açıldığını gösteriyor. http://behzatmiser.blogspot.com/2009/05/ergenekonla-ogrendigimiz-tarih-zir.html

Tarihten ses veren bir diğer gözlemci ise 1876 yılının Kasım-Aralık aylarından itibaren Anadolu’yu gezen bir İngiliz subayı olan Frederick Burnaby’dir. Kış aylarında İstanos’dan geçen Burnaby’de yörenin görkemli kayalık yapısının etkisi altında kalmıştır: “İstanos, Ankara yolunun biraz berisinde yer almaktaydı. Yörede mola verebileceğimiz başka uygun yer olmadığından, küçük bir sapmayla, geceyi orada geçirmeye karar vermiştim. Bu kararı vermemin bir başka nedeni de, İstanos’un, tarihsel ünü olan bir köy olmasıydı. Söylendiğine göre burası Büyük İskender’in, kördüğümü kılıcıyla kestiği yermiş. Yarısı Ermenilere, yarısı Türklere ait 400 evi bulunan köy, bir akarsuyun sağ kıyısında yer alıyordu. Azametli bir kaya, suyun üzerine doğru sarkıyordu. Kaymakama bakılırsa, buradaki birkaç büyük mağara eski günlerde çapulcu çeteleri barındırırmış. Daha sonra bir rehber edindim ve kayanın eteğine yürüdüm. Taşın içinde dar bir patika oyulmuştu. Bu keçiyolu topu topu otuz santimetre genişliğindeydi, biz tırmandıkça daha da daraldı. En sonunda patikanın son bulduğu bir noktaya geldik. Burada yaklaşık üç buçuk metre eninde bir yarık vardı. Rehber haklı olarak duraladı, çünkü atlamayı deneyip karşıya ulaşamadığı taktirde, en az otuz metre aşağıdaki kayalıkların üstüne düşebilirdi…İstemiş olsam bile, onun önüne geçip benim atlamayı denemem olanaksızdı. Güneş batmak üzereydi. Bir ipin gerilmesine vakit kalmadan da gece olacaktı. İstemeye istemeye geri döndüm. Çıkıntının darlığı nedeniyle bir yere kadar geri geri gitmek zorunda kaldım. Olur ya, bir başka gezgin günün birinde İstanos’a uğrarsa, bir ip edinip, bildiğim kadarıyla gezilmemiş bu mağaraları mutlaka incelemeli.

Burnaby, İstanos’da yaşadığı bir anekdotu da aktarıyor. Kendisini karşılamaya gelenler arasındaki bir Ermeni papaza yalnız kaldıkları bir anda “Türkleri seviyor musunuz?” diye soruyor ve karşılığında yaşlı adamdan “Hem de çok” yanıtını alıyor ve şöyle devam ediyor: “Burada halkın yarısı Ermeni, yarısı Türktür. Bu da çok şey fark ettiriyor. Müslümanların, Hıristiyanlara göre çoğunlukta oldukları başka köylerde Hıristiyanlar acı çekiyor...Bizler ise burada Müslümanlarla iyi geçiniyoruz” (“At Sırtında Anadolu”, Frederick Burnaby, Merkez Kitaplar, İstanbul, 2007, s.53)

19.YY da Ankara’nın nüfus yapısına bakıldığında şehir merkezinin İstanos’takine benzer bir durumda olduğu anlaşılmaktadır. 1830 sayımına göre kentin 107 mahallesinin 57 sinde sadece Müslümanlar, 27 sinde sadece gayrimüslimler, 23 ünde ise karma yerleşim bulunmaktaydı. Ayrıca kentteki en büyük gayrimüslim topluluğunu Katolik Ermenileri oluşturmaktadırlar. Bunların ayrıca Türkçe konuştukları bilinmektedir. Ekonomik faaliyet açısından ise Müslümanların özellikle tarım ve hayvancılık ile uğraşırken, gayrimüslimlerin ise sarraflık, kuyumculuk, tefecilik, inşaat, marangozluk ve dokumacılık yaptıkları anlaşılmaktadır. Ankara’nın en önemli geçim kaynaklarından olan sof dokumacılığının, 1838 Osmanlı-İngiliz anlaşmasından sonra dışarı ile serbest ticaretin başlamasıyla ağır darbe aldığı bilinmekle birlikte, 1820’lerde tiftik üretim tekelinin Müslümanlara verilmesinin de -daha sonra geri adım atılmış olsa da- Ankara’nın tiftik üretimini artık geri dönülemez biçimde gerilettiği kaydedilmektedir. (Francois Georgeon, “Keçi Kılından Kalpağa: Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Yüzyılında Ankara’nın Gelişimi, Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1996). İşte bu olumsuz şartların hüküm sürdüğü 19 YY ın son çeyreğinde sof üretiminde rekabet üstünlüğünü tamamen kaybeden Ankara’nın kalan son dokuma tezgahları da İstanos’da bulunmaktadır.(Der: Funda Şenol Cantek, Sanki Viran Ankara, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006).

Dicran Aslanian’dan aktaran Semavi Eyice’ye göre: Vali Memduh Paşa’nın zamanında (Aralık 1893-Kasım 1895) Ankara’nın ekonomisinin gitgide kötüleşmesi üzerine, yerel kaynakların da değerlendirilebileceği yeni bir endüstri arayışı içine girildi. Bu endüstri halıcılıktı. O zamana kadar İstanoz’da on, Ankara ‘da ise sadece bir iki tane halı tezgâhı bulunuyordu. Sivas halılarının formatında halıların Ankara’da dokunabileceğini düşünen vali, bu uygulamasını gerçekleştirmek üzere Sivas’dan (ve Kayseri’den) birer halıcı ustası (Matok ve Nişan Ustalar) ile ailelerini Ankara’ya getirtti. “Medrese-i Hamidiye”nin kız çocuklarının okuduğu bölümünde halı tezgâhları kurdurdu. Bunların ustası ise halı ustasının  eşiydi…Halı dokuma tezgâhlarının okulda kurulmasının sebebi halı dokumayı öğrenip öğretebilecek gençler yetiştirmekti. Bu düşünce kısa sürede semeresini verdi ve altı genç kız “muallime”liğe layık görüldü. Ankara Vilayet Gazetesi’nin 23 Mart 1311 (8 Nisan 1895) tarihli 1017 sayılı nüshasında altı genç kızdan isimleri verilen dört kız arasında Yenidoğan mahallesinden İstanoz’lu müteveffa Hacı Agob’un kerimesi Müşkünas Hanım, Yenişehir mahallesinden Dırdıryan Karabet’in kerimesi Makruhi hanım sayılmıştır. (Suavi Aydın-Kudret Emiroğlu, Küçük Asya’nın Bin Yüzü: Ankara, Dost Kitabevi, Ankara, 2005, s:243-244).

Yine blog yazarı Behzat Miser’e döndüğümüzde şu bilgileri aktarmaktadır: “1915 yılına kadar orada yaşayan Ermeni nüfustan bugün 3 kişi kaldı. Peki nereye gitti bu Ermeniler? Istanoz’da doğan ve halen Yenikent’te yaşamını sürdüren Kevork Balaban(yan), “Herkes gitti” diyor ve bölük pörçük anlatıyor: “Zir vadisindeki Zir kasabası 1200 hanelik bir kasabaydı. Eski adı 'Istanoz'du. 7 - 8 bin nüfusu vardı. Osmanlı'nın değer verdiği kasabalardan biriydi. Zamanla buradaki Ermeni nüfus Beyrut, Marsilya, İstanbul gibi modern şehirlere göçtü. Geriye bir ben bir Hatay'dan gelen eşim, bir de kızım olmak üzere 3 Ermeni kaldık. Bizim orada tarlamız, bağ bahçemiz olduğu için sık gelip gidiyorum. Burası define avcıları için bir dedikodu merkezi yani sık sık buraya define aramaya gelirler. Ama benden çekindikleri için geri dönüp giderler, bugüne kadar da hiçbir şey bulamadılar. 1966'da Varto depreminden sonra Yenikent'e taşındık. Mezarlarımız halen orada. Halen de mezarlarımıza gider bakımını yaparım. Çocukluğum burada geçti, kalabalıktı o zamanlar. Tehcir’de Zir’i terk etmeyen Ermenilerle Türkler mutlu, mesut bir hayat sürdürüyorduk; hala da öyle... Yenikentliler, eskiden bölgenin Ermeni yerleşim yeri olduğunu biliyorlar. Konuştuğumuz herkes farklı şeyler anlatsa da, ortak bir nokta var: “Ermenilerle Türkler mutlu geçiniyordu.” Söz, yaşı 60’ın üzerinde olan Yenikentliler’in: “Hemen hepimiz Ermenilerle büyüdük. Aynı okula gittik. Onlar, kızlarını da gönderiyordu okula. Acıkan yol üzerindeki bir Ermeni’nin evine gidip, rahatlıkla yemek isteyebiliyordu; aynısı onlar için de geçerliydi. Ağaçtan beraber düştüğümüz de oldu, askere birlikte gittiğimiz de… Hele bir Ermeni doktor vardı, adı Mihran Kiremitçi. Burada büyüyen çocukların hepsinde emeği vardır, Allah rahmet eylesin. Kimin çocuğu hastalansa ona giderdi, o da ‘bakmam’ demezdi. Kimseden de para aldığını görmedik.

Yine, düğünlerimiz ve cenaze törenlerimiz ortak yapılırdı. Onlar bize başsağlığına gelir, biz onlara giderdik. Bayramlar da aynısı olurdu. Onlar yumurta boyarlardı, biz de. Biz kurban keserdik, onlar da… Özlüyoruz onları.”http://behzatmiser.blogspot.com/2009/05/ergenekonla-ogrendigimiz-tarih-zir.html

Bu bilgilere ilaveten, günümüzde İstanos kökenli olduklarını söyleyenlerin internet üzerinden paylaştıklarına göz atmak gerekmektedir. İnternet sitesinin bir katılımcısı şu bilgileri vermektedir:“…büyük babamın ailesi İstanos’ta yaşamıştı. Büyük babamın adı Karabet…, kız kardeşini ve ailesinin geri kalanını kaybettiğinde (dedesinin anne ve babasının Türk askerlerince öldürüldüğüne inanıyor) 6 yaşındaydı. Ben kabul etmek istemiyorum ancak annem ve babam onların Türk olduğunu düşündüklerini söylüyorlar”. Strazburg, Fransa’da yaşayan bir diğer katılımcı ise büyükbabası Capriel Parakian hakkında bir ktap yazmak için bilgi topladığını, büyük babasının 1914 yılında İstanos’ta doğduğunu, Gadar adında bir kız kardeşi ve Garabet ve Misak adında iki erkek kardeşinin olduğunu, babası Krikor Parakian’ın ise İstanos’un belediye başkanı ve aynı zamanda şehrin fırıncısı olduğunu söylemekte ve yine Türklerin yüzünden ve zorunlu çalışma koşullarında öldüğüne inanmaktadır (http://armeniangenealogy.org/forum/viewtopic.php?f=9&t=365).

Yukarıda da belirtildiği gibi yerleşim yerinin tarih içindeki değişiminin izlerini sürmek kısmen mümkün görünmektedir Ancak taradığımız kaynaklarda İstanos’daki Ermenilere ne olduğunun ipuçlarını bulmak mümkün olmamaktadır. Bunun için Ermeni kaynaklarına başvurmak kaçınılmazdır. Buna göre, Ankara’daki Ermeniler’in çoğunluğunu devlete bağlılığı tam olan Roma Katolikleri oluşturmaktadır. Bunlar kendilerinin Ermeni olarak nitelenmesini dahi istememekte ve “Katolik Milleti” olarak anılmakta, Türkçe konuşmakta ve Ermenice harflerle yazmaktadırlar.  1915 yılındaki tehcir kararının ardından ise Ankara Ermenilerinin göç ettirilmesine Vali ve Emniyet Müdürünün yerel düzeyde karşı koymaları olduğu ancak daha sonra İstanbul’un bu kişileri görevden alarak tehciri sağladığı belirtilmektedir. Göçe zorlananların başlangıçta ağırlıklı olarak Gregoryan Ermeniler oldukları ve Katolik ve Protestanların bundan muaf tutuldukları ifade edilmektedir. Ancak bundan sonrasında yaşananlar için farklı rivayetler bulunmaktadır. Katolik Ermenilerin tehcirden muaf oldukları emri bulunduğu bilgisi ile birlikte İstanos’lu Ermenilerin Ankara’ya toplandıkları, Katolik erkeklerin ayrıldıktan sonra akıbetlerinin belirsiz hale geldiği, kadın ve çocukların ise bir kısmının Müslümanlığı kabul ederek şehirde Türklerin yanına verildikleri, Müslümanlığı kabul etmeyenlerin ise Suriye ve Mezopotamya’ya gönderildikleri belirtilmektedir. (http://armenianhouse.org/bryce/treatment/381-388-ch12.html).

Son söz: Tarihte olanları bugünün algıları üzerinden tayin etmek gibi bir hataya düşmemeye özenle birlikte, Ankara’nın tarihinde ekonomisiyle de belirgin yer tutan bir yerleşim yeri olan İstanos’un olduğu kadar tarihte ki Ankara’nın tüm sosyolojik yapısıyla ve kültürüyle tanınıp, bilinir kılınması Ankaralıların ve ilgili herkesin boynunun borcudur sanırım. 

 
Toplam blog
: 129
: 1104
Kayıt tarihi
: 12.06.06
 
 

Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F mezunuyum. Yüksek Lisans diplomalarımı G.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü'nd..