Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ağustos '06

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

İthalat ve sermaye hareketleri

İthalat ve sermaye hareketleri
 

Türkiye ekonomisinin bugün yaşadığı sıkıntıların temelinde; ülkenin tarıma dayalı ekonomisinden tutun da, maliyetten kaynaklanan sebeplerle rekabet zayıflığına, bürokratik engellerden mevzuat ve kurum karmaşasına kadar pekçok husus bulunmaktadır. Ancak elde edilen istatistiki veriler ile fiyat/kur hareketlerine bakıldığında yurt içi kurumların kontrollerinin dışında olan ve üzerinde fikir teatisi yapılması gereken, ancak sürekli olarak küreselleşme ve serbest piyasa kavramlarının elastik kullanımları ile örtülmeye çalışılan iki konu vardır. Birincisi ithalat/dış ticaret açığı, ikincisi ise sermaye hareketleridir.

16.08.2006 tarihli Referans Gazetesi’nde yer alan haberde; bazı ürünlerini ABD’ye vergisiz ihraç edebilen ülkelere tanınan ayrıcalığın gözden geçirilmesi için yerel üreticilerin Senato ve Kongre’ye baskı yaptıkları belirtilmektedir. Bilindiği üzere, ABD ve Türkiye’nin birbiriyle eşine az rastlanır tarzda yarıştıkları husus, dış ticaret açığını büyütme alanında görülmektedir. Dış ticaret açığının artan bir seyir izlemesi sadece istatistiksel verilerle açıklanıp, bu açığın nasıl finanse edildiğiyle ele alınacak, söylem bazında reel ekonomiden uzak tutulacak bir husus değildir. Bu durum yerli üreticilerin faaliyetlerini ve istihdamı negatif yönde etkileyen bir gelişmedir. ABD’nin dünya genelinde egemen olan rezerv ve ölçü birimi olan USD’den kaynaklanan avantajı bulunduğuna yönelik yorumlar nasıl ki palyatif nitelik ve hesap ödemeyi ertesi güne öteleme özelliği taşıyorsa, Türkiye’nin de nasıl olsa dalgalı kur rejimine sahip olduğu, piyasaların kendiliğinden dengeye oturacağı, ithalatın ağırlığını sermaye ve hammadde mallarının oluşturduğu yolundaki iddia ve gerekçeler tamamen günü kurtarmaya yönelik fikirlerdir. Serbest piyasa kavramının bayraktarlığını yapan ülkeler dahi, iç pazarın ve yerli üreticinin korunması için sürekli olarak arayış içindedir. Çünkü bu noktalar iktisat ve sosyal politikaların kapsamına girmektedir.

İthalatın sadece %15’ini tüketim mallarının oluşturduğu, diğer yatırım ve ara malları ile ülke içinde sabit sermaye artışının dolayısıyla üretim kapasitesi artışının sağlandığı bir gerçektir. Ama bu durum sadece %15’in üzerine odaklanmamıza yol açmamalıdır. Diğer yatırım ve ara mallarının yurt içinde aynı nitelikli malları ikame ettiği, ihracata ya da iç pazara dönük üretim yapan ekonomik birimlerin gittikçe ithalata bağımlı hale geldikleri ve yerli hammadde üreticilerine darbe indirdiği bir gerçektir. Ekonomimizin temel zayıflıklarından birisi de büyümeye paralel olarak ithalatında artışa geçmesidir.

Gümrük Birliği süreci ve küreselleşmenin etkisiyle iç pazar yapı değiştirmekte, sinik ve devletin dış ticaret politikalarına güvenerek faaliyet gösteren kuruluşlar rekabete ayak uydurma sürecinde yapısal, organizasyonel, maliyet ve verimlilik açısından hızlı bir dönüşüm geçirmektedir. Ama dış ticaret politikası yoluyla yerli üreticinin korunması yönünde daha istekli olunmalı ve öyle isteniyor diye kuzu kurda teslim edilmemelidir.

Elektrik, doğalgaz ve en önemlisi çalışanlar üzerindeki vergi yüklerinin indirilmesi yoluyla ve bir adım ötesinde istihdamı arttırma adı altında, çalıştırılan kişilerle orantılı olarak belirli bir süre işverenlere destek verilmesinin üretim, istihdam ve ithalat üzerinde pozitif etkilerinin olacağı tartışmasızdır. Ayrıca KOBİ’lerin kaynak yapılarını finanse etmek amacıyla Halk Bankasının daha etkin kullanılması, özel bankaların KOBİ’lere kullandıracakları kredilerde BSMV ve diğer vergilerin alınmaması gibi yöntemlere başvurulmalıdır. Ayrıca kullandırılacak bu nitelikteki kredilere pararlel olarak, Bankaların ödeyecekleri mevduat sigortası primlerine ve tutacakları mevduat munzam karşılıklarına esneklik getirilmelidir.

Bu öneriye getirilecek eleştiriler iki yönlü olacaktır. İlki, bütçe olanaklarının buna imkan vermediğidir. Ancak bölgesel ve uluslararası gelişmelerden yararlanılmak suretiyle atılacak diplomatik adımlarla IMF üzerinde baskı kurularak faiz dışı fazladan bu teşvik alanlarına kaynak sağlanmalıdır. %6,5 civarında bulunan faiz dışı fazladan 1 puanın yukarıdaki destekler için ayrılması yeterli olacaktır. IMF’in ikna edilmesinin geçmiş yıllara göre daha rahat olacağını düşünmekteyim. Çünkü uygulanan politikalar sosyal kesimlerin refahını arttırmadığı sürece 20 milyon civarındaki yoksulluk sınırında yaşayanların sayısının azaltılması mümkün olmayacaktır. Alınan reçeteleri birebir uygulama gibi bir yanılgının içine düşülmesini hoşgörü ve tebessümle karşılayacak olanlar ise, sadece üç beş tane istatistiki veriye bakıp yorum yapma kolaycılığına kaçanlardır. Türkiye’de ki sosyal dengesizlikler ve işsizlik utanç verici boyutlardadır. Her ne kadar bu öneri dış ticaret açığını oluşturan ithalattan hareketle yazılıyorsa da esas olarak olayın sosyal boyutu düşünülmektedir. TÜİK’in artık tartışmalı hale gelen üretim ve istihdama ilişkin veri ve raporlarının gerçek hayatla bağlantısı zor kurulabilmektedir.

Bu öneriye getirilebilecek ikinci eleştiri ise, firma ve müteşebbüslerin artık ayakta durmaları ve rekabet edebilmelerinin sağlanması gerektiği, devlete yaslanma döneminin bittiği şeklindedir. Oysa yukarıda yer verilen öneriler sadece ve sadece maliyeti etkileyen kamu kaynaklı yükleri özellikle gelişmekte olan ülkelerin düzeyine çekme arayışıdır. Dolayısıyla yerli yatırımcıya bir avantaj sağlanmamakta, sadece taşıdığı yük normal seviyelere çekilmektedir. Büyüme ve üretimin şahlandığını gösteren son yıllardaki verilerin çare aradığımız problemlere deva olmadığı görülmüştür.

2001 krizinde cari işlemler açığının milli gelirin %3-4’ünü aşmasının kriz zamanının geldiğini gösterdiğini vurgulayan IMF yönetimi, halihazırda %7’yi aşan cari işlemler açığı karşısında nadiren, laf ve satır arasında uyarısını yapıp, ekonomi yönetimini somut adım atmaya zorlamamaktadır. Aksini yapması, yani ekonomi yönetimini bu yönde teşvik etmesi halinde Türkiye’nin ithalatını sağlayan ve IMF’i yönlendiren ülkelerin tepkisini çekecektir. Türkiye artık çok iyi bir pazar olmuştur ve harcamalarını kredi kartı ile yapıp, bu borcu bireysel kredi kullanarak kapatan kişilerin akibetine uğraması kaçınılmazdır.

Burada öne çıkan faktörlerden birisi de döviz kurunun seviyesidir. Dalgalı kur rejimine sahip olan ülkemizde kur seviyesini birinci derecede etkileyen ise yazımızın ikinci konusu olan sermaye hareketleridir.

Döviz kurunun yerli üreticinin rekabetini engelleyici seyrini engellemek için sermaye hareketlerine müdahale edilmesi zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Ülkeye akan ve kamu kağıtları ile borsada alımlara dönüşen dövizin bir kısmının Merkez Bankası tarafınca alınarak döviz bollaşmasının önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Ancak tüm dövizin alınması piyasada YTL fazlalığına yol açmakta ve Merkez Bankası’nın temel görevi olan fiyat istikrarını tehdit eden bu fazlalığın sterilizasyon işlemleri ile emilmesi ihtiyacı doğmaktadır. Bunların hepsinin bir maliyeti vardır. Siyasi, iç ve dış kaynaklı etkenlerle, ekonomi otoritelerinin kontrolü dışında hareket eden yabancı sermaye artık ekonomi, iç ve dış politikayı yönlendirici konuma yükselmiştir. Türkiye’de sermaye hareketleri dövizi, ardından faizi ve nihayetinde ekonomik birimlerin yatırım ve tüketim kararlarını belirlemektedir.

Portföy niteliğindeki sermaye hareketlerinin kısıtlanması ya da öngörülebilir bir sahada hareketinin sağlanması için sermaye giriş ve çıkışlarında, bugün tartışma alanı bulan Tobin vergisinin uygulamaya sokulması ve sermayenin ülke içinde kaldığı süre ve miktarına bağlı olarak dilimleme usulünde bir vergilendirmenin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Uzun süre kalan sermaye daha az vergi ödeyecek, belirli bir sürenin üzerinde kalacak olan ise vergi ödemeyecektir. Bu durum ekonominin sermaye hareketlerinin elinde oyuncak olmasının önüne geçecektir. Aniden harekete geçecek yabancı sermaye ve portföy sahipleri ise, yapacakları hareketlerin niteliğine göre kendilerine çıkarılacak faturayı ödeyeceklerdir. Sermaye kaçar ya da sermaye gelmez gibi korkutmaların ise küresel likiditenin fazla olduğu bir dönemde dikkate alınmaması gerekmektedir. Bu verginin doğrudan faizlerin artışına yol açacağı, yabancıların ellerinde tuttukları menkul kıymetlerden sağladıkları kazançların vergilendirilmesinde yaşanan sorunların yaşanacağı görüşlerinin geçerliliği ise test edilmemiştir. Mayıs ayında yaşanan dalgalanma içte yapılan düzenlemelerden ziyade dış kaynaklıdır. Doğu Asya ülkelerinde yapılan bu tür korkutmalara rağmen atılan adımlar ülke ekonomileri için başarılı sonuçlar vermiştir.

Yazımızın içerdiği öneriler tamamen piyasayı, yatırımcıyı ve makro ekonomik dengeleri gözetleyici işlev görecektir. Küreselleşme ya da serbest piyasa kavramlarını, bu kavramların sahiplerinin bile katılmadığı şekilde kullanmak yanlıştır. Alınacak tedbirlerin getirisi ve götürüsüne ait çeşitli simülasyonlar çok kolayca yapılabilir.

 
Toplam blog
: 28
: 1654
Kayıt tarihi
: 22.08.06
 
 

İstanbul'dan tarih, ekonomi, siyaset ve kültüre ilgi duyan, güzel bir dille ifade edilen, edebi v..