Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Haziran '08

 
Kategori
Psikoloji
 

İster İnanın!.. İster İnanmayın!..

İster İnanın!.. İster İnanmayın!..
 

sezgisel enerji


Hayatım boyunca insanların bana en fazla sordukları sorular ve söyledikleri sözler; "Beni bir yerlerden tanıyor musunuz?", "Bunu nasıl bilebildiniz?", "Aaaa! İnanmıyorum doğru söylediniz.", "Beni, bana anlatıyorsunuz.", "Şok oldum söylediklerinize, sizden korkulur.", "Benim hakkımda bu bilgileri size kim verdi.", "Ne olur. Lütfen! Falıma bakın." vs…

Bildiğiniz gibi yaşantımız süresi içerisinde her gün bir çok olayla karşılaşırız. Tüm insanlar bu olaylara ağır basan kişilikleriyle cevaplar verir. Büyümemizi, eğitimimizi, iş hayatımızı, aşklarımızı, ilişkilerimizi, kısacası günlük yaşamımızda geçirdiğimiz her anı dört temel kişilik tipiyle yaşarız. Bu dört temel kişilik sırasıyla düşünsel, duygusal, duyumsal ve sezgisel kişiliklerdir. Yaşantısındaki olayları mantık çerçevesinden değerlendiren insan tipleri genelde düşünsel kişiliğe sahiptirler. Düşünsel kişiliğe sahip olmak bu kişilik tipinin ağır basması demektir. Peki, düşünsel kişiliğe sahip bir insan, duygusal olamaz mı? Ya da duygusal bir insanın duyumsal özelliği de gelişmiş olamaz mı? Tabi ki olabilir. Örneğin; duyumsal bir insanın olaylara bakış biçimi sorgusaldır. Çoğunlukçu değerlendirmeler yapar. Başka insanların sözleri, onlardan aldığı tepkiler, çevreden duydukları, içinde bulunduğu olay hakkında karar vermesine en büyük yardımcıdır. Ama yine bu insan düşünsel, duygusal veya sezgisel kişilik özelliklerinden birini yoğun biçimde yaşayabilir. Sadece baskın olan ana kişiliği duyumsal kişiliktir. Hatırlayacaksınız sizler bile karşılaştığınız kişiler hakkında; "Duygusal biri.", "Zeki bir insan", "Fikir almadan karar vermez. Çok garanticidir." gibi yorumları muhakkak yapmışsınızdır. Bu dört temel kişiliği özellikleri bakımından tanımak ve geliştirmek mümkündür. Kendimizi tanıyıp, kişiliğimizi geliştirdiğimiz bu süreç tamamen doğal bir süreçtir.

Benim gibi sezgisel kişiliği baskın olan birçok insan var. Ama kişilik özelliklerini geliştirdikleri o doğal süreç içerisinde, altıncı hislerinden, sezgisel algılama güçlerinden, üçüncü gözle görme yeteneklerinden bihaberler. Zamanla yaşantımız içerisinde daha çok kullanabildiğimiz diğer kişilik özelliklerini benimsiyorlar. Ben bunu bir sporcunun antrenmanına benzetiyorum. Söz gelimi bir jimnastikçi yaptığı antrenmanlarla elastik bir vücut yapısına sahip olurken, vücut geliştirmeciler kaslarla dolu daha hantal bir vücuda sahip olurlar.

İçersinde sizin de olduğunuz bir fotoğraf düşünün, hatta böyle bir fotoğrafı elinize alıp göz gezdirin. Ne hissediyorsunuz? Dikkat ediyorsanız sorduğum soru ‘’Ne görüyorsunuz? ’’ değildi. Sezgisel duyuları benim gibi gelişmiş tüm insanlar olaylara altıncı hisleriyle bakabilen kişilerdir. Bizler baktığımız ve gördüğümüz nesneleri, nedeni, sonucu ve şekli itibariyle değerlendirmek yerine enerjisi, anlam boyutu ve hissettirdikleri bakımından değerlendiririz. İşte bu yüzden elinizdeki fotoğraf farklı kişiliklerdeki insanlara zamanın durduğu o anı ve şekilsel güzellikleri temsil ederken. Bizler, o fotoğrafa ait canlı birçok detayı, altıncı his kişilik özelliğimizle hissedebilir, üçüncü göz duyumuz sayesinde ise başka bir boyutta görebiliriz. Zamanın donduğu o an fotoğraftaki bakışınız hala canlıdır. Gözlerinizden ruhunuza inebilmek, sizin nasıl bir insan olduğunuz konusunda bilgi sahip olabilmek kolaydır. Giydiğiniz giysiler, etrafınızdaki nesneler ve özellikle diğer canlılar sayesinde şaşıracağınız birçok farklı durumları hissedebiliriz.

Genelde iddialı insanlardan pek keyif almam. Arkadaşlarımı, naif, doğal, sorun yaratıp hata bularak tartışmak yerine, çözüm bulabilen kişilerden seçmeye dikkat ederim. Günlük hayatımda kişiler ya da olaylar hakkında hissettiklerimi yorumlamayı pek sevmem. Çünkü yazımın başında da bahsettiğim sorular ve sözlerle sürekli karşılaşmaktan sıkılıyorum. Belki kendimle tezat düşeceğim ama şu an bloğumu okuduğunuzu hissettiğim sizlere, hissettiklerimi yazmaya borçlu olduğumu düşünüyorum. Ufacık odasının kapısı, penceresi açık, bilgisayar masasının hemen yanında sürekli sigara içen ve şu an bloğumu okuyan ağabeyi, geceyi sabaha karıştırmış yazımı sıkılgan bir şekilde okumaya başlayan ama şu an benimde sezgisel yeteneklerim var diyen yakışıklı arkadaşımı biliyorum. Unutmadan evet senin de sezgisel kişiliğin çok güçlü. :) Biraz önce eşini işe göndermiş, o muhteşem yazısını yazmaya hazırlanan ablamı, yarı çıplak koltuğunda oturan, kucağında ki diz üstü bilgisayarından beni okuyan hoş bayanı hissedebiliyorum. Ama en önemlisi sizlere göre; o zaman bloğumu okuyan, o kişiyi, bana göre şu an seni biliyorum. Kararsızlığını anlıyorum. Hissettiklerim doğru mu acaba diye soruyorsun kendine. O güzel gözlerinle yazımı okurken şaşırma ve sakın korkma. Aklında ki tüm şüpheler hakkında doğru hissediyorsun. Sana yalanlar söyleyen ve seni hak etmeyen birisiyle yeni bir hayat kurma kararı almak üzeresin. Sakın hayatını birleştirmeyi düşünme. Rahatlıkla sana zarar verebilecek sorumsuz ve seni hak etmeyen birisi o. Buradan beni bulacağını yazımı okuduktan sonra bana yazacağını biliyorum. Bana yazmaya başlamadan senden bir ricam olacak. Lütfen bana sürekli sorulan sorularla ya da şaşırma ünlemleriyle konuya girme. İleride çok iyi anlaşan iki dost olduğumuzun rahatlığıyla size sen diye hitap ettiğimi de bilmeni istiyorum..

Sevgiyle ve dostça kalınız.

 
Toplam blog
: 8
: 603
Kayıt tarihi
: 04.06.08
 
 

   1974 yılında İstanbul, Üsküdarda doğmuşum. Kadıköylü oluşum damarlarımdaki sarı lacivert kanın..