Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '22

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

İstinye, sarhoş bülbül ve sen!

GİTTİN! De, ya dönmezsen! Çektirdiğin acıların devamını da aldın çünkü yanına. Ne yapacağım onlar olmadan ben. Yaşamım nasıl özüne dönecek, söyler misin? Yokluğunda; özgürlüğün, aşkın düşmanı olduğunun farkına vardım. İki kişiden biri diğerine baskı kurmazsa, acı çektirmezse; “o eski rüya” önüne geleni yutamazdı. Aramızdaki; benim daha önce hiç bilmediğim, hiç ölçmediğim bir uzaklık. Enine kaç sevgi, boyuna kaç sevgili sığar, bu mesafenin? Gelir misin? Buraya; bülbüller koyu İstinye'ye! Yıllar sonra da olsa, beni ve İstinye'yi gördüğünü biliyorum gittiğin yerden. Yağmur varsaydığın o çiseleme gözyaşlarım, güneşi perdeleyen o kara bulut benim hüznüm, göğe yansıyan o belli belirsiz ışıltı varlığım. İstinye'den ben aydınlatıyorum seni, güneşten izin almadan! Tüm kötülükler, sensizliği yorgan yapıp üzerine örtmüş, sönük ışıklı yıldızların altında masumca uyuyorlar şimdi. Yalnızlığın 'sonsuzluk' olduğunu da bana sen söylemiştin, hatırlasana. Ve ekledin: 'Görevi ise, ölümü biçimlendirmek, ona hazırlamak!’ Aynı o boğaz sırtlarındaki sarı çiçeğin mimoza değil, gerçekte bir akasya türü olduğunu öğrettiğin gibi. 'Bırak başkaları mimoza sansın, bu da bizim farkımız olur' diye fısıldamıştın; o tüketen flu sesinle...

“Sensizliğe kurban edeceğim bir tek ‘o’ kaldı...”

KAFA karıştırmadan ilişki olmayacağını senden öğrendim. Şimdi burada, varlığımla içi içe girseydin; İstinye'nin mimozalı mor-yeşil sırtlarında dişileri için dem çeken erkek bülbülleri işitirdin. Eskisi gibi! Benim yapabildiğim ise ancak sevdanı çekmek. Alevlerin bile insanların yüzüne vuramadıklarını, sen kıvılcımlarla anlatırdın bana! Onun içindir ki şimdi hiç bir yakarışım canlandıramıyor ateşini, yüreğimin yanması için. Hareketlerim özgür kaldı, kıpır kıpır. Aynı, İstinye sahilleriyle cilveleşen boğazın çılgın suları gibi. Hiç de alışık değilim, dağın dibinde kendisine sessizce yatak sermiş bu limana abanan deli dalgalar olmaya. Güçlü gecelerin derinliklerinde yaşam bulan acılarıma, yeniden kavuşmak istiyorum. Sensizliği görmemek için sımsıkı yumduğum gözlerim için artık ışık istiyorum ışık; Tanrı'dan! İçinde senin olduğun bir ışık. Biraz önce arabasında bir gaz lambası taşıdığını gördüm, seyyar kahvaltıcının. İşte, o şişenin camının son halini almasından önceki şekli kadar esnek, yumuşak ve ışıklı bir dünya istiyorum. Şimdi ise içimde çocuk gibi büyüttüğüm ve sonunda 'sensizliğe kurban edeceğim bir tek ölüm kaldı'... Yalnızca o! Battıkça kanayan, kanadıkça her gün batan; şairin o kanlı mezesi 'gurup' gibi. Yeterli mi, hiç bilemiyorum. Çünkü hayvanlar bir kere, insanlar bin kere ölürmüş. Bu kaçıncı ölümüm olacak, kim bilebilir!

Vişne ağacında mesai yapan bülbül, "ne" üzerinde çalışabilir ki…

HATIRLAR MISIN; şafağını söktürdüğümüz İstinye sabahı, bir yalının arka bahçesine dalmıştı bakışlarımız, tek can olmuş... Sonra vişneleri gagalayan bir bülbül gördük. Hatta sen 'Yemiyor ki, bir şey aramakta sanki' demiştin ılık nefesinle. Başka bir sabah, babamın at yarışlarında kullandığı dürbün, 'hakikaten' de, bize bunu doğrulamıştı. 'Pekiyi neden!' e takılmıştık bir süre. Ve sonraları, İstinye'ye bir akşam ziyaretimizde yine bir bülbül gelmişti aynı vişne ağacına. Bu kez gagalamıyor yalnızca bir şey içiyordu, bir şey! Bu hareketi su birikintisine gelen kuşlardan tanımıştık birlikte. Evet bir şey içiyordu lıkır lıkır! Ama ne? Sen 'Ahhhh! Sarhoş bülbül ahhh! İşte şimdi seni yakaladım, sevdalı kuş!' diye heyecanla bağırmıştın. 'Nasıl da düşünemedik. Sabah gelip mini mini deşiyor vişneleri. Akşam yine uğradığında saatler geçmiş oluyor. Bu kez meyvenin salgıladığı su, mayalanıyor. Aynı şarap gibi, likör gibi! İçip resmen kafayı buluyor. İçki içiyor yahu bu. Yakaladım seni sarhoş bülbül!' diyerek... Gerçekten de, önce bir iki meyveyi dolaştıktan sonra 'bitirim' bir nara atıp, sonra daha çok sayıda vişneyi boşaltıp yeniden “nağme” yapmayı deniyordu. O bir erkekti. Akordu tutturduğuna emin olunca da kararan havayla birlikte dişisine kur yapmaya, 'dem' çekmeye başlayacaktı. Taaa, şafak sökümüne dek! Yaaa işte böyle, güzeller güzeli! Bu sıra dışı olayı, kaç sevgili farkına varıp keşfetmiştir acaba dünyada. Bunun için aşk gerek, sevgi gerek, sen gerek! Kim bilir; belki de 'O Boğaziçi', hatta ‘O İstinye’ gerek! / Levent Üsküdarlı

 

 

 
Toplam blog
: 86
: 39
Kayıt tarihi
: 09.12.08
 
 

1951 / İstanbul. Öğretmen bir ailenin tek çocuğu. Sade bir düzen içinde soluk alıp veren o "eski ..