Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '16

 
Kategori
Tarih
 

İstiklal Marşı yazılırken...

İstiklal Marşı yazılırken...
 

AMERİKAN MANDASINI İSTEYENLERE, İNGİLİZ HİMAYESİNİ ARZULAYANLARA, SOVYET BLOKU HAYALCİLERİNE KARŞI O "KORKMA SÖNMEZ BU ŞAFAKLARDA YÜZEN ALSANCAK, SÖNMEDEN YURDUMUN ÜSTÜNDE TÜTEN EN SON OCAK" MÜJDESİNİ VERİYORDU...
 
Türk milleti, bir ölüm kalım savaşı veriyordu. Parolası “Ya İstiklal ya ölümdü” Ama Türk milleti İstiklali seçmeliydi. 
 
1683 Viyana bozgunu ile başlayan gerileme ve yok oluşa bir dur denilmeliydi. Bu tükeniş bu yıkılış Türk Milletinin kaderi olamazdı. Olmamalıydı…
Yılgınlık nedir bilirmisiniz? Her şeyi yaparsınız ama sonu hüsranla biter, ümitler tükenir, eller boşa çıkar… Bir yok oluşun eşiğindedir Türk milleti..
 
Türk Milleti neyi var, neyi yok her varlığını, canını kanını, her şeyini yok oluşa karşı verdi. 200 yılı aşkın hep geri çekiliş yaşadı... Taarruzu unutmuş bir ordu. Cephelerden duyular şehit haberlerine ağıtlar yakılıyordu… Gidenin gelmediği Yemen çöllerine, Sarıkamış'ın kar çiçeklerine, Nazlı Budin’e, Tuna Nehrine, Cezayir’indeki harmanlarına dahi hasret türküleri söylenir olmuştu… 
 
Yılgınlık nedir bilir misiniz? Dünyayı titreten ordu-millet evlatlarının Amerikan mandasına girmek isteyecek kadar, ingilize sığınacak kadar küçülmesidir yılgınlık…
Bilinen anekdotu hatırlayalım Türk milletinin yılğınlığı üzerine: Teslimiyete karşı mücadele bayrağını açmak için Samsun’a ayak basan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Havza’ya doğru yol alırken, sıcak güneşin altında tarlada çift sürmekte olan bir köylüyü görür, arabasından inerek köylünün yanına doğru yaklaşır ve:
- “Hemşehri. Düşman İzmir’e çıktı. Yakında Samsun’a da asker çıkaracak. Belki buraların hepsini ele geçirecek. Sen ise rahat toprağı sürüyorsun.” 
Bir eliyle alnındaki teri silen yaşlı adam, bir eliyle sıkıca kavradığı sabanı tutarak üzerindeki üniformadan ‘önemli’ bir adam olduğunu anladığı Gazi’ye şöyle çıkıştı.
- “Paşa, Paşa... Sen ne diyorsun? Biz üç kardeştik. İki de oğul vardı. Yemen’de, Kafkasya’da, Çanakkale’de hepsi elden gitti. Bir ben kaldım. Ben de yarım adamım. Evde sekiz öksüz ile üç dul kalmış kadın var. Hepsi benim sabanımın ucuna bakarlar. Şimdi benim vatanım da yurdum da işte bu tarlanın ucu. Düşman oraya gelinceye kadar benden hayır bekleme.” 
(Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam. 2. cilt, İstanbul 1983, s. 22)
 
İşte ülkemin insanının hali…Ölü toprağı serpilmiş gibiydi.. Uyandırılmalıydı bu insanlar… Topyekün mücadeleye, yurdumun dört bir yanı milli mücadeleye sevk edilmeliydi. Bir heycan fırtınası sarmalıydı dört bir yanı…
Bunun için bir milli marş yazılmalıydı, Türk milletinin geçmişinin geleceğinin önsözü olmalıydı. Öyle bir marş olmalı ki bu marşla; 
Türk milleti kendine, özüne dönmeliydi… Tek yürek, bükülmeyen bilek olmalıydı. Öldürmeye gelene, köle etmeye azmetmişe, Yılgın Türk halkına, mandacısına, kendine güven eksiği duyana, karamsara… ya yaşarız insan gibi, ya ölürüz arslan gibi… diyen vatanseverlerin bir kıyama kalkması sağlanmalıydı. 
Şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalanmayı unutmuş;
Barışın güvercini, savaşın kartalı… Al bayrağıma yakışmıyordu bu hal.. Ona gülmek Dalgalanmak yakışıyordu… Yükseklerden inmemeliydi.
 
Türk milleti korkmadan, yılmadan, ülkesine hayâsızca saldıranlara karşı göğsünü siper edecek bir inanmışlığa yürümeliydi.
O zaman yazılacak İstiklal marşı, Türk milletini zafere kilitleyecek bir şiir olmalıydı. Pek kim yazmalıydı bu şiiri… 
 
O şiiri ancak doğduğundan beri istiklale aşık olan biri yazabilirdi… O yurdunun her köşesinde sevilen, gittiği her yerde dinlenilen verdiği vaazlarla isyanları dindiren biri olmalıydı.
Biliyor musunuz gençler ben bir şeye inanırım. Sözü söyleyen söylediğini yaşıyorsa inandırır. Söylediğini içinde yaşamıyorsa inanın inandırıcı olmuyor. İşte bu yüzden AKİF’İN bu şiiri yazması beklenmişti…Maarif Vekaleti, 1921'de bir güfte yarışması düzenlemiş, söz konusu yarışmaya toplam 724 şiir katılmıştır. 6 şiir seçilmişti. Ama bu altı şiirde yeterli görülmemişti. Milli mücadeleyi anlatacak milleti mücadeleye sevk edecek eksiklikler görülüyordu…
Vatanı için, vatanın kurtuluşu için ciğeri yanan Akif bu yarışmayı kendi iç dünyasında anlamlandıramamıştı. Nasıl olurdu? Ülkenin kurtuluşu için para karşılığı şiir, marş mı yazılırdı? O hem hiç bir zaman şiiri para için yazmamıştı ki… Bu yüzden de bu yarışmaya katılmamıştı. 
 
Akif çok mu zengindi? Hem evet hem hayır, başkalarının yetimlerine bile bakacak kadar gönlü zengin, ama kış boyunca palto alamayacak kadar parasız bir vatansever fakirdi… 
Şiir yarışmasını düzenleyen Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey Akif’in bu şiiri neden yazmadığını biliyordu. Çözüm bulunacaktı elbette... İş vatanın kurtuluşu olunca gerisi teferruatmış… öyle de oldu. Yeter ki Akif şiiri yazsın…
 
Akif nazlanmıyordu ki, O haklı davasının peşindeydi. Akif’in isteği kabul edildi. Akif şiiri yazdı. Kurucu meclisin bir oturumunda kabul edilmesi için okundu, bir daha, bir daha on kıtalık şiir defalarca okundu alkışlandı. Yaşa var ol sesleriye yankılandı kutsal meclisin duvarları… 
İşte 12 Mart 1921 tarihinde; ülkemin o karanlık günlerine ışık tutan bir marşı vardı. İstiklal Marşı… gençler adına bakar mısınız? İstiklali anlatan marş… Kurtuluş savaşı kazanılmadan müjdeyi veren bir marş… Karanlıkları aydınlatan, kararan gönüllerde nur olan bir marş. 
Onu anlayabilmek onu yazan kabul eden Asımın neslini yaşatmak için buradayız. Burda olacağız…
 
Ben sözlerimi bitirirken Başta Mustafa Kemal Atatürk’ü, milli mücadelenin ordu komutanlarını, manevi mimarlarının başında Mehmet Akif’i, kahraman şehit Mehmetçikleri minnetle, hürmetle yad ediyorum.
 
Toplam blog
: 8
: 110
Kayıt tarihi
: 17.04.16
 
 

Tarih alanında çalışma yapmaktayım. Tarih yorumları, günlük hayatta yaşanılan sorunlar, ülkemin m..