Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mart '19

 
Kategori
Anılar
 

İşte Güzel Bir Haber

                Bin dokuz yüz elliden bugüne dek
                Köşeyi bucağı sardı örümcek
                Yirmi bir şıvgınım budandı tek tek.

                                               Nebi Dadaloğlu

                Kitap yazmak ne güzel!.. Kitap okumak ne güzel!.. Ve dostların dostlara kitap hediye etmesi ne güzel!..

                Bizde ziyaretlere gidilirken, bir kutu çikolata götürülür genellikle. Tabii, onun tadı da güzeldir ama…

                En güzel, en kaliteli bir çikolatanın tadı bile, güzel bir kitap kadar lezzetli olamaz. Dahası, çikolatanın tadı geçicidir. Ben diyeyim; bir, iki, siz deyin; üç, beş dakika…

                Ya güzel bir kitabın tadı?..

                Ömür boyu kalır; onun lezzeti damağınızda.

                Sözgelişi, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı romanını, 1958 yılında okumuştum; Aksu’da. Lezzetini unutamadım hâlâ. Yine Talip Apaydın’ın Ortakçılar adlı eserini 1970’de okudum Keşan’da. (Ortakçının Oğlu adıyla basıldı sonradan) ve Osman Nuri Yıldırım’ın eseri Harman Zamanı’nı okuyalı da on yılı geçti.

                Unutulmuyor, unutulmuyor hiçbiri!

                Bir ay kadar önceydi. Değerli doktor dostum Ahmet Nil’den bir telefon: “Müsaitsen, ziyaretine gelmek istiyorum.” diyor. Aksi gibi, geçirdiğimiz ağır bir grip dolayısıyla eşim de ben de hastanedeydik o an.

                “Birkaç gün sonra bir şeyim kalmaz. Önümüzdeki hafta buyurun lütfen.” dedim.

                Senin Köy Enstitülerine olan ilgini ve sevgini bildiğim için, Ayhan Tunca’nın “ “KÖY ENSTİTÜLERİ ve KEPİRTEPE” adlı kitabını getirmek istiyordum. Önümüzdeki hafta havalar iyice bozacakmış; o nedenle gelemem belki. Kitabı adresine göndereyim.”dedi.

                Gerçekten de birkaç gün sonra, “P.K. 5 Bahçeşehir” adresimdeydi; 320 sayfalık büyük boyutlu bu dev eser. (*)

                Keşan’da 1969 – 1972 tarihleri arasında üç yıl görev yaptım ama Ayhan Tunca ile de tanışamadım; Kepirtepe Köy Enstitüsü ilk mezunlarından babası Sefer Tunca ile de…

                Yazar, kitabın arka kapağında kısaca şöyle anlatmış eserini:

                “1935…

                40.000 köyün sadece 4992’sinde okul olup ülkedeki tüm öğretmenlerin sayısı 6786 idi…”

                İsmail Hakkı Tonguç, aynen şöyle demişti:

                “Türk halkının her alanda uygar ülkelerden geride kalmasının en büyük sebebi softalıktır.”

                Bu yüzden Cumhuriyet acele etmeliydi…

                İşte Köy Enstitüleri!

                Onlar, köylere uygarlığın da yolunu işaret eden Aydınlanma’yı götüreceklerdi…

                Bu okulların Trakya’daki temsilcisi ise Kepirtepe’ydi.

                Kitap, denenmemiş bir ayna tutuyor; Köy Enstitüleri ve Kepirtepe’ye.”

                Evet, eğitimci yazar Ayhan Tunca’nın tuttuğu bu aynada ben dikkate değer neler gördüm; neler duydum; neler düşündüm bakalım:

                Eserin sunumundan öğreniyorum ki, babası gibi yazarın kendisi de öğretmen. 12 Eylül darbesinde koparılıp atılmış bu meslekten.

                Oturup ağlayacağına, bakkallık yaparak geçindirmiş ailesini. Sonra dershanecilik, sonra Kız Öğrenci Yurdu işletmeciliği… Ve televizyon kurucusu, program yapımcısı, sunucu…

                Tunca’nın ailesi, bir “eğitim yurdu”, “eğitim yuvası” sanki: İki kardeşi, kızı, eşi, küçük kardeşinin eşi ve gelini öğretmen… Babası ve kendisiyle birlikte sekiz öğretmenli bir aile…

                Gelelim, dikkatimizi çeken yazılara:

                Eğitimci ve hukukçu Ertuğrul Kazancı şöyle diyor:

                “Köy Enstitüleri, antiemperyalist ve feodaliteye karşıt…

                Halkçı-devletçi ve devrimci Cumhuriyet felsefesini temsil ediyordu…

                Onun için de karşıdevrimci bir süreç, ilk fırsatta…

                Aydınlanma öğesi Enstitüleri tasfiye etti!”

                Kazancı’ya göre, Köy Enstitüleri kapanmamış olsaydı neler olacaktı?

                “Köy Enstitüleri kalsaydı; tam bağımsızlık ve antiemperyalist bir çizgide… Sadece teoride değil… Uygulamada da ülke sorunlarının tümüne el atmış kuşaklar yetişecekti!

                “Köy Enstitüleri kalsaydı; köylerinden koparak kentlerin işsiz varoşlarını dolduran çilekeşler değil, köy-kentler oluşacaktı.

                “Köy Enstitülerinde uyanan sosyal bilinç, ülke geleceğini en gerçekçi demokratik boyutlara hazırlayıp taşıyacaktı!

                “Kapatılmasalardı, içteki feodaliteye ve dış sömürüye karşıt, yurt topraklarına sahip çıkan yaklaşımın onurlu kurumları olurlardı.”

                Yani…

                “Kemalist Aydınlanma’dır; Köy Enstitüleri!”

                Kendisini yakından tanıma fırsatı bulduğum değerli yazar Oktay Akbal da şöyle diyor; bu kitaba alınan bir yazısında:

                “Köy Enstitüleri, Atatürk’ün çağdaş bilimi yaygınlaştırmak için giriştiği bir uygarlık hamlesiydi.” (17 Nisan 2012)

                Yazar Ayhan Tunca’nın öğretmen babası Sefer Tunca’nın sınıf arkadaşı İbrahim Tunalı’nın şu sözüne ne diyeceksiniz, bakalım:

                “Köy Enstitülerini kuranları da yıkanları da yakından tanıdım. Yüreğimde derin acılar duyarak gördüm ki, Köy Enstitülerini orada çalışanların, hatta zaman zaman onları örenlerin yıktığına şahit oldum. Bunların kimileriyle yaptığım yazılı ve sözlü atışmalar yüzünden 1954 yılında müfettişliğimi aldılar.

                “1980’de Köy Enstitülerini karalayanlara verdiğim toplu yanıt içinse, (Tekirdağ Yenişafak Gazetesi) Halk Eğitim Başkanlığından oldum. Aleyhime olumsuz kanaat bildirenlerin hepsi eski Köy Enstitüleri yöneticileri idi.

                Hayda!..

                Ne cevap verelim de gönlünü ferahlatalım; İbrahim Tunalı’nın?

                Gelin, güzel bir anı ile bitirelim bu söyleşiyi:

                2008’de Heykeltıraş İlhan Koman adına bir sempozyum düzenlenmiş Edirne’de. Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bünyamin Özgültekin, açış konuşmasında, “Köy Enstitülerinden bir örnek vermek isterim.” diyerek şöyle anlatır:

                “Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Savaştepe Köy Enstitüsü’ne bir ziyarette bulunur. Bu heyetin içinde Saffet Gürman Paşa da vardır. Savaştepe’de yemek yedikten sonra, İnönü dışarıdaki çalışmaları görmek ister.

                Bir kulübenin yanında gördüğü bir kız çocuğunun yanına gider. Çocuk, “Hoş geldiniz” deyip elini öper İsmet Paşa’nın. İnönü sorar:

                 -Adın ne senin?

                -Hatice efendim.

Sırtında bir azık torbası bulunmaktadır Hatice’nin. İnönü, o torbada neler olduğunu merak eder. Hatice teker teker çıkarır torbasındakileri: Zeytin, ekmek, su… Ancak torba hâlâ şişkindir. İnönü gülümseyerek ısrar edince, Hatice torbasındaki son azığını da çıkarır. Bu bir kitaptır!

Hem de Sofokles’e ait bir kitap…

İnönü çok duygulanıp sevinir. Dönüp Saffet Gürman Paşa’ya der ki:

-Paşam, bu ülkenin çocukları, azık torbalarında kitap taşımaya başladılarsa, ülkenin sırtı yere gelmez bir daha!”

                Ne yazık ki, çok geçmeden, İnönü’nün de kursağında kalacaktır bu sevinç!

                Daha iyi anladınız mı şimdi, Köy Enstitülerine kimlerin, niçin ısrarla karşı çıktıklarını!

                Okuyan, düşünen, eleştirip yorum yapan köy çocuklarıyla başa çıkmanın kolay bir iş olduğunu mu sanıyorsunuz siz?

               Atatürk ve İnönü adını dillerinden eksik etmeyenler, her fırsatta anıtlarına çelenk koyup mezarlarını ziyarete gidenler!

                Onlara verilecek, yukarıdaki anıya benzer, güzel bir haberiniz var mı sizin?

                Yoksa, ne diye rahatsız edip duruyorsunuz ki onları, ikide bir!

Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

-----------------------------------------------------------------------

  • (*) Söyleşilerde… Anılarda… Saklanmış Yazılarda… KÖY ENSTİTÜLERİ ve KEPİRTEPE (Ayhan Tunca, Yöre Yayınları – 15, Edirne 2018 – Telefon: (0234) 213 13 84)

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..