Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

İşte bu benim babam

İşte bu benim babam
 

" İşte bu benim babam ve annem"


Orta Anadolu’nun ismi duyulmamış kasabasının tozlu yollarından ve umut yeşermeyen beklentilerinden uzaklaşıp, şehrin geleceğine gitmek isteyen Hasan, yeni evlendiği eşiyle birlikte, içerisi tavuk, yumurta, ter kokan küçük, koltukları dar ve eski bir minibüse bindiklerinde gelecekten yine de umutluydular…

Şehrin garajına indiklerinde, insan ve araç kalabalığı yoktu. Kış olmasına rağmen, havada oksijen insanın ciğerlerini bayram ettiriyordu. Hasan ve Güllü, şehre ürkek baktılar. Umuda, el ele tutuşup, kenetlenerek kendilerini bekleyen akrabalarının evine yürüyerek gitmeyi denediler. Yol uzun ve yokuşluydu. Adımlar uzadıkça aşağıdaki evler de gittikçe küçülüyordu. Güllü, yorulan bedenini soluklandırmak istediğinde eşine sordu;

“Bey biz nerelere geldik?”

“Buraya Altındağ diyorlar. Herkes evlerini yamaçlara yapmış. Kardeşinin bize tuttuğu evde amma zirvedeymiş. Ha gayret!”

İki sevdalı, neredeyse gökyüzüne yaklaşmışlar, yokuşlu yollarda kan-ter içinde kalmışlardı. Kiraladıkları her halinden ev olmadığı belli olan odaya girdiklerinde, dağın sert taşı, nemlice ikisine, “ Hoş geldiniz” diyordu. Getirdikleri kilimi yere serdiler. Hasan, biraz biriktirdiği parasıyla gerekli eşyaları aldı. Çaydanlık, yerine göre çay verdi, akşamları da, patatesi kaynatıp aç midelerini yumuşattılar. Geceler, haince ayazdı. Tahta yatak hiç de yumuşak ve rahat değildi. Yere serilen kilim çoğu geceler yorgana destek oluyordu. Pencerenin çatlaklığından sızan soğuk ise yüzleri ürpertiyordu.

Hasan iş aradı. Ne sınav nede umutsuzluk vardı 1950 yıllarında. Uzun sürmedi. Yıllarca yokuş canına tek demişti, öğle paydoslarının yemeklerinde. Artık bu rutubet ve kaya olan evde durmak imkânsızdı. Şehrin, uzak varoşları dolaşıldı. Zabıtalardan korunmak için perde gerisinde harç ve tuğlalar yükseldi, sevdalar gibi. İki katlı beyaz badanalı evin bahçesinde kiraz ağaçları yükselip, tepelerinde çocukları, kirazların irilerini kulaklarına takıp, gülüşerek oynadılar. Hasan, bahçesinde tavuklar üretti. Eşekle karpuzu uzak diyarlara satıp, ailesini daha rahat yaşatmayı düşündü. Çocuklar birdi dört oldu. Geceler, gündüze emeklendi. Bir başka kuruma maaş fazla diye yine sınavsız geçildi. Ev satılıp, Apartmana taşındı ve ardından, gecekondunun yarı sermayesiyle yayınevi kuruldu, oda yetmedi matbaa açıldı on beş kişiye ekmek verildi 12 Eylül’ün darbeli sabahına kadar.

İşte bu benim babam ve anam,

Bize, çalışmayı, onuru, dürüstlüğü, haram yememeyi ve devletin malında, tüyü bitmemiş bebeklerin de haklarının olduğunu öğrettiler.

Dünden bugüne ne kazandık?

Sadaka toplumunu, devletin kasasını boşaltanları, kazanmadan yemeyi, işsizliği, onursuzluğu ve teknolojinin ürettiği robotlar ile ekran ardına gizlenmiş duyarsız insanları.

Neler kaybettik?

Aşımızı, İşimizi, Umudumuzu ve Geleceğimizi, en önemlisi de, Onurumuzu…

Gerisini de siz tamamlayın.

Kalın sağlıcakla…

Ertuğrul ERDOĞAN

erterd@msn.com

13 Aralık 2008/Bursa

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..