Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Temmuz '06

 
Kategori
Yurtdışı Tatil
 

İtalya / Como gölünde Topcat

İtalya / Como gölünde Topcat
 

Hafta sonu, Kuzey İtalya'ya, Como gölünde yelken sporları yapmak için Cuma sabahı Isviçreden yola çıkıyoruz. Şansımıza pırıl pırıl güneşli bir hava var ve hava raporlarına göre bu hava tüm haftasonu böyle kalacak. İlk hedefimiz İsviçre ile İtalyayı birbirinden ayıran dağları aşmak. Splügenpass üzerinden gideceğiz.

Her taraf yemyeşil, her iki tarafimızda yüksek dağlar var ve arada bir kücük nehirlerin üzerinden geciyoruz. Otoyolun etrafindaki cayirlarda besili inekler otluyorlar. Buraları Heidi hikayesinde geçen yerler. Chur şehrinden sonra yavaş yavaş dağlara sarmaya başliyoruz. İsviçre-İtalya sınırı Splügenpass’ın en tepe noktasında. Biz daga tırmanmaya basladıkca manzara daha da güzelleşmeye ancak yolculuk ta bir o kadar zorlaşmaya başlıyor. Her yüz metrede bir viraj var ve virajlar neredeyse 180 derece. Yolun iki tarafi da Alp dağlarının kendine has kırmızı yabani gülleri ile kaplı. Arada tek tük hala erimemiş kar öbeklerini görüyoruz.

Eriyen karlar küşük derecikler halinde vadiye doğru akıyorlar. Allahtan daha hafta içi olması dolayısıyla yolda neredeyse yalnızız. Ara sıra hızli motorsiklet grupları tüm hünerlerini gösterek bizi geciyorlar. Viraji yana yatarak dön, gaz ver, 100 metre büyük bir uğultuyla git, frene bas, virajı yana yatarak dön. Bizi geçen motorsikletlerin bir o yana bir bu yana yatarak dağa tirmanışlarını izliyoruz.

Yol tepeye dogru kıvrıla kıvrıla gidiyor. Bu tür bir parkurda motorsiklet sürmenin hayli zevkli bir şey olabileceğini tahmin ediyorum. Gittikçe etrafta otlayan inekler azaliyor ancak ilginç, artık inekler bir çit içinde değil tüm dağda otluyorlar. Başlarında kimse yok. Belki de gece ahira kendileri gidiyorlar?

Hayli zahmetli bir yolculuktan sonra sınıra geliyoruz. İsviçre tarafinda hiç bir görevli yok. Etrafa bakınıyoruz, sanki terk edilmiş. Ne yapalım, yola devam ediyoruz. Etrafta bizden başka kimse yok ve şu anda iki ülke arasında belki de kimseye ait olmayan bir toprak parçasını geçiyoruz. Biraz sonra İtalya tarafina geliyoruz. Karşidaki taş binadan iki memur çıkıyor. Üzerlerinde hala kar anorakları var. Biz arabada kısa pantalonlarlayız. Bu yükseklikte özellikle güneşin olmadiği zamanlar da hava hayli soğuk olmali. Kimliklerimizi tek tek inceliyor, iyi yolculuklar diliyor. İtalya tarafi çok daha bir değişik.

Yol tırmandığımız diklikte değil de daha bir meyilli olarak aşağiya iniyor. Ancak biz aşağıya inene kadar yolda haliyle daha uzamış oluyor. Arada bir küçük köylerden geçiyoruz. Tüm evler taş yapılar. Çatılarda kiremit yerine taş plakalar kullanmışlar. Evlerin hertarafı taştan olunca tüm köy ilginç gri sarı bir renkte görünüyor.

Yavaş yavaş bunca virajdan ben rahatsiz olmaya başlıyorum. Allahtan ön tarafta oturuyorum, Arkada olsaydim halim çoktan daha başka olurdu.

Biz aşağıya indikçe sıcaklıkta artıyor. Köylerden geçerken arabanın camlarını açıyoruz.

Como gölü görünüyor. Su sporları merkezinin olduğu yer olan Domaso’ya kadar daha bir kac kilometre yolumuz daha var.

Domaso’ya öğlen geliyoruz. Sicak iyice bastirmiş. Sağ tarafimızda birden dik olarak yükselen dağlar , Hemen dağlarin eteğinde Domaso kasabası. Yolun sol tarafinda da tüm güzelliğiyle Como gölü var. Göl kuzey-Güney istikametinde ince uzun ters bir Y harfi şeklinde uzanıyor.Güneye doğru inildiğinde çatallaşıp ikiye ayrılıyor. Eni yerine göre bir kaç kilometreyi geçmiyor. Uzunluğu ise aşagi yukari 60 kilometre. Biz gölün güneyine doğru iniyoruz. Kalacagımız otel ise hemen Domaso nun bitişiğindeki Gravedona da.Hotelimiz Regina üc yildizli ve tam gölün kenarinda. Bir aile işletmesi, bizi reception’da ailenin babasi karşiliyor. Bize Italyanca odaların henuz hazır olmadığını ancak en kısa zamanda hazırlanacağını söylüyor. Yavaş yavaş diğer arkadaşlar da arabalarla gelmeye başlıyorlar. 14 kişiyiz ve 7 odaya ihtiyacımız var.

Biraz sonra bizim oda hazır oluyor. Eşyalarımızı bırakmak için odaya çıkıyorum. Oda küçük fakat rahat ve temiz. Balkon kapısını açıyorum. Hayli büyük bir balkon ve Como gölü ayaklarımın altında. Gölde sayısız yelkenliler var. Hemen sağ tarafımızda dağlardan gelen bir derenin göle döküldüğü yerde oltayla balık tutanları görüyorumç

George Clooney'ın evi de gölün kıyısında bir yerlerde. Acaba akşam güneşin batışını birer birayla onun evinin terasından mı seyretsek. Bir telefon edip geleceğimizi bildirsem mi? (ha ha ha ).

Katamaranları almamıza daha bir saat var. Bu arada gidip bir yemek yesek ve tüm öğleden sonrayı su sporlarına ayırsak iyi olur diyoruz ve ana caddedeki bir Ristorentenin bahçesine oturuyoruz. Hemen Garsonlar geliyorlar. Bize günün menüsünü öneriyorlar. Menü: Domates Spagettisi, Steak ve salata (11 Euro). Ayrıca normal a la Cart da mümkün. Ben sadece bir Pizza Margarita ısmarlıyorum. Yemekler gelene kadar üzerlerinde domates salçası ve zeytin yağı olan sıcak ekmekler geliyor. Beş dakika içinde de yemekler gelmeye başlıyor. İlk önce Primo yani kocaman bir tabak spagetti. Ardından Secondo büyük bir ızgara steak ve salata. Menü ısmarlayan arkadaşların çoğu hepsini yemekte zorluk çekiyorlar.

Yemekten sonra Katamaranları almak için Su sporları merkezine gidiyoruz. Hepimiz neopren elbiselerimizi, trapeze asılabilmek için gerekli olan kancaların bulunduğu yeleğimizi ve hepsinin üzerine de can yeleklerimizi giyiyoruz. Hava sıcaklığı 28 derece ve bu elbiselerle kendimizi tandır fırınında gibi hissediyoruz. Ama bunların hepsi gerekli çünkü Como gölünün sularının sıcaklığı 19 derece cıvarında ve göle çıkar çıkmaz gelen ilk dalga başınızın üzerinden geçiyor. Islaklık ve rüzgar biraraya gelince bu malzemeler olmadan suda beş dakika bile kalmak zor.

Aslında hemen hemen hepimizin Topcat Katamaran ile tecrübesi var, ancak katamaran öğretmeni bize önce bazı incelikleri göstereceğini söylüyor. Gerçekten de bir saat boyunca Topcat ın bir çok püf noktalarını öğreniyoruz.

Örneğin katamaranda dümene dokunmadan, sadece oturulan yerleri değiştirerek katamarana yön vermek yada manevra yapmak gibi.

Bir kısmımız sahilde kalıyor, kalanı da iki veya üçer kişilik gruplar halinde üç günlüğüne kiraladığımız 4 katamarana dağılıyoruz. Göle çıkar çıkmaz hızımız 15 knotu bulmaya başlıyor. Topcat sadece yelken gücüyle gitmesine rağmen, hızını sizin istediğiniz şekilde ayarlamanız mümkün oluyor. Tabii ki bunun için yelken kullanmasını iyi bilmeniz gerekiyor. Yoksa Como gölünün soğuk sularında bir banyo yapmanız işten bile değil. Banyodan sonra devrilen katamaranı tekrar çevirmeye uğraşmakta cabası.

Topcatın iki gövdesi ve onların arasında bir tentesi var. Yönünüze göre gövdelerden biri suyun içinde diğeri ise havada gidiyor. Ağırlığı dengeleyıp katamaranın devrilmesini önlemek için kendimizi yeleklerimizdeki kancalardan katamaranın yan çelik halatlarına asıp, dışarıya sarkıyoruz. Rüzgarın şiddetine göre bu sarkmanın süresi ve şekli değişiyor. Bu şekilde suların üzerinde uçmak ve devamlı gelen dalgalardan korunmaya çalışmak tarifsiz bir duygu.

Her katamaran bir saatlik bir turdan sonra tekrar sahile gelip yorulanlarla sahildekileri değiştiriyor. Bir süre sonra yorulanların ve güneşlenmek istiyenlerın sayısında bir artış olunca bize akşama kadar turlama imkanı doğuyor.

Akşama doğru otele dönüyoruz. Duş alıp giyinmek için bir saat vaktimiz var. Reception da buluşup akşam yemegi için Domasoda rezervasyon yaptırdğımız restorana gidiyoruz. Domaso kasabasının sahilinin arkasındaki sokaklar genelde bir arabanın geçemiyeceği kadar dar. Sanki evlerin balkonları birbirine değiyor. Bütün sokaklar dağdan göle inecek şekilde yapılmış. Böylelikle sıcak havada gölden esen rüzgarlar kasabanın içlerine kadar girebiliyor. Akşam serinliğinde bu sokaklar labirentinden geçerek restorantımızı buluyoruz. Bize birinci katta yer ayırmışlar. Eski bir taş binayı restoran haline getirmişler. Her katında yemek yemek mümkün. Tüm pencereleri açmışlar. Püfür püfür esen salondan hem kasabayı hem de Como gölünün üzerinden Batan güneşi seyrediyoruz.

Bütün gün güneşin altında kaldıktan sonra, buz gibi bir biranın en iyi aperetıf olacağını düşünerek bir bira ısmarlıyorum. Yine Primo ve Secondo olarak yemek siparislerimizi alıyorlar.

Ben Tane karabiber soslu Steak ve sebze ısmarlıyorum. Yemekler geliyor benim steak gerçekten göründüğü gibi nefis. Tam sevdiğim gibi medium pişirmişler. Karşımda oturan hanım arkadaş Como gölü balıkları tabağı ısmarlamış. Bakıyorum kılçıklarla boğuşuyor. Bir süre sonra pes edip tabağı yana itiyor. İştahım kaçtı yiyemiyeceğim diyor. İçimden ona acımakla bereber ben etin keyfini çıkarmaya devam ediyorum. Sanıyorum hanım arkadaşın akşam yemeği yememesi onun estetik problemine bir katkı sağlıyacak. Tabii ki bunu ona söylemiyorum.

Açık kırmızı Chianti şarabı içiyoruz. Şarabı litrelik sürahilerde masaya getiriyorlar. Yemek sonrası espresso kahveleriyle beraber bir şişe Grappa (italyan içkisi) getiriyor garson. Küçük bardaklarda kahvenin yanında servis yapıyor. Sonra da Grappa şişesini masada bırakıp gidiyor. Sağolasın garson.

Daha sonra otelimize gitmeden önce Gravedona da Gelatteria (dondurmacı) ya gitmeye karar veriyoruz. İki kasaba arası 1 kilometre civarında ancak bazı yerlerde ne yaya kaldırımı ne de sokak lambası var. Arabalar da sağ olsunlar yarış parkurundaymışlar gibi geliyorlar. Hepimiz dondurma yiyeceğiz derken gece karanlığında bir kazaya kurban gitmemek için dikkatli yürüyoruz.

Gravedona daha bir canli. Kasaba merkezi tam gölün kıyısında. Bir tarafta göl, insanların gezindiği genişçe bir kaldırım, yol ve kıyıdaki iki üç cefenin sandalyeleri. Gençler süslenip püslenmişler piyasa yapıyorlar. Henuz nereye gideceğine karar verememiş yada kimin nerede olduğunu görmek istiyenler ise cafelerin önünden arabalsrls çok yavaşça geçiyorlar. Maksat görmek ve görülmek.

Gelatteriada belkı elli çeşit dondurma var. Renk renk ayrı tatlarda. Dondurmalarımızı alıp sahildeki banklara oturuyoruz biz de gelip geçeni seyretmeye başlıyoruz. Yavaş yavaş günün yorgunluğu bastırmaya başlıyor. Birer ikişer uykusu gelen otele dönüyor.

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra hemen sahile koşuyoruz. Katamaranların yelkenlerini takıp, özel el arabaları ile katamaranları suya indiriyoruz. Öğlene kadar pek rüzgar yok. Tecrübesi olmayanlar için ideal bir antreman havası. Gün ilerledikçe rüzgar artıyor ve her türlü yelkenli, motor, wind surfer, kite surfer gölü dolduruyor. Özellikle kite surf kullanıcılarının yaptıkları hareketler sahilden seyredenleri eğlendiriyor. Kitesurf yapanlar bir uçurtma yardımıyla suyun üzerinde kayıyorlar ve iyi bir rüzgar yakaladıklarında ayaklarındaki kayaklarıyla birlikte sudan on onbeş metre havalanıp taklalar atıyorlar. Tabii ki bu hareketler bazen de başarılı olmuyor ama nasıl olursa olsun seyretmesi hayli zevkli oluyor.

Gölün üzerinde hareketlilik arttıkça herhangi bir kazaya sebebiyet vermemek için dikkatler de artıyor.

Öğleden sonra karnım acıkmaya başlıyor ama kimsenin su sporlarını bırakıp yemeğe gitmeye niyeti yok. Yakındaki süpermarkete gidiyorum. Ufak bir ekmek, biraz beyaz peynir ve bir domates alıyorum. Sahilde kendime Türk usulü bir sandviç yapıyorum. Arkadaşlar bu güzel sandviçi nereden aldığımı soruyorlar. Herşeyi almaya gerek yok ki, bazı şeyleri biraz hayal gücü ile yapmak mümkün.

Ekmeğimi yerken sahilin bir kenarında bir afrikalının sergi açtığını görüyorum. Burada gözlükler, kolyeler, şapkalar satıyor. Kırmızı şapkaların bazılarının üzerinde ayyıldız var ve Türkiye yazıyor.

Hem ekmeğimi yiyip hem de Afrikalı ile konuşuyorum. 20 yaşlarında bir delikanlı. Senegalden mülteci olarak gelmiş. Başka imkanı olmadığı için seyyar satıcılıkla geçimini sağlıyor. Aklıma dün akşam Gravedona sahilinde arabalı arabasız piyasa yapıp, eğlenen ayni yaştaki gençler geliyor. Ayni mekanlarda ama nekadar farklı dünyalar.

Bu akşam yemegi Gravedonada bir restoranda yiyecegiz. Bu kasabanın yolları da Domasoya benziyor. Bir labirentler yumağı. Yine dar taş döşeli yollardan geçerek restoranımıza geliyoruz.

Çok eski kule gibi bir ev. Bizi kapıda restorantın yöneticisi olan hanım karşılıyor ve yukarıya buyur ediyor. Dar, taş merdivenleri tırmanarak terasa çıkıyoruz. Çatılar arasında bir teras yine tüm göl ve kasaba görünüyor. Bize büyük bir masa ayırmışlar.

Bu akşamda önce antipasti servisi yapıyorlar. Zeytinyaglı kızartmalar, deniz mahsüllerü salataları, midyeler, domates, mozarella ve feslegen ile yapılmıs ınsalata caprese, jambon ve kavun dilimleri. Bunların yanında yine sürahilerle servisi yapılan açık kırmızı ve beyaz şarap. Daha sonra ana yemekler geliyor. Makarna, et ve balık çeşitleri.

Yemek sonrasi mecburi olarak dondurma yemeğe Gelatteriaya gidiyoruz. Bu son gecemiz olduğu için dondurmadan sonra bir cafeye oturup birşeyler içiyoruz hem de etrafı seyrediyoruz. Gece yarısı olmasına rağmen her taraf cıvıl cıvıl.

Pazar sabahı uyanmakta biraz zorlansak ta kahvaltıdan sonra kendimize geliyoruz. Odaları teslim edip hesabımızı kesıyoruz ve arabaları yükleyip su sporları merkezine gidiyoruz. Artık otele dönmeyeceğiz.

Bugün rüzgar sabahtan itibaren sert esiyor. Hemen hazırlanıp göle açılıyoruz. Full action. Hızımız 25 knot. Neredeyse uçuyoruz. Bir kişi dümen ve yelkeni idare ediyor diger iki kişi devamlı trapez de katamaranı dengeliyor. Sık sık dalgalar trapezdekileride uçuruyor. Böyle bir tempoda çabuk yoruluyorsunuz. Hem tempo hem rüzgar üşümemiz de artıyor. Böyle olunca takım degiştirmeler de çabuklaşıyor. Öğleden sonra grubun yarısı sahilde güneşleniyor yarısı da katamaranla uçmaya devam ediyor.

Akşama doğru tüm malzemeleri toplayıp katamaranları yerlerine park ediyoruz. Bir duş alıp geldiğimiz yoldan Alp dağları üzerinden geçerek geri dönmek için yola çıkıyoruz.

Hareketli ve keyifli bir hafta sonu böylece sona eriyor.

 
Toplam blog
: 13
: 3150
Kayıt tarihi
: 02.08.06
 
 

İşletme fakültesi mezunuyum. Hayatımı bilgisayar programcısı, System Controller olarak kazanıyoru..