Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '19

 
Kategori
Sosyoloji
 

İthal İnsanlar

Hayatım kurtulsun derken, farkında olmadan hayatlarını zindan edenler cenneti Avrupa…”   Hümeyra KAYA

Siz de duymuşsunuzdur ithal gelin, ithal damat kelimelerini.

Türkiye’den evlilik yolu ile Avrupa’ya getirilen erkek ya da kadınlara verilen isim. (Avrupa'da yaşayanların kendi aralarında evlilik yoluyla yurt dışından gelenlere taktıkları ad.)

Birçok aile tanıdım bu şekilde kurulmuş. İstisnaları tenzih ederim, zira öyle olmayan da çok aile tanıyorum ama bir  kısmı benim gözümde  “kaybedilmiş insan” durumunda. Yazık! Üzülmemek elde değil.

Siz, siz olun, bir ülkeye yerleşmeye karar verince, o ülkenin dilini kültürünü olabildiğince iyi öğrenin. Ama ülkeye yerleşmeden! İş işten geçtikten sonra öğrenseniz bile elinizi verip kolunuzu kaptırmış oluyorsunuz çünkü.

Bu kıtada, görünenin ötesinde yaşamlara tanıklık edebiliyorsunuz. Evet, her şey var, çok ucuza çok güzel hayatlara sahip olabiliyorsunuz belki ama kişiliğinizi, kimliğinizi yitirdikten sonra, bu ne kadar önemli, ona da siz karar verin.

Mutlu olduğunu sanarak yaşamak ve mutlu yaşamak farklı şeylerdir. Size sunulanı yaşamak ve yaşamak istediğinizi yaşamak da öyle…

İnsanların, meta haline getirilmesi “ithal” kelimesi altında somutlaştırılırken, onların, meta olduklarını bile fark etmemeleri ne kötü. Üstelik de bunu yine kendi kendilerine adlandırıp kabul etmeleri... Zira "ithal gelin, ithal damat" kullanımı yine burada yaşayan Türkler'in,  birbirlerine vermiş oldukları isim. Sanmayın ki ben koydum!

Gerçekten de dikkatle gözlemlediğim bu insanlar, evliliklerinin ilk yıllarında ister evliliklerinin balayı formatını yaşadıkları için deyin ister yaşam standartları yükseldiği için; yaşadıkları değişim ve dönüşümü fark etmiyorlar. Bir nevi yalancı cennetin büyüsüne kapılıyorlar. Ve ardından eşlerinin ve eşlerinin ailelerinin onlar için kurguladıkları hayatları yaşamaya başlıyorlar. Sonrasında mı?

Sonrasında iş işten geçmiş oluyor. Durumlarını fark edenler artık çoluk çocuğa karıştıkları için ya da Türkiye’ye dönseler yapacakları hiçbir şey kalmadığı için durumu kabullenip bir süre sonra da, onlara sunulan hayatı onlara uysa da uymasa da, kanıksayarak yaşamaya devam ediyorlar. Bunların büyük çoğunluğu kadın!

Kurgu hayatların figüranı olmaktan öte gidemiyorlar.

Avrupa’da yapacak ciddi bir mesleği olan kişiler zaten gelip hemen dil ve entegrasyon kursuna yazılıp akan hayata uyum sağlıyorlar. Bir duruşu oluyor onların, onlar istemedikleri sürece kurgulanmış bir hayata dâhil edemiyorsunuz o insanları. Ama bu insanların dışında kalanlar eziliyor, taviz veriyor, tasvip etmedikleri şeyleri sineye çekip bir süre sonra bunu normalleştirip etrafa karşı da sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya devam ediyorlar. Ve aslında kendilerine dayatılan hayatı kendileri tercih etmiş gibi yaşarlarken herkesi de kendileri gibi zannedip mutlu oluyorlar ya da öyle görünüyorlar. Yalnızca Türkiye’ye geldiklerinde gördükleri itibar bile onların bu sahte dünyada mutlu olmalarına yetiyor. Bütün bir sene çalışıp bir ay Türkiye’de keyifli bir tatil yapmaktan öte güzel denilebilecek bir yanı olmuyor hayatlarının.

Avrupa’da doğup büyümüş olan eş, gördüğüm birçok ailede (istisnalar hariç), diğer eşi pasifize etmeye çalışıyor. Eşin üzerinde üstünlük kurup kendi doğrularını, ona yanlış gelse de, kabullendiriyor. Zamanla, özel hayat, kişisel zevkler ve tercihler ithal kişide ölüyor. Çünkü alışverişten doktora, kişisel ihtiyaçlardan genel ihtiyaçlara her konuda Avrupalı eşe bağlı olmak zorunda ithal kişi. Bu bağlılık zamanla bağımlılığa dönüşüyor.

İki kişi, baskın karakter üzerinden, tek bir kişiliği paylaşmaya başlıyor. Hani her insan ayrı bir kişi ayrı bir dünyadır deriz ya, bu yitiyor. Ortak bir kimlik altında dominant bir sese itaat ederken, ithal kişi, kulağa ninni gibi gelen bu sesin büyüsünde rüyalara dalıyor.

Çevresindeki insanlar, dostlar da aynı ithal karakterler. Birbirleri ile sohbette aynı çemberin içinde olduklarından çemberin dışını göremiyorlar. Çemberin dışında kalan insanlarla sohbet ederken yaşadıkları sahte hayatta üstlendikleri rollerin önemi üzerinden ahkâm kesseler bile, aslında dışarıdan bakıldığında ne kadar basit konular üzerinden itibar kazanmaya çalıştıklarını, kaybolmuşluklarını göremiyorlar. Siyaha, beyaz demişler bir kere siz, bu siyah, deseniz de faydası yok artık.

İşte böyle…

Kimi, içine düştüğü durumun farkında ama çözümü yok, kimi ne kadar izah etseniz de farkında değil, kimi de farkında ama tabir yerindeyse kuyruğu dik tutmaya çalışıyor. Ama kimi de gerçekten entegre olup bu hayata, buradaki yaşantının hakkını vererek, kişiliğinden taviz vermeden, kendi gibi olmayı başararak yaşıyor. Keşke hepsi öyle olabilse!

Ne diyeyim herkes nasıl mutlu oluyorsa öyle yaşasın…

Hani masallarda olur ya “Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…”

Bizimkisi sadece gözlem, bir yargı değil!

 
Toplam blog
: 31
: 95
Kayıt tarihi
: 13.02.14
 
 

Eğitimci, Edebiyatçı, ''Sera Hatun'',''Aldatmaca'',''Handan Makamı'' ve ''Modern Zamanlar Dervişi..