Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ocak '07

 
Kategori
İzmir
 

İzmir' de teşekkür, İstanbul' da hööstt …

İzmir' de teşekkür, İstanbul' da hööstt …
 

Yaklaşık bir senedir egenin saygın bir yerel dergisinde her ay Ege Turizmi hakkında yazı yazıyorum. Derginin imtiyaz sahibi arkadaşım, geleneksel yazarlar toplantısı için beni İzmir’e davet etti. Atladım uçağa gittim İzmir’e. O akşam yazarlar toplantısına katılacağım, gündüz de İzmirde ki seyahat acenteleri ile görüşmeler yapacağım. Havaş’ın servisi ile direkt Karşıyaka’ya geçtim. İlk toplantım orada. Apartmanın bahçesinden girerken bir hanımla karşılaştım. “Günaydın” dedi gülümseyerek. Aha!... ne hoş. Ama şaşırdığım için ben karşılık veremedim. Bakakaldım. Apartmana girdim. Merdivenleri çıkarken bir beyle karşılaştım. Gülümseyerek bir günaydın da ondan aldım. Allah Allah. Şu “Derginin kudreti”ni görüyor musun.? Yavaş yavaş İzmir’de beni tanımaya başladılar demek. Neyse ilk ziyaretimi gerçekleştirdim. 2 saat sonra Konak’ta bir başka toplantım var. Doğru vapura. Biletimi alacağım. Gişede ki memur da günaydın dedi. Tanıdı beni tabi ki... Geçtim turnikeden. Vapur yanaştı ama millet hala sakin sakin duruyor. Şöyle sağıma bir omuz, soluma bir çelme geçtim öne. Koştum, girdim vapura. Herkesten önce kaptım bir yer, oturuyorum. Önce yanımdaki, sonra karşımdaki ve daha sonra gelen delikanlı da günaydın dedi. E normal artık tabi. Kolay değil. Koskoca derginin koskoca yazarıyım. Tanıyacaklar beni. Ama o ne, herkes birbirine gülümseyip selam vermeye başladı. Hatta yanımdaki öğrenci olduğu anlaşılan bir delikanlı yerinden kalkıp bir kadına yer verdi, kadın da, kadının kocası da delikanlıya ayrı ayrı teşekkür ettiler. Neyse, Akraba olsalar gerek. 10 dk. sonra vapur iskeleye yaklaştı. Ben yine çalımlarıma devam edip insanların arasından sıyrılıp hemen en öne geçtim. Vapur yanaşmadan atladım. Her zaman ki gibi başladım benden önde gidenlerle yarışmaya. Hem de yerdeki taşların çizgilerine basmadan. İlerideki direğe kadar şu kızı geçmeliyim. Haydi oğlum bastır. Ohh geçtim. Şimdi bir ileride ki direğe kadar şu öndeki şapkalı amcaya yetişmeliyim. O da tamam. Şimdi …. Ani bir fren ve durdum. N’oluyo yaa?. N’apıyorsun oğlum.? Nereye yetişiyorsun?. Daha buluşmana 1 saat var. Dur ! bi Sakin ol !. Oturdum "pasaportta" (iskele yanında bir semt) bir yere. Başladım İzmir’lileri gözetlemeye.

İzmir’liler gülümsüyor. Surat asma yok. İzmir’liler birbirlerine “günaydın” diyor, selam veriyor. İzmir’liler yürüyor, itişmiyor, yarışmıyor. İzmir’liler yere çöp atmıyor, tükürmüyor. İzmir’liler birbirlerini dinliyor, aynı anda konuşmuyor. İzmir’liler vapurda, otobüste okuyor. Yeşil yanar yanmaz zart-zurt korna çalmıyor. Yürrüü diye bağırmıyor. İzmir’liler nazik. İzmir’liler Temiz. İzmir’liler güzel. İzmir Güzel…

Kendimi EFES’in kuruluş efsanesinde ki, tavada pişirdiği balığını kapan küçük yaban domuzunu (Jabali) kovalarken tesadüf eseri EFES’i keşfeden Androklos'a benzettim. Ben de bu kovalamaca da İzmir’i keşfettim. İzmirliyi keşfettim bu seyahatimde. Herkesin İzmirli olamayacağını da keşfettim. Peki ben İzmirli olabilir miyim acaba...? Kocca bir soru işareti.

Bu arada; Acaba neden hala bazı İzmirliler İstanbullu olmaya çalışır? İşte onu anlamam. İstanbul’da taş üstünde taş mı kaldı? İstanbul’da dolaşacak (tecavüze uğranmayacak) park mı kaldı, İstanbul’da çantanı çapraz asmadan dolaşacak cadde mi kaldı, peki ya yürüyecek kaldırım var mı? Nişantaşı’nda köpek pisliklerine, Aksaray’da tükürüklere basmamak, kaldırımlarda ki arabalara çıkmamak, Beyoğlu’nda omuz yememek, tinercilere rastlamamak için “slalom” yapmak zorunda kalmak hoş mu? Günde 1.5 saat gidiş, 1.5 saat dönüşten 3 saati yolda geçirmenin maliyetinin, 8 saat uykuyu çıkarınca 1 senede 54 gün* (kabaca senede 2 ay yolda) olduğunu bilen var mı? Ya istanbul'da işten eve gelip tekrar eğlenmeye çıkmanın hemen hemen imkansız olduğunu, bu yüzden akşam dışarı çıkacakların naylon torbada gece kıyafetini ve ayakkabısını yanında işe götürmek zorunda olduğunu biliyor musunuz? Karşıda oturan annelerin ancak ayda bir kez ziyaret edilebildiğini biliyor musunuz? Sorarım “ortalama” bir İstanbulluya; En son apartmanınızda adını bile bilmediğinize emin olduğum komşunuzdan ne zaman tuz, kahve istediniz?, bırakın onu ne zaman ona günaydın dediniz, selam verdiniz veya aldınız?. Düzenli görüştüğünüz kaç arkadaşınız var? İş ve Para konuşmadan en son ne zaman ve kiminle muhabbet ettiniz? Bunları boş verin. En son “sadece kendiniz için” ne kadar vakit ayırdınız ve ne zaman? Hepsi bir yana, istanbul'da bir kadına kapıyı açmayı, otobüste veya vapurda yer vermeyi düşünüyorsanız iki defa düşünün. Hele yanında kocası varsa... Teşekkür mü bekliyorsunuz, Ne teşekkürü? Hazır olun, kadının kendisinden veya kocasından şöyle bir "yanıt?!!" gelebilir. “HÖÖST”

Hadi Lütfen “herkesi kendin gibi zannetme” geyiklerine falan girmeyelim. İstanbul da durum budur.

* Ayda en fazla 6-7 gün tatil yaparsınız. Günde 3 saatten ve ayda ortalama 24 iş gününden hesaplayın. Ayda 72 saat, senede 864 Saat yoldasınız. Gün 24 saat; çıkarın 8 saat uykuyu, günde 16 saat ayaktayız. (Her şey Dahil). Bölün 864 yol saatini 16 ya: 54 gün yapar. Yani kabaca 2 Ay yoldasınız. Boşa giden senede iki ayın dışında, yorgunluk, arabanın veya sizin yıpranmanız, masrafı, varsa köprü parası ve stresi de cabası.

 
Toplam blog
: 305
: 4038
Kayıt tarihi
: 23.01.07
 
 

Kayseri doğumlu, 1977'den beri Sektörde (Otel, Çarşı, Yurtdışı Acente, Profesyonel Turist Rehberi..