Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '06

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

İzmir'in Teleferik 'inde mahsur kaldık

İzmir'in Teleferik 'inde mahsur kaldık
 

Afat bir yağmur yağmaya, daha doğrusu gökten tam üstümüze boşalmaya başladı. Ama muhabbet daha tatlıydı, belki de biz salaktık ne bileyim. Referans noktanıza bağlı bu, olaya nereden bakıp, fişi nereden taktığınızla ilgili yani.

Teleferik denildiğinde, eminim ki bir çoğunuzun aklına, hemen, Uludağ, kar, kış, kayak manzaraları, dağ otelleri, sıcak şarap, sucuk geceleri falan geliyor. Ama İzmir'de de müthiş teleferik keyifleri yapmanız işten bile değil. Tek eksiği, kar-kış yok. Ama, o yaz sıcağında İzmir bunalırken, asfaltlar eriyip, oturduğunuz yerde buharlaşmanıza ramak kalırken, Balçova'ya gidip, teleferikle, Adatepe denilen mevkiye çıktığınızda, doğal bir klimatik ortam sizi karşılayacaktır.

Teleferiğin, yukarıdaki istasyonundan ayrılır ayrılmaz piknik ve mesire alanına girmiş oluyorsunuz. Çay-kahve evi, gözlemeci ve büfeden tercih ettiğiniz ihtiyaçlarınızı karşılabiliyorsunuz. Aşağıdan yukarı çıkışta, zaten, yanınıza yiyecek almanıza müsaade edilmiyor. Bir de et ürünleri, mangallık sebzeler ve soğuk mezelerin satıldığı mekan mevcut. Buradan,alış-verişinizi yaptığınızda, size bir de talebiniz dahilinde, yanar halde mangal veriliyor. Bir aralar, mangallarda ateş tuğlası kullanıyorlardı -ki daha pratik, işletme için- ve bu durum da, pişirdiğiniz malzemenin içinin pişmeden, dış tarafının yanmasına sebebiyet veriyor idi. Sonraları vazgeçip, tekrar odun kömürüne döndüler. Bol miktardaki piknik masaları, alan üzerine dağılmış vaziyette sizleri bekliyor.

Bazı masalar hemen alt kısımda bulunan baraj gölüne bakarken, bazı masalar leb-i derya, İzmir ve körfez manzarası sunuyor size. Ama her taraf, başınızı çevirdiğiniz tüm yönler orman, yeşil, yemyeşil. Püfür püfür esiyor. Kişi başı, bir tam ekmek yiyen diyetteki bayanlara, bir büyük rakı devirip bana mısın demeyen sıkı beylere rastlamanız çok ama çok mümkün burada.

Bir gün, İstanbul'dan, çok sevdiğim bir arkadaşım hafta sonu bana misafir oldu ve aldım, teleferiğe çıkardım kendisini. Bir bahar günü idi. İzmir ışıl ışıl, sımsıcacıktı. Şehrimi ilk kez gören arkadaşım, kokusuna, dokusuna, dokunuşuna vurulmuştu. Yukarıda alış-verişimizi tamamladık. Kuzu şişler, tavuk kanadı, domates, biber, soğan, rus salatası falan derken; gölü ve denizi ve de Ege'nin, tek taş inci kolyesini gören masamız şenlik yerine döndü. Buz gibi, Tekirdağ Rakısı ve buz gibi acılı şalgamı da abide gibi dikmeyi unutmadık tabi ki masanın baş köşesine. Doğduğumuz şehirden, sonrasında Ankara'mızdan ve de şehr-i İstanbul'dan getirdiğimiz o kadar çok şey vardı ki konuşulacak, susulacak, ağlanacak, iç çekilip, kahkaha atılacak. Muhabbet ve dem yine at başı gidiyordu.

Bir ara; beş, bilemediniz on dakika içinde bulutlar sanki tepemize geçti, ısı düştü, çevremizdeki masalar başladı boşalmaya bir bir. Ve çok kısa süre içinde de çakan şimşek ve adeta başımıza düşen yıldırımlarla birlikte afat bir yağmur yağmaya daha da doğrusu gökten tam üstümüze boşalmaya başladı. Ama muhabbet daha tatlıydı, belki de biz salaktık ne bileyim. Referans noktanıza bağlı bu, olaya nereden bakıp, fişi nereden taktığınızla ilgili yani.

Resmen, ikindi vakti gece olmuş, in cin top oynar hale gelmiş ve ne zaman, bir yıldırım, yanımıza düşecek diye bekler pozisyona girmiştik. Yaz mevsiminde dondurma satılan betondan bir çardak vardı. O mevsimde boş tutuluyordu. Birimiz mangalı, diğerimiz de sofradaki malzemeleri alıp oraya kaçmıştık. Sandalye-koltuk falan yoktu tabi orada. Kare biçiminde, bölümü çevreleyen betondan tezgah, masamız olmuş, ayak üzeri derin sohbetimiz devam ediyor, eskiyi yaşıyorduk iliklerimize kadar, dünya yıkılsa kimin umuruna?

Rakı bitti, şalgam bitti, yiyecekler bitti, sohbet bitmese de. Yağmur aynı şiddeti ile yağmakta, güneş bir daha görünmemek üzere terketmekteydi karanlığa yerini. "Hadi gidelim" dedik birbirimize. O anda, iki dilim ekmek kaldığını gördüm. "Dur" dedim ve onları da mangalın üzerinde hemen çıtırdatıp birer tane yedik, galiba şişlerden de, kanatlardan da, hatta rakıdan bile lezzetliydi onlar.

İstasyona geldiğimizde, teleferiğin çalışmadığını, hiç bir görevlinin de olmadığını gördük. Aşağıda, İzmir görünmüyordu yağmurdan. Sağa sola baktık. Aşağı inebilmemizin başka hiç bir yolu yoktu. İdari odaları tek tek dolaşmaya başladık. Odalardan birinde iki görevliyle karşılaştık. Adamlar, bizi karşılarında bulunca, hortlak görmüşe döndüler. Anlattık durumu, rica-minnet, sadece bizim için motorlar çalıştı, teleferik aktif hale geldi ve kabinlerden birine bindik, iki kafadar. Arkadaşımın:

"Abi, keşke birer bira alsaydık, aşağı inene kadar cila çekerdik" demesiyle terk-i diyar ediyordum gülmekten. Ben, Balçova'dan Karşıyaka'ya, bu selde nasıl gideceğimizin hesaplarını yaparken, adam birayla cila çekmeyi düşünüyordu. Sarıldım, kucakladım, başka ne yapıyım?

Otobüs yok, dolmuş yok, taksi yok, hayat durmuştu. Balçova'da oturan ve yürüme mesafesinde olan teyzemin oğlunun evine kaçarcasına koştuk. Eşi, bizi kapıda, sudan çıkmış balık gibi gördüğünde düşüp bayılıyordu nerdeyse. Valla kanepelerine bile oturmadık, her yanımızdan su damlıyordu.

"Abi, senin arabayı versen de Karşıyaka'ya gitsek. İki saat sonra da otobüsü kalkıyor, İstanbul'a dönecek, eşyaları benim evde" dedim.

Teyzemin oğlunun yüzü allak-bullak olmuştu. Kafası çakırkeyif iki kişi arabasını emanet istiyor, bu sel-yağmurda İzmir'in bir ucundan diğer ucuna gideceğini söylüyordu. Tek kelime etmeden anahtarları uzattı. Balçova'da çevirdiğim kontak ile Karşıyaka'da arabayı park edişim arasında geçen süreyi inanın hatırlamıyorum. Bir el bizi oradan aldı ve buraya koymuştu sanki.

Teleferik, hayatımda yaptığım çılgınlıklarımdan birine işte böyle ev sahipliği yapmıştı. Daha sonraki yıllarda da defalarca çıktım. Yine de, alıp-verecek nefesimiz olduğu sürece çıkmaya devam edeceğim. Yaşamak ve yaşatmak için. Değer vermek, değer verdiğini hissetmek, hissettirmek için, hayatın tam da gözbebeğine.

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..