Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mayıs '11

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

İzmir gezim ve dost ziyaretlerim

İzmir gezim ve dost ziyaretlerim
 

24 Nisan 2011 İzmir: Saat 11.00 civarı Basmahane’ deki bir otobüs yazıhanesine gidip, bulabildiğim gece saat 22.00 arabasına 18 numaraya, Alanya için bir bilet aldım. Ağır olan çantamı burada bırakıp en son 24 sene önce geldiğim İzmir sokaklarında körfeze doğru yürümeye başladım. İlk önüme çıkan börekçide su böreği yiyerek karnımı doyurdum. Daha sonra bir kuaför aramaya başladım. Birden kendimi bitpazarının içinde saçı sakalına karışmış insanların sattığı, az kullanılmış eşyaların arasında buldum. 

&&& 

Ayıp olmasın dedim racondandır, gözlerimle de olsa kaldırıp attım tersine az kullanılmış gömlekleri, kot pantolon ve ceketleri... 

Sırasıyla denedim ayağıma olmayan, topukları yanlanmış iskarpinleri... 

Boncukları eksik, imamesi püskülsüz tespihler ile gazı taşı bitmiş çakmaklar tezgâhta... Gözlerinin feri gitmiş sarı dişli işportacılar “buyur bey abi” derken, klasik bir müzik çalıyor dar sokakta.... 

Acıdım adama, hani sigara da içmem ya, içen birine hediye ederim dedim. Az kullanılmış bir çakmak ilişti gözüme. “Ne kadar bunun fiyatı?” Dedim. 

150 TL” dedi. 

!!! 

Bozuntuya vermedim tabi içimden, bu adam “deli” herhalde dedim. Bir diğerini gösterip “Peki, bunun fiyatı ne kadar?” dedim. “ 175 TL” dedi. 

Yok efendim bu adam zır deli! 

Peki, “bu deri kılıflının fiyatı ne?” dedim. 

Meczup “200 TL” dedi. 

Yani birden, deli meli demeden suratının ortasına bir tokat çakasım geldi! 

Tamam dedim. Bu adam hakikatten kafayı sıyırmış.10 lira dese çıkarıp parayı vereceğim. Belki çakmak iki lira bile etmez! Ben “gariban bir yemek yesin çay içsin” diye düşünürken; bizim gariban inadına ben sordukça fiyatını yükseltiyor çakmakların. 

Saçı sakalına karışmış aşırı nikotinden bıyıkları sararmış ağzında dişleri eksik adam bana baktı; 

Bey abi: İlk sorduğun çakmak 1960’ların Alman yapımı İbelo Monogas çok az bulunur ve antika bir çakmaktır. İkincisi ise yani şu; 1970’lerden yine Alman yapımı İbelo ile ünlü Colibri firmasının ortak, altın kaplama çakmağıdır. Bunlar antika olduğu için her yerde bulamazsın. Bu son sorduğunda ömür boyu garantili orijinal zippo dur... 

Deme be ya! 

&&& 

Ana cadde üzerinde bir kuaför bulup saç sakal traşımı oldum. Sonra ver elini İzmir kitap fuarı; Alanya için bilet aldığım yazıhanelerin tam karşısından fuar alanına girdim. Kitapların içine girince matbaa kokusu aklımı başımdan aldı. Sırasıyla tüm küçük, büyük sergi demeden kitapları inceliyordum. Bazen patlamış fişek kokusunu içime çeker gibi; kitabı ortadan bölüp, burnumu kitabın tam kalbine sokup o kâğıt kokusunu içime çekiyordum. 

Bazen İstanbul Beylikdüzü’nde, Tüyap’ta yapılan kitap fuarlarından, tanıdık aşina yüzlerle sohbet ediyor, bazen bana ikram ettikleri çayları içiyordum. 

Nerden haberleri oldu bilmiyorum, o kocaman devasa hoparlörden; M.Talip Girgin’in İzmir kitap fuarına teşrif ettiği tüm İzmir halkına anons edildi ve birden bir alkış tufanı içinde kalakaldım.  

Orta yerde kurulan devasa demir platformun üzerindeki bir kürsüye nasıl, kimler tarafından çıkarıldığımı anlayamadım. Önüme bir mikrofon konuldu ve benden bir konuşma yapmamı istediler! 

&&& 

Mikrofona eğilip; deneme 1.2.3... mikrofonun çalışıp çalışmadığını kontrol ettikten sonra konuşmama başladım. 

-Sevgili İzmir halkı, dostlarım, arkadaşlarım yoldaşlarım... Dün sabah, Urla’daydım ve akşama kadar güzel insanlarla birlikte unutulmaz bir gün yaşadım. Sonra akşamüzeri davet üzerine, benim için organize edilen Seferihisar balık avına katıldım. Daha dün; akşam için hiçbir planım yoktu ama birden kendimi güzel bir maceranın içinde buldum. 

Varlıklarından haberim olmayan insanlarla iç içe, can cana sohbet deryasında gark oldum. Şimdi de siz güzel insanların arasında bulunmaktan son derece memnunum. 

Şimdi size küçük bir hikâye anlatmak ve sonucu üzerinde sizleri düşünmeye davet ediyorum. 

-Geçen asırlarda Türkiye’yi ziyaret eden ecnebiler hatıralarında, Türk insanının asaletini, zarafetini, nezaketini, terbiyesini, dürüstlüğünü anlata anlata bitiremiyorlardı. Tarih Hazinesi mecmuasının Haziran 1951 tarihli sayısında, geçen yüzyılların o asil Türk’ü şöyle anlatıyor: 

İstanbul’da Bahçekapı’da, meşhur bir terzihanenin sahibi olan Macar Mösyö Bak, bir gün, Serkl Doryan Kulübü’nde, aralarında İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Rum, Ermeni ve Yahudi bulunan bir topluluğa şunları söyledi. 

Ticarethanemizde kapıcılık yapan bir Türk, harbe giderken, daha evvelden ticarethanemizden aldığı on. onbeş lira borcu veremeyeceği için af diledi. Fakat harpten sağ dönerse bizzat kendisinin, şehit olursa, ailesinin bu borcu mutlaka ödeyeceğini söyledi. 

Umumi harp bittikten bir müddet sonra, bir gün pek genç bir delikanlı ziyaretime geldi ve kapıcının oğlu olduğunu söyleyerek, “Babam harpte şehit oldu, ” dedi. “Vasiyeti mucibince size olan borcunu getirdim. Paramız olmadığı için, daha evvel getiremedim. Kusuruma bakmayın.” 

Ben parayı almamakla ısrar edince, çocuk çok müteessir oldu ve “Bu babamın vasiyetidir, ” dedi. “Eğer almazsanız, onun ruhu muazzep olur. Bu, bir namus borcudur.” 

Hakiki bir Türk dostu olan Mösyö Bak, fıkranın sonunda gözleri yaşarmış olarak, gür sesiyle ve kendine mahsus edasıyla şöyle dedi: 

“Efendiler! Dünyanın en asil, en doğru, en namuslu milleti Türk milletidir.” 

&&& 

Sevgili İzmir halkı, dostlarım, arkadaşlarım ve yoldaşlarım. Ben bu güne kadar yazdığım tüm yazılarda, Sayın Mösyö Bak’ın işaret ettiği Türk halkının ruhunun, batılılarca asimile edilemeyeceğini ve edilmemesi gerektiğini, bunun için hep birlikte her alanda savaş vermemiz gerektiğini yazdım. 

Benim bütün davam, hırçınlığım, geçimsizliğim, Türklere ait değerlere sahip olamayan ülkeler tarafından asimile edilmesi yolunda, onlara yardım eden zihniyetin, gizli nifakların, neşriyatta satır aralarına yerleştirdikleri kelimelerdir. Bu nifaklara üzerimizde hâkimiyet kurma fırsatını vermemeliyiz. 

Bugün burada kitap fuarında bulunan tüm insanlar, alacakları kitapların içine ruhen girdiklerinde, muhtemelen, hiç kuşkusuz sayfalarını araladıkları kitaplarda gururlu, onurlu bir kaptan edasıyla yeni ufuklara doğru yelken açacaklar! 

Burada alacağımız kitapları seçmek bizim elimizde, önsüzlerini okumak, sayfalarını aralamak bedava! Sizlere tavsiyem; deryalarda korsan gemisi kaptanı olmak yerine, insanları serüvenden serüvene sürükleyen bir aşk gemisi kaptanı olun! 

Sizlere tavsiyem; görünürde güler yüzlü, tatlı dilli olan yazarların; satır aralarına gizledikleri mesajlara dikkat etmenizdir. Ülkemiz insanının birliğini ve dirliğini savunan, değerlerini koruyan her dergi, mecmua, kitap ve gazeteye eyvallah. Tam aksine ülkemiz insanını bölmek, parçalamak, aşağılamak, isteyen neşriyata ilgi göstermemenizdir. 

İnsanları sürekli nifak ve iftiralar ile bataklığa çekmek isteyenler, kesinlikle başka ülkelerce zehirlenmemiş (!) bir Türk olamaz! İnsanlara devamlı olumsuzluklar empoze etmek isteyenler, halkı psikolojik olarak yıkmaya ve birbirlerine olan bağlılıklarını çözmeye çalışanlardır. Toplumumuzda “Hoş görü” bunlar yüzünden yok olmuştur. “Lütfen” kelimesini kullanan toplum; şimdilerde daha çok “hadi lan” demektedir. İşte tüm bunlar güzel yurdumuzu bölmek parçalamak isteyen, kendilerini yazar diye tanımlayan bölücülerin ortaya saçtığı nifakların getirisidir. Türk halkının bu kepazeliğe daha fazla tahammül göstereceğine inanmıyorum. 

Allah hepimizi satır aralarına gizlenen ve ortalığa zehir saçan neşriyattan korusun... 

Benim bütün meselem bu! Yanlış anlaşıldıysam af ola. Umarım sizlerin o değerli zamanınızı almamışımdır. Beni dinleme nezaketi (okuma) gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim.” 

&&& 

Kitaplarından satın aldığım, İstanbul’dan bir yayınevi sahibi arkadaşım, içimin geçtiğini görünce;“Talip Bey bir çay daha alır mısınız uykunuz açılır, ” dediğinde, bulutların üzerinden indim. Ayaklarım yere bastı! 

&&& 

Tam çaprazımızda, Muzaffer Cellek Beyefendiyi sergisinin başında gördüm. Zaten buraya birazda onu görmek ve kitabını almak için gelmiştim. Arkadaştan izin alıp hemen Muzaffer beyefendinin yanına gittim. Kendimi ona tanıttım çok sevindi tabi! Bu arada yanında “Ayşen Kuran” MB yazanı arkadaşımız vardı ve bu vesile ile kendisiyle de tanışmış oldum. 

Muzaffer Bey’den ücreti karşılığında (15 TL) “Ört ki, Ölem” adlı imzalı kitabını satın aldım! Bir kez daha verdiğim sözü yerine getirmenin verdiği huzurla, dostlarımızdan izin alıp yanlarından ayrıldım. Sağ olsun Muzaffer Bey yemek davetinde bulundu ama İzmir’de bulunduğum süre içinde yemek ve içecekten sorumlu sponsorum olduğu için bu nazik teklifi üzülerek geri çevirmek zorunda kaldım :) 

Çıkışa doğru giderken “Eller ve Yüzler” Ara Güler fotoğraf sergisinden, haliçte eski bir sandalda kürek çeken ihtiyarın resmi hoşuma gitti. Rıfat Ilgaz’ın “Hababam sınıfı” resim sergisinde bulunan resimlerin altındaki notlardan Rıfat Ilgaz’ın hayat biyografisini bir kez daha okudum. 

Tam bu arada cep telefonum titreşim verdi. Kuzenim bana evden çıktığını nerede olduğumu sordu. 

Bende ona fuarda olduğumu söyledim. Kendisiyle konakta saat kulesinin orada buluşmaya karar verdik. Fuarın Basmane kapısından çıktım ve Metroya binerek Konağa geldim. En son 24 yıl önce geldiğim Konak Meydanı çok değişmişti. Eskisi gibi körfezin ağır kokusu yoktu. Manisa’dan gelen iki genç Fenerbahçeli taraftar ile bankta oturuyor ve onlarla sohbet ediyordum. Bugün Fenerbahçe’nin Buca sporla, maçı vardı ve bu yüzden İzmir sokakları oldukça kalabalıktı. 

Türk Balık Avı’ndan Dostum, arkadaşım, kardeşim İsmail Esencan ile telefonda birkaç kez konuşmuştum. Kendisi, bugün İzmir’deki maçlar yüzünden diğer arkadaşları gibi görevinin başındaydı. Urla’ya da bu yüzden gelememişti. Telefonda “sen gelmezsen ben gelir seni bulurum” dediğimde “İsmail kardeşim çok sevinirim ağabey buyur gel” dedi. 

Kuzenim ile konak önünde buluşup doğrudan yemek yemek için bir balıkçı restorana gittik. Hem balığımız yedik, hem sohbetimizi ettik. Kuzenimle 1987 yılından sonra 2008 yılında; rahmetli halam ile İstanbul’a oğlumun sünnetine geldiklerinde görüşmüştük. O günün, önceki buluşmamız ile arası tam 21 yıl! Oğlumun düğününden bu yana msn ve telefon görüşmesi dışında üç senedir yüz yüze görüşememiştik. 

Kuzenim yemekten sonra MB yazanlarının meşhur ettiği Şükrü Beyin mekânına gidip Türk kahvesi içelim dedik. Zor bela sora sora Türk kahvecilerinin olduğu yeri bulduk. Ama Şükrü beyin dükkânı neresidir diye özellikle sormadık. Daha fazla dayanamadık ve Polat Cafe’ye girip iki tane kahve siparişi verdik. Kahveler gelip ilk yudumu almak için fincanı dudaklarıma götürdüğümde tam karşımdaki dar sokağın üzerinde “Şükrü Beyin yeri” yazan tabelayı gördüm. Kuzenime tabelayı gösterince gülmeye başladık tabi. 

Aslına bakarsanız ben burayı sahile yakın bir yerde hayal ediyordum. Meşhur olmayan (!) Polat Cafe’nin kahvesi bu kadar güzelse, meşhur olmuşların kahvesi kim bilir nasıl güzel olur diye geçirdim içimden. Bana göre bu Türk kahvesinin kalitesi buradaki tüm mekânlarda aşağı yukarı aynıdır! Başka türlü, hepsinin bir arada iş yapması mümkün olamaz. 

Sevgili İsmail Esencan’ın görev yaptığı Boğaziçi polis karakoluna gitmek için bize tarif ettiği otobüse binip saat 17.45 gibi Boğaziçi’ne geldik. Bizi karakolun bahçe kapısında karşılayan İsmail kardeşim ile bu, sanaldan çıkıp gerçekte ilk karşılaşmamızdı.“Kırk yıllık dost gibi” sözü bu gezimde dilimde pelesenk oldu ama görünen gerçekte buydu. Çaylar içildi resimler çekildi. Kuzenim; 1987 yılında yaptığım “İstanbul- İzmir- Fethiye” gezimde 6 ve 7 bölümlerde anlattığım, Bornova’da düğünü olan kişiydi. 

Kuzenim sanaldan gerçeğe dönüşen bu dostluğun samimiyetine canlı şahit olduğu için inanılmaz heyecanlıydı. Bunun olağan üstü güzel bir şey olduğunu, bana kendisinden ayrılıncaya kadar defalarca söyledi durdu. 

Kısacık bir sürede karakolda ilginç olaylara şahit olduk. İsmail kardeşimin zaman zaman takındığı tavır, yaptığı işin ne kadar ciddi olduğunu gösteriyordu. Allahtan onun imdadına teneke mahallesindeki Hacı baba yetişiyordu! Ha hacı baba, ha hacı baba tekkesi siz ne derseniz deyin artık bu bizim aramızda küçük bir sır :) 

Yaklaşık bir veya bir buçuk saatlik sohbetimiz sonunda saat 19.00 gibi “More” ve İsmail Esencan kardeşim bizi Basmane’ye otobüs yazıhanelerinin olduğu yere bıraktılar ve kendileriyle vedalaşıp ayrıldık. 

Bu gezimde de görüşüp tanışıp tam olarak doyamadığım dostlardan ayrılmak, inanın bana çok zor geliyordu ama sınırlı bir zamanım vardı ve programım devam ediyordu. 

Kuzenimi de Buca otobüslerinin olduğu yere bırakıp, beni garaja götürecek servisi beklemek için bilet aldığım yazıhaneye gittim. Saatim geldiğinde İzmir’den tadı damağımda güzel anılar ile ayrıldım... 

Şimdi sırada Alanya var... 

M.Talip Girgin 

 

 

 

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..