Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Aralık '06

 
Kategori
Eğitim
 

İşyerine dönüşen okullar

E-5 Karayolunun ülkemizi terk etmeye hazırlandığı bölgelerde, İskenderun’dan güneye doğru giderken, Belen Dağları’na vardığınızda, alabildiğine yeşil, uçsuz bir deniz uzanır ufkunuzda. Yolun bitmesini, yükseklerden inmeyi hiç istemezsiniz. Hele mevsim de baharsa.

Hatay’ın yerlileri bu ovaya (Amik Ovasına) “Deniz” derler. Siz bu sözcüğü duyunca, birden yadırgarsınız. Ovaya “deniz” mi denir, dersiniz. Ama Belen’den baktığınızda, siz de ovanın, ova değil “deniz” olduğu görüşünde birleşirsiniz. Niye deniz de “yeşil” görünmez mi? Sadece “mavi” mi görünür? Ekinler başak çıkarmak üzereyken, hafif de bir rüzgar esiyorsa -güneyde kesmez ya- ovanın, meltem rüzgarlarıyla dalgalanan denizler gibi dalgalandığını görürsünüz. Böylece ovaya “deniz” diyenlere siz de katılırsınız.

Ovaya indiniz, artık denizdesiniz. Önünüzde otuz kilometrelik bir yol var. Çok düzgün ve dönemeçsiz. Kenarlarında zakkum ağaçları. Yeni yolun kenarında yoksa da, eski yol yeninin hemen yanında. “Şu Hataylılar da ne zevklerine düşkünlermiş, yolun kenarlarına çiçek dikmişler”, derler kente ilk gelen yabancılar. Gerçekten de öyle. Kenti gören birçok yabancıdan, “deniz”i ve kendilerini karşılayan çiçeklerin güzelliğini duyarsınız.

Yolun kentin içindeki bölümü Atatürk Caddesi adını alır. Bu caddeyi anımsayacaksınız, biliyorum. Hani altı-yedi yıl önce birinin bitip, diğerinin bitmek üzereyken kısa aralıklarla çöken iki apartmanın bulunduğu cadde. Bu caddeyi de seveceksiniz. 1950’lerin Başbakanı kente geldiğinde, yolun otuz kilometrelik bu bölümü ile -bu- caddeyi çok sevmiş.

Bu caddenin sağında 23 Temmuz İş Hanını, biraz ileride solda 200 yataklı yapılmakta olan bir turistik oteli, köprüyü geçip saray caddesinde ilerlerken solda Gazi Paşa İş Hanını görürsünüz.

23 Temmuz İş Hanı, Turistik Otel İnşaatı ve Gazi Paşa İş Hanı arasında ne ilişki var, diyeceksiniz. İşte, işin üzücü yanı da bu ya.

23 Temmuz İş Hanı, İnönü İlkokulunun ön cephesinde. İnönü İlkokulu kentin en eski ilkokullarından biri. Caddeye bakan -dışa çıkık- duvarı kesme taştan yapılmış. Önünde küçük bir bahçe, bahçedesinde çam ağaçları ve çim bulunan okula, geniş merdivenlerden çıkılırdı. Bahçedeki çiçekler, güzel koku ve renkleriyle dikkatinizi çeker, yeşillikler sizi dinlendirirdi. Çünkü, caddenin iki yanına uzanan beton yığınları yeşilliklerden eser bırakmamıştı. Artık yeşilliği resmi dairelerin bazılarının önünde görebilirsiniz, sadece. Bu küçük bahçede, çocuklar oyun da oynardı. Ulusal Bayramlarda, koltuk ve sandalyeler okulun önündeki kaldırıma dizilir, protokola dahil kişiler buralarda yerlerini alırken, halk, merdivenlerden ve bahçeden töreni izlerdi.

Bir gün görevliler, “Özel İdare 23 Temmuz İş Hanı” yazan levhayı okulun önüne diktiler. Mühendisler, teknik aygıtlarla bahçeyi ölçtüler ve kısa bir süre sonra dozerlerle kepçeler bahçenin toprağını kazarak, büyük çukurlar açtılar. Toprağı kamyonlarla götürdüler. Yapı (inşaat) kısa sürdü. Alt kat otopark, orta kat pasaj, üst kat ise düğün salonu ve bürolardan oluşmaktaydı.

Çocukların oynadığı, halkın bayram seyrettiği, öğretmenlerin sandalye atarak oturduğu bahçe yerini İş Hanına bıraktı böylece.

İnönü İlkokuluna piyes çalışması yaptırmak için götürmüştü öğretmenimiz bir kaç kez. Okulda bulunan Çocuk Kitaplığına biz gelirdik. Kitaplıkta teyp de vardı. Bize okul şarkıları dinletmişlerdi bir gelişimizde. Teybi ilk kez burada görmüş, “Orda, Bir Köy Var Uzakta”, şarkısını ilk kez buruda dinlemiştim.

İnönü İlkokulundan biraz ileride yolun doğusunda, Özel İdarenin 200 milyonluk otel inşaatını görürsünüz. 1960’lı yılların sonunda, burada bir Kız Enstitüsü vardı. Kış günlerinde hava erken karardığı için, ablamı okuldan almaya geldiğimde, yolun kenarında bekleşen gençlerle, benim gibi yakınlarını götürmeye gelenlere rastlardım. İki-üç yıl sonra, yapılmakta olan Kız Enstitüsü bitince boşalan binanın bir bölümünde Ticaret Lisesi açıldı. Diğer bölümüyse YSE olarak kullanılmaya başlandı. YSE’ye ait yeni bir bina yapılmasıyla, bina sadece Ticaret Lisesi olarak kullanılır oldu. Birkaç yıl sonra, yapılan bir lise binasının bir katı Ticaret Lisesine verilince, eski Enstitü boşalmıştı. Sonrasını biliyorsunuz. Benim gittiğimde, tahta perdeler arasından beton direkler yükseliyordu.

Saray Caddesi üzerinde, yolun sonunda Gazi Paşa İş Hanı vardır. Bu iş hanı da yeni ama, 23 Temmuzdan eski. Dört-beş katlı bir bina. Eskiden, bu iş hanının yerinde Gazi Paşa İlkokulu vardı. Bu ilkokul da kentin en eski ilkokullarından biriydi. İçinde İlköğretim Müdürlüğü vardı. Demir kapıdan girilince, sizi, Atatürk’ün yanında çocuklar bulunan bir heykeli karşılardı, yanında güllerle. Okuduğum ilkokuldan sonra en çok bu ilkokulu severdim. Hâlâ da öyle ya. Öğretmen Okulu sınavına bu okulda girmiştim. Öğretmen Okulu sınavını kazandığımı burada bulunan İlköğretim Müdürlüğünden amcamla birlikte öğrenmiştik. Yine burada -tebliğ yerine geçen- ilk resmi imzamı atmıştım. (Şimdi görsem tanıyabilir miyim acaba? )

Sonuç tahmin edebileceğiniz gibi. Öğrenciler, biraz ileride bulunan yeni yapılmış bir ilkokula taşındılar. Binanın yan yana iki kapısı var. Birinci kapının üstüne Gazi Paşa İlkokulu’ndan getirilen levha asıldı. İkinci kapıya ise, Ali Sayar İlkokulu. Yani, bir binada iki ilkokul.

Gazi Paşa İş Hanı bitince Özel İdare, iki katını Maliyeye, geri kalanını şahıslara kiraya verdi, kapalı artırmayla. Ücretlerin kapalı olarak belirlenmesi, fiyatların astronomik olmasını önleyemedi. Zaten kentin merkezinde bulunan bir iş yerinin ucuza gitmesi beklenemez. Defterdarlık, Özel İdarenin yaptığı iş hanı sayesinde kiralık yer aramaktan kurtuldu.

Diğer iş yerlerine gelince: Hiç biri “mal” üretmiyor. Ürettikleri sadece “hizmet”. Aynı hizmetler başkaları tarafından da üretiliyordu. Yapılan iş, hizmeti çok ellere paylaştırmak. Çok ellere paylaştırmak ücretleri düşürmüyor, aksine yükseltiyor. Yoksa, o astronomik kiralar nasıl ödenecek?

Aynı durum, İnönü İlkokulu önündeki 23 Temmuz İş Hanı için de geçerli. Hele avukatlık büroları. Kiraları yıllık bir milyonun üzerinde. Avukatlar memnunlar. Çünkü, adliyenin yanında büro bulmak mümkün değilken, Özel İdare imdatlarına yetişti. Vekalet ücretlerinin aniden artmasından daha doğal ne olabilir bu durumda.

Özel İdare, okullara yıkarak, bahçelerini alarak para kazanmanın yolunu buldu. Yarın daha çok kazanmak için, ana yol kenarında bulunan diğer okullara ve bahçelerine göz dikerse şaşırmamak gerek. Ali Sayar, Cemalettin Tınaztepe ve 23 Temmuz İlkokulları bu gidişle pek yakında bu tehlikelerle karşı karşıya gelecekler. Benden söylemesi. Görünen köy kılavuz istemez ya.

Özel İdare, güzel içme suyu kaynakları bulunan kentin sularını şişeleyip burnunun dibindeki Arap Ülkeleri’ne satmayı neden düşünsün? Neden, vatandaşların sürekli şikâyet ettiği fırıncılar sorununu Ekmek Fabrikası kurarak çözümlemeyi de. Veya, “hizmet” yerine “mal” üretmeyi...

Eğitimciler, bir ilkokul bahçesinde, çocuk başına dört-beş metrekarelik yerin gerekliliğinden; yasalar, her ilkokul için en az iki dönüm bahçenin zorunluluğundan söz ede dursunlar.

Sait Faik, Falih Rıfkı’nın anlattığı “İşte Antakya! Benim gördüğüm ve sevdiğim Antakya budur. Yeşil bir ova kenarında, sırtını rahat bir dağa vermiş, ayaklarını coşkun bir nehre uzatmış, bacalarının dumanını tüttürerek çınar gölgesinde dinlenen, keyif getiren, hoş, münzevi belde!...”si için, Özel İdarenin yaptığı OKUL KATLİNİ görse, muhakkak ki şöyle derdi:

“Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde, okulların önünde, güz mevsiminde, artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde okulların kenarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz oyun alanlarını ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak.

Benden hikayesi.”

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..