Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '07

 
Kategori
Dostluk
 

İyi Niyet

İyi Niyet
 

Hayatı vermekle geçti. Değer vermek, kendinden vermek,kendini vermek. Önemseyerek yaşadı, insanları önemsedi, yazılanları önemsedi, söylenenleri önemsedi. Bu yaşa kadar yaşadığı buydu. Vermek ve önemsemek. Kanatsız bir melek olduğunu söylerdi insanlar, belki de o da inanmıştı böyle olduğuna. O halde niye? O halde niye her şeyi alt üst eden, uğruna her şeyi yapabileceği iki ayrı kişi tarafından sarfedilmiş, iki ayrı söze mıhlanıp kalmıştı. Böylesi sevdiği insalar böylesi kolaylıkla yürek dağlayacak bu sözleri sarf edebilmişlerse ne derece melek olduğu tartışılırdı aslında.

"Aklın kontrol edemediği iyi niyet yarardan çok zarar getirir.!" sözü sürekli hafızasında tazelenmekte şu sıralar.
Hiç bir kötü düşünce, hiç bir art niyet geçirmezdi aklından. Başka sey düşünüp başka söz sarf etmez, içten küçük pazarlıklar yapmazdı. Nasılsa öyle davranırdı. Yapmak istediği tek şey elinden geldiğince mutlu etmekti karşısındakini. Bunun için de yapabileceği her şeyi yapardı, zararı kendine dokunacak olsa bile. Eskiden de büyük yaralar almıştı, aldıği ilk yara değildi şu sıralar sarmaya çalıştığı. Hatta önceki yaraları belki de şimdikinden daha büyüktü, fakat yaralanan değil yaralayan önemliydi galiba. Çünkü önceki yaraları daha derin ve daha öldürücü görünmesine rağmen ya gençliğin verdiği umarızlıktan, ya çok eski olmasından mütevellit acısını hatırlayamamasından, ya da en önemlisi yaralayanın değer çıtasının şimdiki suikastçi kadar yüksek olmamasıdan atlatabilmişti önceki yaraları. Bu seferki hançer daha keskin ve daha sapına kadar sokulmuştu galiba yüreğine.
"Yiyorsa s..ktir olur gidersin!" sözü çın çın çınlıyordu kulaklarında. Hemen ardından "Aklın kontrol edemediği iyi niyet yarardan çok zarar getirir.!" sözünü getiriyordu aklına. "Yiyorsa" nın alamı neydi? "Ben vazgeçilmezim" Bu sözü sarf edeni bu mertebeye çıkartan kendisi değilmiydi? Söyleyene değil söyletene bakmak lazımdı. Oysaki biri O'nu vazgeçilmez olarak görebilse acaba o da tıpkı diğeri gibi küfreder, aşağılar, umursamaz ve aldırmazmıydı. Ego ne garip bir duyguydu. Payelerin verilmeyip alındığını düşündürüyordu insana. Belki de karşı taraf da kendi yediği küfürleri hatırlıyordu kimbilir?

En yakın dostunun "Sen kaybettin!!!" demesiydi ikinci yürek acısı. Bakıyordu, "Kaybettiğim ne?" diye. Evet dostunu kaybetmişti. Hem de %100 haklı olduğu bir konuda. Kırgın olan kendisiydi, canı yanan kendisiydi. En yakın dostuydu, hastalandığında kocası ortalarda yokken arkadaşını alıp hastahaneye götüren, başında sabahlayan ertesi gün uykusuz işe giden, bir telefonu ile dostunun yanında olan, her şeyine koşturan, sabahlara kadar derdini dinleyen, bulabildiği çözümleri asla esirgemeyen, çocuklarını kendi çocuklarıymış gbi benimsediği, kendisi idi. Bir kerecik bir ricası olmuştu dostundan "Hayır!" cevabı almıştı. Olay da ondan sonra patlak vermişti ya. Kim kaybetmişti. Ortada bir kayıp varsa her iki taraf a kaybetmişti de hangisinin kaybı daha büyüktü acaba?Belki de karşı taraf da kendi gösterdiği özverileri hatırlıyordu kimbilir?

İş yerinde de benzeri bir sorun yaşıyordu. Bir akşam işlerinin 2 saat kadar uzaması yüzünden patronu "Kusura bakmayın bu akşam sizi biraz geç bıraktık" dediğinde "Öneml değil işimiz hallolsun da." cevabını vermesi, o akşamdan sonra bir kez bile 20:00 ya da 20:30 dan önce çıkamaması ile sonuçlanmıştı.Keza patronu gün içinde diğer işlere yoğunaşıp onunla olan işleri saat 18:00 den sonraya ertelemeyi adet edinmişti ve buna sebep olan kendisiydi. Son akşam arkadaşları ile gdeceği bir yemeğe gitmek için patronuna aşam 18:00 de çıkacağını söylemesine rağmen bu sefer patrou adeta cezalandırırcasına işi atmış ve 22:00 de çıkmıştı.Haliyle de buluşamamıştı arkadaşlarıyla.

Erdemli davranmak, değer vermek, karşınakini önemsemek acaba neden bu davranışlarda bulunan kişinin aciz olduğu izlenimi uyandıyor insanda?" Bu bana bu kadar değer veriyorsa demek ki bana dahi ihtiyacı var!" diye düşünecek kadar küçük gördüğünden mi kendini yoksa, "Bu bana bu kadar değer veriyorsa demek ki ben bir şeyim" diye düşünüp kendisini üstün görmesinden mi?

Hayır kelimesini kulanmayı pek sevmezdi. Hayatnın en büyük yanlışı olduğunu fark etmesi ise çok geç oldu. Hayır demesini bilmeyen bir insandan "Hayır!" lafını duyunca ya da hep veren bir insanın bir şey taleb ettiğini görünce bocalıyordu nedense muhatap olunan insanlar? Kişilere atfdilen görevler vardı. Bir kere vermeye başladığın zaman bir teşekkür dahi almaksızın daima daha fazla taleb edildiğini ve talepleri karşılayamadığı zaman yalnız kaldığını görüyordu.Ne acı!!!!

Kulaklarından girenlerle hayatını yönlendiren , literatürdeki deyimi ile işitsel bir insandı. Duydukları çok önemliydi.Duydukları acı verdiği, yaraladığı kadar duydukları ile de mutlu olabilecek bir insandı. Hayatındaki en önemli, en çok sevdiği iki insanı duyduklarndan aldığı yaralar yüzünden uzaklaştırmıştı kendinden. Yaralarını sarması vakit alacaktı, yaraları sarılsa bile o insanlarla hiç bir şey eskisi gibi olamayacaktı. Yapılan davranışlar ve sarf edilen sözler yeniden benzer yaralar almasına sebep olursa eskisi gibi hayatta kalamayabilirdi bir başka sefer.

Sevginin tarif edilemeyecek kadar güzel, değerli ve harika bir duygu olduğunu söylüyordu herkes. O ise kimi sevse ya ölüyor, ya gidiyor, ya canını yakıyordu sevgisi. Gerçekten sevgi denen duygu varmıydı?Varsa da kendisi tanıyormuydu?
 
Toplam blog
: 167
: 1867
Kayıt tarihi
: 20.04.07
 
 

01/06/1967 Rize/fındıklı doğumlu olmama rağmen doğum yerimi hiç görmedim. Türkiye'nin hemen her ilin..