Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '20

 
Kategori
Tarih
 

İşte bu meclis

İşte bu meclis
 
Gazanfer ERYÜKSEL
 
Sohbetlerde anlatıyorum hep, 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlayan Kemalist Devrim süreci bir Milli Birleşik Cephe inşası olarak başlamış,  Cumhuriyetin ilanından Atatürk’ün ölümüne dek sürmüştür. Bu cephenin adına Atatürk “Müdafa-i Hukuk” demiştir.  Bu ifadenin temelinde de Meclis gerçeği vardır. “Önce Meclis mi, ordu mu?” adlı yazımızı okumayanlara öneririz efendim. 
 
İlk Meclis kurulduğunda lise öğrencisi olan kâtiplik görevi yaparken genç yaşta oturumları izleyen Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Meclis’in yapısını “İlk Meclis” adlı kitabında şöyle anlatmaktadır. 
 
“Milletvekillerinin kılıkları, giysileri, yaşları, düşünsel düzeyleri ve görgüleri başka başka ve çok değişik; beyaz ak sakallı, cüppeli, eli tespihli hocalarla, pırıl pırıl üniformalı genç subaylar; yazma veya şal sarıklı aşiret beyleri, külahlı ağalar ve kavuklu çelebilerle Avrupa’daki yükseköğretimlerinin bitirip yeni dönmüş, Batı kültürüyle yetişmiş, nokta bıyıklı, “Kuvayi Milliye” kalpaklı gençler yan yana oturuyorlar.” (sf. 15)
 
Bu anlatım Milli Birleşik Cephe’nin dış görünüşüdür. İlk Meclis’te iki ana çizgi vardır. Birinci görüş; “Milli mücadele başlamıştır. Bu sebepten yeni bir hükümette, yeni bir devlete ihtiyaç vardır”  diye düşünenler. Bunlar Kuvayi Milliyeci gençlerdir. Örneğin, İsviçre’de hukuk okumuş, henüz 38 yaşında Mahmut Esat Bozkurt, Manisa milletvekili Refik Şevket İnce, gazeteci Yunus Nadi, Balıkesir Kongre Başkanı Hacim Muhittin Bey, Mazhar Müfit Kansu, eğitimci Mustafa Necati Bey…
 
İkinci çizgi ise daha çok hoca ve ulema tarafından temsil edilen görüştür. “İşimiz yeni bir oluşum değildir. Hükümet kurmaya gerek yoktur. Asıl makam, Halife ve Padişahtır. Amacımız Halife ve Padişahı kurtarmaktır. Halife-Padişah kurtulunca Osmanlı Devleti devam edecektir” diye özetleyeceğimiz görüştür. 
 
Milli Birleşik Cephe diye ifade ettiğimiz bu yapının ortak paydası, çimentosu ülkenin bağımsızlığına yeniden kavuşmasıdır. Atatürk ise şu söylemiyle öne çıkmaktadır. Padişah esirdir, tutsaktır. Onun için onun adına bir padişah vekili atayamayız. Bağımsız bir başbakan da yaratamayız. Ancak, bu işleri yürütmek için Meclis’in seçeceği bir hükümete ihtiyaç vardır. Savaş kazanılıp Padişah kurtarıldıktan sonra Meclis bu konuda kararını verecektir.   
 
İşte burada Atatürk’ün Meclis’in toplanması için Anadolu’ya gönderdiği bildiri hatırlanmalıdır. Bu bildiride “0lağanüstü yetkilere sahip” bir Meclis’ten söz etmektedir. Bu Meclis yine kendi deyimiyle “Kurucu bir Meclistir”. 
 
Ve işte bu Meclis 02 Mayıs 1920’de kabul ettiği bir yasayla “İcra Vekilleri Heyeti”ni yani Bakanlar Kurulu seçimini gerçekleştirmiş ve Meclis Hükümet Sistemini benimsemiştir. 
 
Ve işte bu Meclis, 29 Nisan 1920’de “Hıyanet-i Vataniye Kanununu” ve daha sonra da “İstiklâl Mahkemeleri Kanunu” kabul ederek devrim yolunda ilerlemiştir. 
 
Ve işte bu Meclis, 06 Mayıs 1920’de İstanbul Hükümeti ile resmi haberleşmeyi yasaklamış, 07 Haziran 1920’de İstanbul Hükümeti’nin 16 Mart 1920’den sonra yaptığı bütün anlaşmaların hükümsüz olacağı yasayı kabul etmiştir.  
 
Ve işte bu Meclis, 19 Mayıs 1920’de Sadrazam Damat Ferit Paşa ve hükümet üyelerinin “Vatana Hıyanet” yasasına göre yargılanmalarına ve vatandaşlıktan çıkarılmalarına karar vermiştir. 
İşte bu Meclis, 24 Mayıs 1920’de İstanbul Hükümetinin yaptığı her türlü atamanın geçersiz olduğunu kabul etmiştir. 
 
İşte bu Meclis, 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’nın imzalanmasına karar verenlerin ve bu antlaşmayı imzalayanların vatan ihaneti ile suçlanmasına karar vermiştir. 
 
Özetlersek; çiçeği burnunda bu Meclis söz konusu kanunları kabul ederek kendi “meşru” durumuna karşı gelenlere yaptırım uygulayarak, Meclis’in tek egemen güç olduğunu dünyaya ilan etmiştir. 
Prof. Dr. Bülent Tanör’ün ifadesiyle “Birinci Meclis’in hem ideolojik, hem de kurumsal açıdan demokratikleşmede bir zirveye tırmanış olduğu açıktır.” (Bülent Tanör, Kurtuluş- Kuruluş, 7. Baskı, sf. 116) Tanör savaş dönemi Meclis’ini “savaş demokrasisi” olarak nitelemekte ve “savaşın demokrasi ürettiğini” belirtmektedir. (a.g.e, sf. 115)
 
Alev Coşkun ise şu yorumu yapmaktadır. “Açıkçası bir savaş her şeyin açıkça konuşulduğu bir Meclis’te demokrasiyle yönetiliyordu.”
 
İlk Meclis dönemini Atatürk Nutuk’ta şu sözleriyle özetler. “Gerçek, Osmanlı saltanatının ve Hilafetin yıkılmış ve ortadan kalkmış olduğunu düşünerek yeni temellere dayanan, yeni bir devlet kurmaktan ibaretti. Fakat durumu olduğu gibi dillendirmek, amacın büsbütün kaybedilmesine yol açabilirdi. Çünkü halkın düşünce ve eğilimleri, daha Padişah ve Halife’nin mazur/özürlü durumda bulunduğu yolundaydı. Hatta Meclis’te, ilk anda, hilafet ve saltanat makamıyla temas kurmak ve İstanbul Hükümetiyle uzlaşma aramak akımı baş göstermişti.”
 
Her şeye rağmen işte bu Meclis, Anadolu’daki antiemperyalist savaşı yöneten ve zafere ulaştıran Gazi Meclis’tir. 
 
Sömürgelerdeki özgürlükçü liderler her gün telgraf başında Anadolu’daki gelişmeleri takip etmektedirler. 
 
Lord Curzon parlamentoda “Kemalistleri yenemezsek sömürgeleri kaybedeceğiz” diye bağırmaktadır. 
İngiliz sömürgesi Hindistan’daki özgürlükçü lider Gandi ise “Mustafa Kemal kazanmadan önce Tanrı’yı İngiliz zannederdim” diye sömürgelerdeki durumu özetlemektedir. 
 
Meraklısı için ek: Sohbetlerde Milli Birleşik Cepheyi bir trene benzetiyorum. Devrimin her aşamasında o trenden inenler de olacaktır, binenler de.  İnen ve binenleri de yazmalıyız elbette. 
 
 
 
 
Toplam blog
: 227
: 584
Kayıt tarihi
: 16.12.15
 
 

1952 Yılında İstanbul'da doğdu. Pertevniyal Lisesi'ni ve İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akad..