Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '21

 
Kategori
Felsefe
 

İyi Ve En İyi

 

Bir söz vardır:

“En iyi, iyinin düşmanıdır.”

Voltaire'in sözüymüş galiba.

 

Mükemmelliyetçilik patolojisi açısından bakılınca doğru bir sözdür ama, felsefî açıdan aslında tersi de doğrudur,

İyi, en iyinin düşmanıdır”...

 

Çünkü “en iyi”, kendisi hiçbir şekilde düşmanca bir niyete ve böyle bir hissiyata sahip olmasa da, yalnızca kötülerin değil, “iyi”lerin de maalesef “en iyi” karşısındaki algısı ve tutumu düşmanca olabilmektedir. Hani “kedi erişemediği ciğere mundar der” diye de bir atasözümüz vardır ya, bunun gibi.

 

Zaten “iyi”nin, en iyi olması ve olabilmesi biraz bu yüzden de mümkün olamamaktadır. Kendilerinin en iyi karşısındaki bu algılarından, kıskançlık, haset ve fesatlık gibi böylesi hisler, egosal açlık ve eksikllikler ile kötücül düşünüşe düşme basiretsizliği ve yanılgılarından ötürü yani.

 

Dolayısıyla “en iyi”, ahlâken de bir iyiliği, fikren ve kalben de bir temizliği, dürüstlüğü, mertliği gerektirmektedir. Ön yargısızlığı ve iyi niyeti şart kılmaktadır. En iyi olabilmek için, sadece bir şeyleri çok iyi yapabilmek ve sırf yetenek, bilgi, bilinç, uzmanlık, zeka vs. yetmemektedir, artı bir takım hasletleri de gerektirmektedir. Karakter yani asıl, önemli olmaktadır.

 

Nedir bu hasletler?

Mesela “en iyi”, güvenilirdir, gerçekten dostça duygular taşır; haset etmez, kıskançlık hissetmez, herhangi bir durumu asla bir rekabet ve/ya bir yarış olarak görmez, içinde fesatlıklar gelişmez, sinsi değildir, karşısındakini yenmek gibi veya durup dururken başkalarının gözünde etkisiz kılmak ya da küçük düşürmeye çalışmak gibi egosal bir açlıkla ve eksiklikle hareket etmez, bu tür bir amaç ve kaygı tamamen uzaktır en iyiden.

 

Karşısındakini saf dışı bırakmayı bir zafer olarak görmez en iyi; başkalarının başına gelen kötü şeylere sevinmez kimileri gibi. Veya başkalarının başına gelen iyi şeylere, başarılarına, iyi durumlarına üzülmez, haset etmez. Aksine birileri iyiyse o da sevinir, birileri kötüyse üzülür. Başkalarının sevinci, en iyinin de sevincidir, başkalarının üzüntüsü onun da üzüntüsüdür daima.

 

Kezâ amaca giden her yol mübahtır gibi fikirler üretmez “en iyi”nin bilinci; bir takım hileler, kandırmacalar, riyalar, asıl gerçeği ve var olanı gizlemeler, saklamalar, bir şeyleri farklı göstermeler, öyle zannettirmeye çalışmalar, işi oyalamalar, yolu dolandırmaya çalışmalar, yalan söylemeler vs gibi yollara tevessül edecek şekilde kurnazlıklara, arayışlara ve çarelere sığınma ihtiyacı duymaz, böyle şeylere ihtiyacı yoktur çünkü en iyinin. Şeytanın bu tür yol gösterişlerine kanmaz, aldanmaz, şeytanî oyunlara, vesveselere, alaverelere, hilelere düşmez, kendi kendini yanıltmaz, şeytana ve nefsine yenilmez. Kötülükle, şiddetle, vahşetle, zulümle iş görmez en iyi.

 

Yani en başta kendi egosuna yenilmez, egosunu zaten aşmış durumdadır en iyi! Kendinden hakkıyla hoşnut, kendinin zaten ne kadar vasıflı ve erdem sahibi olduğunun kendi de ayrımında, dolayısıyla kendiyle barışıktır, çatışmalar yoktur iç dünyasında, aklı ve kalbi, düşünceleri ve duyguları arasında... sever kendini. Böylece de kendiyle onur duymaktadır, kendiyle yeterince zengindir-doygundur, özü-gözü-nefsi toktur, ferasetli ve basiretlidir, asıl ahlâken mükemmeldir zaten en iyi!

 

Dolayısıyla bırakın kötü ile iyi arasındaki farkı, iyi ile en iyi arasında dahi, asıl, Allah vergisi hasletler - erdemler bağlamında ve kişinin bilinçsel, duy(g)usal ve içgüdüsel tercihleri bakımından ahlakî yeterliliğinin, düzgünlüğünün, kalitesinin farkı vardır arada.

 

Onun için “ahlâk” ve sahip olunulan ahlâkın niteliği, yani iyi-düzgün-olumlu-makbûl bir takım hasletlerin varlığı, en önemli şeydir, olmazsa olmazıdır işin, kâmil insan, olgun ve olmuş insan, “en iyi” insan olabilişin. Ve pek tabii ki pek enderdirler de sırf bu yüzden. Ve elbette hep tek başınadırlar, haliyle yalnızdırlar da hep genellikle. Çünkü yoktur ki zaten kendileri gibi ve az çok kendileri kadar mükemmellikte “çok” sayıda insan!

 

Bu da “en iyi”nin şu dünyada ne yazık ki, yine olmazsa olmaz ve kaçınılmaz kaderidir!... yani işin gereğidir yine işte ne yazık... Ama asıl, “şu dünyada oluşun ana gayesi için” de bu bedelin de göze alınması, peşin peşin içsel bir rıza ile bu tekliğin seve seve kabul edilmiş olması da gerekmektedir ne çare.

 

“Zoru tercih etmek gerekir!” derim ya hep, zor asıl, budur işte. Geçici bir zorluk değildir zira, bütün bir ömrü, bütün bir hayatı kapsar “bu zorluk, zoru tercih ediş ve zorluktan kaçınmama ahvâli”. En iyi'nin vazgeçilmezidir çünkü zoru tercih ve zorluklardan yılmamak, zordan kaçınmamak. İradesi bu yöndedir hep.

 

Yani sonuçta değer mi? Değer, kesinlikle!!

Ve görüleceği üzere, bu “inanç” bile de işte, o Allah vergisi ahlâkî hasletlerden biridir yine!

 

.

.

.

Filiz Alev Tekin

10.10.2021

 

 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..