Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ağustos '12

 
Kategori
Deneme
 

İstediğim ben

Hayatınızda hep istediğiniz insan mı oldunuz?

Herkesin hataları olur, normaldir bu yüzdendir tadarak, büyü, yaşayarak öğren öğütleri...

Bir akrabamın nişanında, babası ile dans ederken arka fonda ki parça "Çok seneler geçti, dönen yok seferinden" di... Dalmışım, şarkıya eşlik ediyordum. Bana "Kaç yaşındasın da çok seneler geçti" dedi. Haklıydı, çok seneler geçmemişti ama kendimi geliştirerek büyüdüğümün farkında olarak, kimi insanın yıllarını harcadığı, küçük gençlik dönemi yaşamıştım. Ben, kendim kendimi büyütmüştüm. Hayatın zorluklarını, erken yaşta görmüş, savaşmış ve kendime bir rota çizmiştim.

Yaşanmışlık demek, yıllarla ölçülen bir şey değil. Elli yaşında şu ana kadar hiç bir zorlukla karşılaşmamış, yediği önünde, yemediği arkasında bir adam ve on beş yaşında babası alkolik, annesi küçük yaşta gitmiş bir kız çocuğu... Sizce hangisi için "Çok seneler geçti, dönen yok seferinden?"

14 yaşımdan beri, kendimden bir insan oluşturma çabasındayım. Hedefim hep aynıydı, hayallerimde öyle fakat ben hiç onlara uygun düşecek bir hayat yaşamadım ki...

Hedef belliydi. Araştırmacı, soruşturmacı, gazeteci Damla Akkaş.

Ben gittim Güzel Sanatlar okulu sınavına girdim. Kendi okul derslerime çalışmadım.Sonuç ikisini de kazanamadım. Aslında amacım gazeteci olup Kız Kulesi'nde piyano konserleri veren biri olmaktı. Herkes tarafından yadırgandım. Başarılı Damla başarısız... Uzun bir süre... Ama bunun asıl nedeni başkalarını çok dinlememmiş. Bunu fark ettiğimde 16 yaşındaydım.

Kendi öz annem bana Güzel Sanatlar için yeterli olmadığımı söyledi -sınavlarına hazırlanırken. Nerede konusu geçse, " olmayacak gibi, yeteneklileri alıyorlar... " dedi. Anneme bu zamana kadar hep müteşekkirdim. Fakat bunun kırgınlığı hiç geçmedi. Kazanamadım. Çünkü sınava girmeden 10 dakika önce bana " şurdakilere bak hepsi çalışıyor, sen çalışmadın ki" dedi. Çalışmıştım. Ama morale ihtiyacım vardı, eğer kazanamayacak olsam bile benim morale ihtiyacım vardı. Morale ihtiyacım vardı benim...

Sonraları herkes kızdı annemi suçladığım için bu konuda. Belki haklı olabileceklerini düşündüm. Ta ki lise ikinci sınıf geometri sınavım öncesi gecesi...

Özel ders alıyordum. Çalışmıştım gerçekten. Bütün formülleri ezberlemiştim. Hiç çalışmadığım kadar çalışmıştım bu sınava. Gece yarısı son sorularımı çözerken annem geldi yanıma. Bana bakarak " Sen hiç çalışmadın. "Ben biliyorum yine kötü alacaksın" dedi. Oysa ki o gece bir kere bile yanıma gelmemişti. Bilmiyordu. Hiç bir şey bildiği yoktu. Gözümü hırs bürüdü. Göz yaşlarım bile temizleyemedi. Ağlıyordum, hırsımdan mutsuzluğumdan, sinirimden, aptal duygusallığımdan ağlıyordum. Devamında çalışamadım ama oturdum orda bütün gece oturdum. Ertesi gün uykusuzluk, mutsuzuk ve umutsuzlukla girdim o sınava. Soruların hepsini biliyordum. Yalnızca sayılar farklıydı, dün hepsini çözmüştüm. Ve başladım sınava. Birinci sorunun cevabını üçe, dördün cevabını altıya, sekizin cevabını birinci soruya yazarak...

Ben annem ne kadar hata yaparsa yapsın yüceltmiştim onu. Çünkü o anneydi, görmüş geçirmişti. Sırf adı anne olduğu için bile o her zaman haklıydı. Hayır anneler her zaman haklı değildi. Anneler her zaman haklı olsa o 15 yaşındaki çocuğu bırakıp kaçmazdı bir anne. Aralarda onu görmeye okuluna gelmezdi. Yüzsüz olmazdı...

Benim annem kötü biri değildi. Yalnızca hayatla arası her zaman çok iyi olmamıştı. O az yaşına çok şey sığdıranlardandı. Bu hayatta herkesin hataları vardı. Fakat annemin çok yaşanmışlığı vardı...

Bunun için onu suçlayamazdım ama ben suçladım. Örneğin annesi öldüğünde okulu bırakmıştı. Yalnızca 16 yaşındaydı o... Ve evde "anne" o olmuş. Yemek yapmış, çamaşır yıkamış... Hayat akıp giderken o evi idare etmiş. Fedakarlık yapmış. En çokta bu yüzden kızdım ona. "Fedakar olma, elinde yalnızca bir hayat var! " dedim. Bana cevap vermedi.

Küçüklüğüm de annem sinirli biriydi. Hayatın acımasızlığına isyan edercesine bir siniri vardı. Beni, babamı, ailemizi, evimizi seviyordu. Ama sinirliydi. Belki de beni gördüğünde mutsuz geçen hamileliğini, babamı gördüğünde mutsuz olduğu düğününü, evimizi görünce o ilk hiç sevmediği evini görüyordu...

Artık hepimiz büyüdük. Annem bana baktığında olgun bir genç kız görüyordu, bebekliğime yakın bir tarafım yoktu. Bu yüzden hamileliğini hatırlamıyordu. Babama baktığında hayat arkadaşını sevgisini, ve büyüttüğü insanı görüyordu. Evimizi ise çok seviyordu. Çünkü burada yeni bir hayat kurmuştu annem. Sevgisiyle duvarları şeker pembesi yapmış, sıcaklığıyla yataklarımızı ısıtmıştı...

Şimdi ben de olmak istediğim insan olmadığımı fark ediyorum. Olmak istemediğim ne varsa o oluyorum. Haftaya 17'me gireceğim. Bu yaş bana çocukluğumun son, yeni bir hayatın giriş basamağı gibi geliyor. 18 olunca bir şey değişmiyor biliyorum. Yalnızca ehliyetim oluyor. Ama benim için çok şey değişecek. 18 olana kadar hatalarım çocukluğuma veriliyordu. Yazılarımı birinin sorumluluğunda yayınlıyordum. Ama bu tutsaklıktı. Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hürdü benim için. Bu yüzden önce okul gazetesinden istifa ettim. İstifa mektubumun son satırlarına;

"Kendi ayaklarım üstünde durmaya başlayınca kadar sessizliğimi koruyacağım ve bu arada öğreneceğim, olgun bir insan olarak kendimi yetiştirdiğimde ben sizi görmeyeceğim ancak siz beni göreceksiniz. "

Yazdım.

Evet, 18 olmak bir şeyi değiştirmeyebilir ama 18 olmak çok şey değiştirecek. Şimdi ben fırına verilmeyi bekleyen bir kekim. Şimdi yensem eğer, insanlar yadırgar." Daha pişmedi. Hamur hamur yenir mi hiç! " Ancak fırından çıktığımda bana kimse karşı duramayacak...

İstediğim insan olarak istediğim şekilde ve gülümseyerek...

 

 
Toplam blog
: 4
: 223
Kayıt tarihi
: 19.07.12
 
 

Bilkent Üniversitesi- Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi GazeteBilkent Politika Birimi yazarı. Gelec..