Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '10

 
Kategori
İnançlar
 

İyi ve kötü ile kıyas

İyi ve kötü ile kıyas
 

İnsan nimetin gerçek değerini, genellikle o nimeti kaybettiğinde daha iyi anlar. O nimete sahip olduğu andaki durumuyla, Allah'ın hikmet üzere o nimeti geri aldığı andaki durumunu kıyaslar ve yitirdiğinin değerini hisseder. Sahip olunan her nimet gerçekte Allah’a aittir; mülkün asıl sahibi olan Allah, dilediğinde dilediği nimeti geri alabilir. Bunu kavramak, kişinin Allah'a daha içten yönelmesine, daha derin bağlanmasına sebep olur.

Örneğin sağlıklı insan, sağlığının ne denli büyük bir nimet olduğunu anlamayabilir. Ancak sağlığını yitirecek olursa, hastalanmadan önceki durumu gözlerinin önüne gelir ve sağlığın Allah’ın sunduğu ne büyük nimet olduğunun bilincine varır. Gerçekten de insan biraz düşünecek olursa bedenini kullanabilmesi, bir yerinin ağrımaması, görebilmesi, duyabilmesi, işlerini yapabiliyor olması hatta soluk alabilmesinin önemini kavrayabilir. Tüm bu nimetler için insan her an Rabb’ine şükür içinde olmalıdır.

Allah hem etrafımızda hem de nefsimizde zıtlıklar yaratmıştır. Bu zıtlıkların yaratılış hikmetlerinden bir, dünya hayatında farklılıklar arasında kıyas yaparak güzellikleri daha bilinçli olarak görebilmemizdir. Böylece nimetlerden daha fazla haz alıp şükreder, etrafımızdaki ve kendimizdeki noksanları görebilir ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanabilmek amacıyla daha mükemmelini hedefleyebiliriz.

Yüce Allah insan nefsine de zıtlıklar yerleştirmiştir. Nefse, kötülüklerin yanı sıra bu kötülüklerden sakınmanın da ilham edildiğini bildirilir. İnsan nefsinde negatif güçlerin yanı sıra pozitif güçler de vardır. O halde insan nefsinde hem var gücüyle kötülükleri, çirkin utanmazlıkları emreden, bunları çekici gösteren bir güç vardır, hem de tüm bunlardan sakınmasını, iyi ve güzeli seçmesini emreden pozitif bir güç vardır. Söz ettiğimiz bu pozitif güç her durumda insana doğruyu fısıldayan vicdandır.

Yüce Allah’ın insan için imtihan amacıyla yarattığı her olay nefsiyle ilgilidir; en büyük imtihan nefse karşı olandır. Çünkü genellikle imtihanların nefsin hoşuna gitmeyen yönleri vardır. Birçok insan, Allah’ın yarattığı olayı nefsani olarak değerlendirir ve olayların nefsinin istekleri yönünde gelişmesine çalışır. Daima nefsini koruyup kollar, yaşamı süresince nefsinin yanında yer alır.

Mümin ise Rabb’inin birçok hikmet üzerine nefsini bu olumsuz özellikleriyle yarattığının ve nefsiyle imtihan olduğunun bilincindedir. Bu nedenle nefsine olan yaklaşımı Allah'ın hoşnutluğu doğrultusunda yaşamayan kişilerinkinden çok farklıdır. Kur’an’da da, "(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir…" (Yusuf Suresi, 53. ) ayetiyle bildirildiği üzere nefsini temize çıkarmaya da çalışmaz. Kulak verdiği yalnızca vicdanının sesidir, nefsinin heva ve hevesleri değil…

Allah’ın herşeyi kendisi için özel yarattığını düşünemeyen kişi, kendi durumunu sürekli başkaları ile kıyaslar. Aynı ya da benzer hataları yapan kimselerden örnekler verir. “O da aynı şekilde davranıyor”, “Ben yapınca mı hata oluyor?” gibi mantık dışı kıyaslar yapar. Bu düşünceler rahmani olmayan bir bakış açısı sonucu ortaya çıkar. İnsanın Kur’an'î bakış açısıyla bakması ve kendisini Allah’ın beğendiği ahlâkı yaşayan müminlerle kıyaslaması gerekir. “Samimi Müslümanlar böyle bir davranış göstermiyor, benim de güzel ahlak sergilemem gerekir” şeklinde yapılacak bir kıyas doğrudur.

Kuran’a uygun olmayan örnekler vermek, kötü ile kıyaslamak, takva sahibi insanın yapacağı davranışlar değildir. Samimi mümin bir konuda mantık yürütürken, Allah’ın beğeneceği ahlakı kıstas alır. Başka kişilerin kötü tavırlarından örnekler vermesi, Kuran’a uygun olmayan tavırları gösterip “onlar da aynısını yapıyor” demesi, Allah’tan korkup sakınan takva sahibi bir müminin ahlakına uygun davranış olmaz.

Mümin vicdanını, sabır ve tevekkülünü, Rabb’ine olan itaatini, sadakatini kendisine örnek aldığı peygamberlerin ahlakıyla kıyaslar. Böylece eksikliklerini belirler ve ahlakını mükemmelleştirmek için çabasını artırır.

İnsan, ahireti de dünyadaki kavramlarla kıyaslayarak cennetin kusursuz güzelliğini ve cehennemin korkunçluğunu düşünür. Böylece cehennem korkusunu ve cennet özlemini artırır. Kendisini azaptan uzaklaştıracak, Allah’ın sonsuz rahmetine ve kurtuluşuna ulaştıracak özelliklere sahip olmaya çalışır.

Kur’an’dan, ahirette cennet ve cehennem ehlinin birbirlerinin yaşamına dair görüntüler izleyeceklerini anlıyoruz. Bu görüntüler, müminlerin aldığı zevki, inkârcıların ise azabını ve pişmanlığının şiddetini artıracaktır.

Ateşin halkı cennet halkına seslenir: “Bize biraz sudan ya da Allah’ın size verdiği rızıktan aktarın.” Derler ki: “Doğrusu Allah, bunları inkar edenlere haram (yasak) kılmıştır.” (Araf Suresi, 50)

Cehennem mümin için kıyas anlamında şiddetli etkileyicidir ve Allah’a şükrünü artıran en büyük nimetlerdendir. Mümin cehennemle kıyaslayarak cennetten daha fazla zevk alır. Allah’ı çok seven, kulağı işten, kalp gözü açık varlıktır mümin; o nedenle izlediği cehennemden ve azabından çok fazla etkilenir. Kendisini sonsuz azaptan koruduğu ve cennetini lütfettiği için Rabb'ini övgüyle hamd eder. Cehennemdeki o berbat yaşamı gören mümin, cennete doyamaz.

Dünya hayatında iyi ile yapılacak kıyas, ahirette –Allah’ın dilemesiyle- yukarıda söz ettiğimiz kötü ile kıyas yapmaya vesile olur. Bizler kendimizi hiçbir konuda yeterli görmemeli, imanımızı, aklımızı, vicdanımızı geliştirmenin önünde hiçbir engel olmadığının bilincinde olmalıyız. Davranışlarımızı Allah’ın kutlu peygamberleri, elçileri ve salih müminlerin örnek ahlâklarıyla sürekli kıyaslayarak, daha mükemmele ulaşmayı hedeflemeliyiz…

Turuncu Dergisi

 
Toplam blog
: 727
: 972
Kayıt tarihi
: 09.02.10
 
 

Ekonomi okudum. 5 yıldır haber siteleri, portal ve dergilerde yayınlanan yazılarımı ve inandıklar..