Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '12

 
Kategori
Sinema
 

İyilik meleğinin iyilik filimi: Kan ve Bal Ülkesi

İyilik meleğinin iyilik filimi: Kan ve Bal Ülkesi
 

Kan ve Bal Ülkesi


Bu yıl şubat ayında gösterime giren yönetmenliğini Angelina Jolie’nin yaptığı Kan ve Bal Ülkesi (in the Land of Blood and Honey)filmi dünyada çok ses getirdi ve konusu itibariyle ilgi alanımıza girdi. Bosna’da 1992-1995 yılları arasında yaşanan savaşı (aslında katliam ve soykırım) konu alan film Jolie’nin ilk yönetmenlik tecrübesi.  Sinemada oyunculuk geçmişiyle birçok ödüle ve bir Oskara sahip olan büyük oyuncu! Hepimizin bildiği gibi bugünlerde insanlığın iyilik meleği olarak savaş bölgelerinde yardım ve iyi niyetli çalışmalarıyla; oynadığı filmlerden sonra dünya insanına hizmetini vermeye devam ediyor. Filme geçmeden önce sıkıcı bir magazin olacak belki ama biraz Angelina Jolie’ den bahsetmek gerekir sanırım.

1975 doğumlu sinemacı bir ailenin çocuğu olan Jolie, 1993 yılında ilk kariyerine başladı. Cyborg 2 filminde oynadıktan sonra 1995’te Hackers filminde yükseldi, bu arda oynadığı bütün filmlerde adından bahsettirdi (filmlerinin ismini yazmaya gerek görmüyorum) ve 2001’de Lara Croft: Tomb Raider filmiyle dünya starı oldu. 2005 yılında Brad Pitt ile başrollerini oynadığı Mr. & Mrs. Smith filmiyle sinemadaki en büyük vurgununu yaptı ve zenginliğini katladı. Bu zaman zarfı içerisinde iki evlilikten sonra Brad Pitt ile üçüncü evliliğini de yaptığını ekleyelim. Üç evlatlık, üç de biyolojik çocuğa sahiptir.  Bu kadar şatafatlı işin sonrasında Birleşmiş Milletler Mülteciler Komisyonu İyi Niyet Elçisi olmayı da başardı.  

Filme gelirsek, Angelina Jolie; 1992 ile 1995 yılları arasında Bosna savaşı yaşanırken gözü kulağı orada mıydı bilinmez ama şimdilik meşhur olmaya çalışıyorum sonra bir ara ilgilenirim diye düşünmüş olacak ki yaklaşık yirmi yıl sonra kan ve bal ülkesinde filmini çekti. Filmde Bosna’da yaşanan savaşın tüm şiddetini, acımasızlığını ve iğrençliğini çok cesurca ortaya koymuş. Savaş sahneleri, çatışmalar ve yaşanan olayların sunuluş şekli seyirciyi can evinden vurup adeta filme kilitliyor. Fakat film boyunca koskoca savaşın Sırp erkekle sözde Müslüman kadın arasında geçen bir aşk hikâyesi üzerinden anlatılması pek güzel bir tercih değil. Tabii ki Jolie’nin, bildiği en iyi işi cinselliği sergilemeyi ve sinemadan anladığı şiddet ve ajitasyon klişesini filme yansıtması onun için gayet normal bir şey. Bütün filmi aşk mı kazansın savaş mı der gibi seyredince, adeta ne filmi izlediğinizi zaman zaman şaşırıyorsunuz. Bir de filmde hâkim dilin İngilizce olması sanki Müslümanlar veya Bosna değil de başka bir ülke hakkında film izliyor gibi düşündürüyor sizi.

Film boyunca sadece bir sahnede dua ediliyor. Onun dışında ne bir dua, ne bir namaz ne de Müslüman tavrına yakışır bir tavır yok. Tüm izlediğimiz Sırpların masumları öldürmeleri, tecavüzleri, dalga geçmeleri ve diğer akla gelebilecek iğrençlikleri, buna karşılık ne Müslümanların karşı koymaları ne de mücadeleleri var. Bir iki yerde cılız çatışmalar var. Sanki bütün Bosna halkı, direnişçileri ve askerleri kaçmış Sırplar kadınları ele geçirmiş onları kullanıyorlar. Filmde esir kampında kadınlar her gün tecavüze uğrarken kampın yetkili komutanlarından olan Daniel savaştan önce de âşık olduğu sevgilisi Ajla’yı ayrı bir yerde tutar ve kimse ona dokunmaz. Böyle bir ayrıcalığa sahip olan Ajla bir yandan intikam duygusunu yaşarken bir yandan da içinde yaşadığı aşkın çıkmazında yaşamaktadır. Daniel’de babasının ve kendi konumunun farkındadır ve hatta bu savaşta haksız olduklarını da bilmektedir fakat savaştan da kaçamamaktadır. Bir nevi o da aynı çıkmazı yaşamaktadır.

Kan ve Bal Ülkesi, aslında ancak Amerikalı bir sinemacının yapabileceği kadar iyi bir film, içinde barındırdığı savaştan, aşktan, zulümden ve bunları tasvir etmesinden, hikâyeyi anlatış tarzından müziklerinden kısacası filmin her yerinden bu belli oluyor. Bence film bizim Bosna’mızı anlatmıyor bu ayrı bir konu ama ben filmi beğendiklerini ve destek verdiklerini söyleyen Türkiye’deki izleyicilerimize ve eleştirmenlerimize katılmıyorum. İzlediğimiz sadece Amerikalı bir kadının savaştan ve aşktan anladığıdır diye düşünüyorum. Bosna Müslümanların yürek acısıdır ve üzerinden insanların içlerindeki bazı zevklerini gideremeyecekleri kadar kutsaldır. Sinemada Bosna Savaşı anlatılacaksa her yönüyle anlatılmalıdır. Cinselliği ve şiddeti sonuna kadar verelim, açalım çığlığın ve acıların sesini herkes rahatlasın diye yapılamaz bu film. Her yönüyle anlatılacak bir konudur bu savaş. Savaş nasıl çıktı, nerede Aliya, nerde Kur’an, nerede Müslümanların Allah’a olan inançları ve sadakati ve nerede dünyanın gerçek sahibi olduğunu iddia eden süper zalim güçlerin masa başında yaptıkları.

 Sonuç itibariyle Amerikalı iyilik meleğimiz mesaisini harcayıp bütün dünyanın gözünü buraya çekmiş olabilir; fakat teşekkür edilecek ve minnet duyulacak bir iş yapmamıştır. Sırpların film gösterimine karşı çıkması ve bu filmden rahatsız olmuş olmaları da bunu değiştirmez ve Müslümanlara yaşadıklarını unutturamaz ve ben sanmıyorum ki savaşı yaşamış hiçbir Müslüman bununla teselli bulmuş olsun. Rambo filmlerinden farkı belki biraz daha yakın ve hassas bir konuyu daha gerçekçi işlemiş olmasıdır. Aksiyon değil dram olmasıdır. Bunların dışında da her hangi bir sinematografik yoruma girmeyi de gereksiz buluyorum. Bu film teknik başarısıyla değil hikâyeyi anlatış şekliyle konuşulmalıdır. Piyanist, Er Ryan’ı Kurtarmak, Hayat Güzeldir gibi filmlere bir yenisini ekleyip savaşın kötü olduğunu ve insana yakışmadığını anlatmıştır. Bunda da başarı göstermiştir fakat Müslümanların Bosna’sını anlatmamıştır. Peki, Müslümanların Bosna’sında ne olmuştu biraz da ona bakalım.

Modern zaman hümanizm kavramlarının orta yerinde, Avrupa’nın ve dünyanın gözleri önünde, çok eski zamanlar değil daha dün gibi 1992-1995 yılları arasında yaşanmış bir soykırımdan bahsediyoruz. 1990 yılına kadar bir arada yaşayan Sırplar, Hırvatlar, Makedonlar ve Boşnaklar birer birer bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bosna Hersek bağımsızlığı için yaptığı referandum sonunda bağımsızlığını ilan etti ve sonrasında Avrupa’da ve Amerika’da bağımsızlıkları tanındı. Bunun sonucu olarak Sırplar Bosna Hersek’ten ayrıldıklarını açıkladılar ve Yugoslavya hükümetinden aldıkları ordu desteğiyle ülkeyi Boşnaklardan arındırmak için etnik bir temizliğe başladılar. Bu temizlik süreci üç yıldan fazla sürdü ve savaştan çok bir soykırım yaşandı. Savaş iki ülke askerleri arasında yapılır. Bu ise dünyanın kimilerine göre 3. kimilerine göre 6. büyük ordusu ile Bosna askeri ve halkı arasında yaşandı. Bosnalı Müslümanlar gruplar halinde toplu katliamlarla şehit edildiler. Uluslararası Kızılhaç verilerine göre 312.000 insan bu savaşta hayatını kaybetti. Bunların 200.000’i Müslüman Boşnak halkıydı. 2.000.000 insan yer değiştirdi ya da göç etmek zorunda kaldı. Çocuklar katledildi. 40.000 kadına tecavüz edildi ve akla hayale gelmeyecek işkencelerden geçirildi. Bu ve bunun gibi veriler artık insanlık tarihine geçmiş insan ayıbı verilerdir ve maalesef artık dünya için istatistik olmaktan öteye bir şey ifade etmemektedir. Bosna’ya dünyanın farklı yerlerinden gönüllü Müslümanlar savaşmak için şehit olmak için gitti. Türkiye’den de birçok Müslüman savaşmak için gitti. Gidenler dönenler bizden daha iyi biliyor ki orada yaşananlar savaş değil zulümdü.

Bosna’yı konu alan birçok film çekildi. Bunların çoğu bu yazıda geçenlere paralel şekilde konuyu işledi. Bunların haricinde savaş sonrası hayatlarını idame ettirmeye çalışan bir avuç kadının hikâyesini anlatan Snijeg (Kar) 2008, savaş esnasında iki yetim çocuğa sahip çıkmaya çalışan bir şairin hikâyesini anlatan Savrseni Krug (Kusursuz Çember) 1997, Srebrenica katliamının anlatıldığı Belvedere (2010) ve özellikle savaş sonrası kadın ticaretini konu alan The Whistleblower (Muhbir) filmleri Bosna hakkında yapılmış daha temiz filmlerdir diye düşünüyorum.

Son olarak  Angelina Jolie ve filmine dönersek bu filmden alacağını zaten aldı. Suriyeli mülteci kampını gezdikten sonra Türkiye’ye teşekkür etti ve daha fazla yardım yapılması gerektiğini söyledi. Gerçi o söyledi diye kimse pek bir şey yapmadı ama belki kendi sineması için buradan da iyi gözlemler çıkarmıştır. Şimdi de Filistin için, Suriye için ve diğer Müslüman ülkeler için bir şeyler yapar belki…

Seyidhan KARA

 

 

 

 
Toplam blog
: 8
: 950
Kayıt tarihi
: 04.09.12
 
 

Sanat sever, Kitap sever, Okur yazar, Bilgelik, maneviyat ve erdem yolunun yolcusu...   İ..