Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '07

 
Kategori
İzmir
 

İzmir' de bir cumartesi keyfi desem...

İzmir' de bir cumartesi keyfi desem...
 

Aynı keyfi; aynı mekanda ama farklı bir arkadaşımla ikinci yaşayışım. İlkinde yazıp İzmir severlere bu keyfi bulaştırmak hiç içimden gelmedi. Yoo, kendime sakladığımdan değil, içime sinmemişti. Herkes “ Cumhuriyet” Mitingi’ndeydi.

Martı… İnciraltı’ndaki öğrenci yurdunu geçip ileriye gidiyorsunuz, belediye otobüslerinin son durağından önce iki mekan var yan yana, işte bu solda, en sondaki. Sağ tarafta ne var dersiniz; deniz… Hem de öylesine var ki, isterseniz kaldırımı ve toprak alanı hemen geçip, ayaklarınızı denize sokabilirsiniz. Şehir içinde denizle en çabuk ve kolay ulaşılabilen tek yer sanırım.

Burayı “asker” arkadaşımla yani Esin’le, altı –yedi yıl önce tesadüfen keşfettik ve çok sık gelemesek de, hani güneşin batıp yavaşça kızıllaştırdığı ufkunda çok güzel akşamüzeri keyifleri yaşadık. Giderek belediyenin katkısıyla gelişip güzelleşen çevresine tanık olurken, zaman zaman tek başıma gelip artık benim için bir klasiğe dönüşen, “sardalya-bira” keyfini de az yapmadım hani.

Martı’nın sahipleri de hizmetlerini geliştirdiler bu arada ve açık büfe kahvaltı servisi sunmaya başladılar. Birlikte gelecek bir arkadaş bulamadığım için, bu bahara kadar yani yıllardır kısmet olmadı kahvaltıya gelmek. Tek başıma kahvaltı keyfi olmaz gibi geldiği için de çıkıp gelmemiştim. Ama bu bahar… İkinci gelişim.

Esin, dün akşamüzeri geldi; kalmaya. Kahvaltıya, kalabalığa kalmamak adına, sabah erkenden gidelim istedik. Bu sabaha uyandığımızda dokuza geliyordu, oyalandık biraz, sonra çıktık yola. Aman yollar bir boş bir boş görseniz, insanın bütün şehri dolanası geliyor. Sanırım böyle kısa tatillerde şehir bizim gibi tatile gitmeyenlere kalıyor; büyük şehirde yaşanacak en güzel zaman. Erken gidelim diye boşuna telaşlanmışız.

Martı’ya ulaştığımızda saat ona geliyordu ve bizden başka üç-dört kişi daha vardı. Sabit giriş ücretini ödedik. Self servisti; tabaklarımıza, bizim için hazırlanmış o güzelim domates, biber, salatalık, yeşil zeytin, siyah zeytin, tulum peyniri, beyaz peynir, reçeller, tereyağ… ne varsa doldurduk; acıkmıştık sanki. Yine bizim için doğranıp hazırlanmış malzemelerden, istediğimiz kadarıyla menemen pişirdik; elektrik ocağında, küçük iki kulplu yumurta tavasında. Biraz da sucuk ki o da doğranıp hazırlanmıştı. Sonra küçük cam bardakta çaylarımızı alıp oturduk kahvaltıya. İşin en zor yanı buydu benim için; o kadar çabuk içiyorum ki çayı, kendi kendime servis yapmaktan yoruluyorum. Bu sefer arkadaşım da çay doldurma kısmına yardımcı olunca biraz daha tadına vardım kahvaltının.

Bu arada, Ferhat Göçer’in son şarkıları, ardından Kayahan’ın özellikle de “Unutuldum mu ben” diyen şarkısı eşliğinde, gözümüzü okşayan hafif dalgalı denize karşı, yüzümüzü okşayan hafif rüzgarla, ruhumuzu okşayan sohbetimizle kahvaltımızı yaptık, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan...

Kahvesiz olur mu? Olmaz! Martı, bir köşede kahve yapma olanağı sunuyordu bize; yaparsanız "ikramımızdır" diyerek. Az şekerli iki kahve yaptık bakır cezvede, kömür sıcağında. Bir de fal bakan olsaydı hani ne iyi olurdu ya bunun keyfimizi bozmasına izin vermedik.

Çok da geç kalmamam gerekiyordu, evde üç evlat vardı; uyuyorlardı henüz. İrfan’la Oğuz yani oğlumun en yakın iki arkadaşı dün gece bizde kalmıştı; uyanınca her zamanki gibi “ kalktık , açız “ diye arardı oğlum ki bu cümle eve vardığımda koroya dönüşüyordu.

İrfan “Sırf bu salçalı salam için kahvaltıya gelinir.” derdi hep ve evde salam kalmamıştı. Alışveriş için Narlıdere Tansaş yolundayken aradı oğlum, beklediğim cümleyi söyleyerek. Eve geldiğimde, kocaman evlatlarım çok önemli işler yaparken; atari oynarken, kahvaltılarını hazırlamak bana yani “nöbetçi anneye” düştü. Eskiden olsa sofrayı hazırlamama, biraz sesimi yükseltip seslenmemin katkısıyla da olsa yardımcı oluyorlardı, giderek vazgeçtiler ya neyse…

Kahvaltıdan sonra çok acele işleri varmış gibi hazırlanıp çıktılar…

Bana da sizlerle “İzmir’de bir cumartesi keyfi” ni paylaşmak kaldı; sizlere de bulaşsın diye.

İzmir’den, maviler, kırmızılar, yeşiller… Evet, İzmir Kırmızısı hiç eksilmedi.

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..