Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '19

 
Kategori
Yetenekler
 

İşte Hasan-Âli Yücel!

            

öyle günlerim oldu

öyle günlerim oldu ki

kuru ekmek yedim ama

hak hukuk çiğnemedim

haram da yemedim hiç

H.E.

                “Balık baştan kokar” denir ya, çok doğru bir söz... Yönetici, yani “baş” iyiyse, her şey iyi olur. Herkes, yani emrindekiler de ister istemez iyi olmak zorundadır.

                Ya bir de o “baş yönetici” oturduğu koltuğa layık değilse… O zaman her şey bozulmaya başlar işte!

                Yuvarlak sözler etmeyi bırakıp yaşanmış örnekler vereyim ben en iyisi:

                Yıl 1931… Sonradan Köy Enstitüleri’nin efsane müdürlerinden biri olan Hürrem Arman, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü ikinci sınıf öğrencisi… Coğrafya kitapları, Türkiye haritaları ve atlaslarda adına sıkça rastladığımız Faik Sabri Duran bu okulun müdürlük görevinden ayrılır. Yeni müdür, Avni Yukarıuç olur.

                Bildiğimiz gibi, her yeni müdür, şöyle ya da böyle belli eder kendini. Avni Bey nasıl belli etmiş, bakalım:

                “İkinci yıl okulumuzdaki en önemli değişiklik yönetimde görülüyordu. Öğrenci özgürlüğü ve yönetimi kalkmış, bir despotluk başlamıştı. Anlamsız bir tasarruf kaygısı ile yemekler berbatlaşmış, üç buçuk liralık aylığımız kesilmiş, bunaltıcı bir hava estirilmeye başlanmıştı. Bir yıl önce mütalaalarda (etüt, birlikte çalışma) bizimle beraber olan kız arkadaşlarımız, bu saatlerini yatakhanelerinde değerlendirmeye başlamıştı.”

                Aman, ne iyi müdürmüş bu böyle! Ne demekmiş, “öğrenci özgürlüğü”? Hele hele kızlarla erkeklerin birlikte çalışması? Olacak şey mi bu! İyi bir yönetici, ateşle barutu yan yana getirir mi hiç!

                Matematik bölümünde, okulun en gözde öğrencilerinden biri Kemal’dir. Tüm öğretmenlerin gözbebeği… Böyle bir öğrenciye, okul müdürü olarak, bir iyilik yapmak, bir ödül vermek gerek, değil mi ya!

                Bir cumartesi günü, öğleden sonraki askerlik dersinde, öğretmeninden izin alan Kemal, Ankara’ya inip sinemaya gider.

                Yine hep bildiğimiz gibi, o günlerde de cumartesi öğleden sonraları tüm resmi daireler gibi okullar da tatildir. İsteyen öğrencinin “idare”ye haber vermeden Ankara’ya çarşıya, sinemaya gitmesinden doğal ne vardır?

                Okulun gözde öğrencisi Kemal’in “yönetim”den izin almadan okuldan ayrıldığını öğrenen yeni müdür, üyeleri evlerinden getirterek disiplin kurulunu toplar hemen. Etkisini ve yetkisini kullanarak okuldan uzaklaştırma cezası verdirir Kemal’e. Pazartesi günü cezayı Bakanlığa onaylatıp kararı uygulamaya koyar gecikmeden.

                Müdür dediğin böyle olur işte! Sert mi sert! Acımasız mı acımasız! Otorite dediğiniz şey başka nasıl sağlanır ki!

                Bu olayın duyulması, isyana sevk eder öğrencileri. Öğretmenlerden Hayri Dener ve Avni Refik Bekman’ın, bu kararı protesto ederek istifa ettikleri, Bakanlıktan bu kararı değiştirmeye çalıştıkları duyulur.

                Disiplin kurulu üyesi, ünlü eğitimci Halil Fikret Kanat’ın bu cezaya engel olmamasına hayret eder öğrenciler. Otoriter ve acımasız bir yöneticiye karşı direnmek, her yiğidin harcı mı?

                Şimdilerde “finaller” denen bitirme sınavlarının başlamasına az kalmıştır. Pek çok uğraşılar sonucu bir orta yol bulunur: Kemal, bir otelde kalacak; yemeklerini dışarıda yiyecek ve sınavlara girecek.

                İyi, güzel de, otel ve yemek masraflarını nasıl karşılayacak bu öğrenci?

                Buna da bir çözüm bulunur: Dersine giren bölüm öğretmenleri üzerlerine alır; sevgili öğrencilerinin bu giderini.

                Kendisine gösterilen bu sevgi ve güvenin karşılığını pek güzel verir Kemal. Üstün bir dereceyle bitirir okulu. Ve Kabataş Lisesi “Cebir ve Geometri Öğretmeni” olarak atanır. Hayatı boyunca başarılı, sevilen ve sayılan bir öğretmen olarak anılır hep.

                Yazar Hürrem Arman, Kemal aklına geldikçe, o günkü yöneticilerin sonradan bu olayı anımsadıklarında utanıp utanmadıklarını merak eder hep.           

                Işıklar içinde yattığına inandığım sevgili Köy Enstitülü eğitimcimiz!

                Onlarda utanacak yüz olsa, böyle mi yaparlardı?

                Bir süre sonra, Bakanlık Müfettişi Hasan-Âli Yücel müdür olarak atanır okula. Bakalım, yeni müdür için ne diyor yazar:

                “Hasan-Âli, okulun yaşayışında gözle görülen pek çok değişiklik yaptı. ‘Bakkalca’ bir yönetim okuldan kalktı. Yemekler düzeldi. Okulun ders dışı öğrenci yaşayışı canlandı. Müsamerelere kendisi de katılmaya başladı. Öğretmenleri de birleştirme çabasında olduğunu seziyorduk. Sürekli toplantılar yapılıyordu. İşe başladığının ilk gününden itibaren bütün öğretmen ve öğrencilerin yemekhane yanında ayrılan bir odada sigara içmelerini istedi. Başka yerde sigara içilmeyecekti. Buna kendisi de uyuyordu.” (*)

                Hayret! Ne biçim müdür bu! Kendi koyduğu kurala kendisi uyuyor önce! Böyle yaparsa, otoriteyi nasıl sağlar bu müdür? Bakalım:

                Hürrem Arman ve arkadaşlarının dershaneleri en üst katta, sigara odası ise en alttadır. On dakikalık teneffüslerde, sigara içenlerin en alta inip sonra en üst kata çıkmalarına zaman yetmez. O nedenle yazar, dersten çıkar çıkmaz sigara yakar, içerek aşağıya iner, orada bitirdikten sonra koşarak yukarı çıkar, yine de zor yetişir derslere.

                Yine bir gün, sigarası elinde çabuk çabuk inerken aşağıya, “Müdür”le karşılaşır. Yanan sigarasını saklamaya gerek görmeden selam verir. İkinci teneffüste müdürün odacısı, Müdür Bey’in kendisini beklediğini söyler Arman’a.

                Odasına girince, “Kuralımızı neden bozuyoruz?” diye sorulunca, yazarımız da kurala uymak için uyguladığı yöntemi anlatır. Dikkatle dinleyen Hasan-Âli Bey, yardımcısına dönerek, “Bu arkadaş haklı… Bunların koridoruna bir tükürük hokkası koyalım. Bu öğrencimiz ders aralarında sigarasını kendi koridorunda içsin.” der.

                Sonra Arman’a, bölümüyle ilgili başka sorular sorar.

                Düşünün ki, 1930’lu yıllarda bağırıp çağırmayan, tehdit etmeyen, öğrencisini küçümseyip aşağılamayan bir müdür… Her şeyden önce, dinlemesini biliyor. “Dediğim dedik, çaldığım düdük.” demiyor. Ceza vermeyi değil, çözüm üretmeyi seviyor.

                İşte Hasan-Âli Yücel’in farkı!

                “Hayatta ben en çok babamı sevdim” diyen şair Can Yücel haksız mı? Kim sevmez böyle müdürü, böyle babayı?

                Ne yazık ki, öğrencilik ve öğretmenlik yıllarımda pek az rastladım ben böyle yöneticiye.

                Bu olayı anlattıktan sonra diyor ki yazar:

                “Yeni müdürün bu anlayışı beni çok sevindirmişti.”

                İnanıyorum ki ben, Hürrem Arman’ın başarılı bir Köy Enstitüsü Müdürü oluşunda, İsmail Hakkı Tonguç’un öğrencisi olduğu kadar, Hasan-Âli Yücel’den aldığı bu dersin de çok büyük etkisi olmuştur.

                Darısı bugünkü yöneticilerimizin başına!

                                                                                          Hüseyin Erkan

                                                                  huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

  • (*)Piramidin Tabanı, Köy Enstitüleri ve Tonguç: Anılar, Hürrem Arman, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Yayınları, 2016
 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..