Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Eylül '12

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Japon Ne Yapmış

Japon Ne Yapmış
 


Geçen gün bir de baktım e-kitap olarak İnternet'te de İdefix ’de  tatlı tatlı bana  gülümsüyordu   “Japon Ne Yapmış ” adlı Onur Ataoğlu  kitabı.  Ben de ona gülümsedim ve elim tuşlara gidiverdi.


Minyatür ağaçlarmış, çay servisi törenleriymiş, hemcinslerimin minicik ayaklar uğruna çektikleriymiş, bahar dallarıyla bezeli kimonolarmış, imparatorlarmış, güneşmiş   derken, Japonya konusunda epeyce  bilgili  olduğuma emindim.  Hatta Pearl  Buck 'ın güzel  bir romanını da okumuştum bir zamanlar.  Buck'ın o romanının okunmaya değer  olduğunu, kadın merkezli olduğunu anımsıyorum sadece. Kadın köle miydi, yoksa kraliçe mi? İnternet var, dediniz ama  bu samimi bir deneme olacak. Pearl Buck'ın kitabının temasına da bakabilirim İnternet’ten adına da  ama bozulmasın aklımdakiler.  İçten  olmazsa yazdıklarım  sanki yazarına haksızlık edermişim gibi geliyor.  Anladınız di'mi? Söylemeden duramadım.  Çok içtenlikli, çok  akıcı bir dille yazılmış JAPON NE YAPMIŞ. 
 
Sözün kısası sevgili okur,  Japonya hakkında az buçuk bilgim olduğunu sanırken, hiç bir şey bilmediğimi anladım Japon Ne Yapmış'ı okuyup bitirdikten  sonra.  Bu bir. İkincisi de Japonya'yı,  o uzak kıtanın daha da uzağındaki küçücük adayı görmek için uzun bir uçak yolculuğuna katlanmayı hiç aklımdan geçirmemiştim.  Doğruya doğru. Aslında içinden trenler geçen  bambaşka bir hayalim vardı. Onu da başka bir yazıma  saklıyorum.   Fakat kitabı   okuduktan sonra, Japonya, basamaklarını   gezmek  istediğim   diyarlardan   kurduğum hayal merdiveninin tepelerine doğru, torpilli    bir kuş olup  konuverdi.  Hayal merdivenimin  en tepesinde olamayışı uzaklıkla birlikte artacağını düşündüğüm stresten.  

JAPON NE YAPMIŞ'ın yazarını   biraz tanıtayım da kimin kitabıyla dans etmekte olduğunuzu bilin efendim. Ben de  yazarı tanımak için arka kapağı okurken şaşırmıştım.  Onur Ataoğlu'nun yazdığı bu kitap  “Japon Yapmış” dizisinin ikinci kitabı değil miymiş? İlk kitabı  JAPON YAPMIŞ (ekim, 2010) da Çınar yayınlarından. Kitap daha okumaya başlamadan beni şaşırtmakta pek  başarılı olunca, merakım törpülendi,  kolları sıvadım, lambamı yaktım,  başladım okumaya.

Onur Ataoğlu, Ankara doğumlu, Ankara Fen Lisesi, ODTÜ  Endüstri Mühendisliği lisans ve yüksek lisans  ve ardından  kısa süre için Aselsan'da  çalışmış. Şükür kısa süre, demiştim okurken.  Onur Ataoğlu orada çalışmaya devam etseydi, sanırım  JAPON NE YAPMIŞ kitabını yazamayacaktı.  Neden mi? Çünkü okuduğum kitaba büyülü bir doğallık, daha doğrusu keyifli  bir bilgelik, hatta bir kamera  gözü yani belgesel tadı katan   Ataoğlu'nun TC Başbakanlık Hazine Müsteşarlığında hem de Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğünde  93 martında başlayan  görevi nedeniyle yaptığı bir çok yurtdışı seyahatlerin yanı sıra, 2002-2006 arasında Tokyo Büyük Elçiliği Ekonomi Müşavirliğine atanmış olması. Dört yıla yakın  böylesi bir misyonu üstlenen  kişinin yabancı bir ülkeyi tanıyıp, gelenek, görenek ve duygularını analiz edebileceği kadar verimli   bir süre. Üstelik artık tarih de desek, coğrafya da desek, hatta arkeoloji ,  her taşın altından çıkan mutlaka ekonomi oluyor. Onur Ataoğlu tam da bu yumağın merkezinde gözlemleyen bir çift ODTÜ' lü göz.  Aysun Ataoğlu ile  1994’de evlenmişler  ve çiftin Çağla ( 10) ve  Mete (7) çocukları var.  Japonya’nın büyük bölümünü bazen iş bazen de hobi olarak dolaşıyor, Japonya hakkında kitaplar okuyor, Japon yemeklerini deniyor, konserleri, sanat etkinliklerini izliyor ve bütün bu saydıklarından süzülen gözlemleri  JAPON  YAPMIŞ serisinde biz okurlara ulaşıyor. 

 "Merhaba Hachiko" , ilk bölümün başlığı. Doğrusunu söylemek gerekirse daha ilk sayfadan kitap elime yapıştı kaldı ve bırakamadım. Yıl 1998 olduğuna göre, 28 yaşında bir genç,  iş seyahati dönüşü, serin bir sonbahar akşamı, Tokyo'nun en hareketli ve eğlenceli meydanında, yanına yaklaşan ak sakallı ihtiyarın kendisini sürüklediği yöne ilerlerken, bir zaman sonra bu ülkede yaşayacağını bilebilir  miydi? Sonra o sürükleniş bizi Japon tarihinin anlamlı sayfalarına götürüveriyor hiç sezdirmeden. 1925 oluvermiş...Bir de şu var. Orada öyle ya,  bizde nasıllar faslı, kitabın boşluklarını şimdi hangi dilde yazdığımı çözemediğimden okumayı  başaramadığım  coşkulu notlarımla  doldurup  taşırmış.  

İkinci bölüm "Japonya'da Yabancı Olmak". Okumadan şöyle bir düşündüm de, İnternet'te bile Japonca  yazılar karşıma çıktığında o sayfalardan hemencecik  kaçtığım göz önüne alınırsa... Evet, Japonya'nın çok farklı bir kültürü olduğu doğru. Bir şekilde Japonya' da kalacak olan  vatandaşlarımız keşke bu  kitabı okuyabilseler. Salt seyahate çıkanlara da çok yararlı olur.  Çünkü farklı bir kültürde düşülen yalnızlık sadece evi özlediğimiz  romantizm kaynaklı duygusallık değil, olmayacak işlerin de başa  geleceği  türden bir yalnızlık olabilir. Hani o sıcak kanlılığımız var ya, karşımıza çıkan yabancıları benimseyip hemencecik bizden, aileden  biri gibi görme alışkanlığımız, işte biz böyle düşünürken Japonların yabancılar konusunda tavırları, belki de Akdeniz kıyıları hariç tüm dünyada aynı olan bir  duruş. Tüm dünyayı ben uyduruyorum,  varsayım olarak. İşte bu bölümden bir alıntı:
 
" Japonlar sizi çemberin dışında bırakma eylemini o kadar usturuplu yapıyorlar ki, itiraz bile edemiyorsunuz.  Size farklılığınızı, küçümseyerek değil, yücelterek hissettiriyorlar. Sizin kendilerinden ne kadar güçlü, veya güzel, ya da akıllı, zeki, pratik, esprili, vb olduğunuzu ima ederek, koltuklarınızın altından sınır çizgisini geçiriveriyorlar…"


"Üçüncü Türle Yaklaşımlar" adlı bölümde de bilgilendirme devam ediyor. Adada yalnız ve yardımsız kalmamak için stratejik önemi olan yaklaşımlar, davranış kalıpları  var.  Okuması çok da  keyifli geldi.  Sonra sırasıyla "Günlük Hayat Koşturmacası", bizdeki "Bir dakika hemşerim" e karşı gelen "chotto matte" deyimini bilmezseniz başınıza gelebilecekler. Chotto matte  sanki  birazcık İtalya Alplerinden   mi esmiş ?


Şimdi gelelim belediye kapsamına giren hizmetlere. 3.5 yılda bir kez su kesintisi olacak ve size aylar önceden bildirilecek.  Darısı su için kalsın erteledim, en azından mahalle arası yolları delik deşik eden  taşoran firmalarının başına. Levha ve uyarı olmadığı için delik deşik daracık   yollarda koç gibi tampon tampona gelmiş araçların inadı bile bir günü zehir etmeye yetiyor da artıyor buralarda.  Tabii su kesintisi de aynı derecede uygarlık dışı  bir olay ama her ne kadar Fransızlar oturakları  camlardan yollara  boşaltırken bizim tuvaletlerimiz varmış be ya,  diye Antik çağdan gelen   armağanlarımızla  övünsek de, balık istifi araçlardaki  bin bir çeşit kokular , uygarlık göstergesi armağanımızı sıfırın altına itiyor. 
Evet işte böyle oluyor. Orada belediye şöyle, alışveriş böyle, filan diye okuduğum anda , başlıyorum ister istemez karşılaştırmalara. Bölümlere devam.


"Telaffuzda Kaybolmak", yazarımızın Tercümede Kaybolmak adlı F.F.Capola'nın kızı Sofia'nın  yönetmeni olduğu   filme nazire olarak verdiği bir başlık gibi. Doğrusu hiç bir dilde telaffuzda kaybolmak ya da yanlış anlaşılmak istemez insan.  Başkasının başından geçenleri okumak eğlendirici elbette.
 Bazı durumlarda   100 desibellik ses çıkartmayı gerektiren, "Japon Ünlemleri" bölümünden yorgun argın "Japon Mutfağı"na  giriyoruz. Bunu okumalısınız. İpucu yok size. Sonra "Balık Pazarı Teftişi", "İleri Seviye Japon Mutfağı" , "Japon Mutfağının Uç Noktaları"nda sadece   "fugu" pişirmek için lisanslı aşçılar, bizde bayramlarda trafik canavarının yaptığını Japonya'da yapan "mochi" canavarı...
Canavarları aştık sağ salim. Şimdi "Sake Şişesinde Sushi Olmak" gibisinden keyiflere dokunuyoruz. Türkçedeki anlamdaşını artık  siz buluverin.  Peki  raflarda dizi dizi Sake şişelerindeki etiketler ne işe yarıyor? Çok ilginçmiş ama söylemeyeceğim.


Yemekten sonra  kırk adım derler ya. Hemen Japon Bahçelerine dalıyoruz. Onur Ataoğlu'na sormak gerek. Çok hasretlik çekmiş oralarda anlaşılan. Aşağıdaki  başlığı orada mı verdiniz Onur Bey?
"Kara Tren Gecikir mi? Gecikmez!" İnanın ben de burada çok hüzünlendim salt başlık nedeniyle. Kara treni bırakınız, artık bizim burada Haydarpaşa'da uzaklara taşıyan motorlu tren bile bitti, yok artık. Sonra o ezgiyi çalarken okudum bu bölümü. 


Onur Ataoğlu'na meraktan soracağım soru yumaklarıyla  baş edemezsem bu kez de  yazı yarım kalacak.  -Evet daha önce deftere taze taze  bir yazı yazmıştım da. Ne mi oldu? Defter kayboldu. Suç defterde.  Kitabı daha mürekkebi kurumadan okumuştum anlayacağınız. - Belki diyorum soracaklarım ilk kitabında vardır. Ayıp olmasın. Ne de olsa buralarda Japon Mucizesi hızlı trenler yok ve ulaşım çok zaman alıp yoruyor insanları.

-Ara Not: Bu yazıyı da yazdıktan çok sonra,  yayımladım ya neyse-

 
Şimdi size bir soru. Deprem beklenen bir kentte deprem yaşansa,  hapishanenin biri  de bilmem kaçıncı dereceden hasarlı olsa ve uygun bina olmasa, Japon yönetici ne yapar? Kleist adlı bir önemli bir Alman yazarın  öyküsü geldi aklıma. Orada da hapishane yerle bir oluyordu  depremde. Sağ kalan  mahkum ki tam da o gün  idam edilecekti,  ne yapacağını şaşırıyordu en başta.  Çok ilginç bir öyküdür.

Burası yeri mi bilmiyorum ama Japonlara  yaşadıkları korkunç deprem ve  sonucu olan tsunami  felaketi için geçmiş olsun demek isterim.  9 büyüklüğünde depremin verdiği hasarın tsunami yanında hatta bizim 7.6 ların yanında çok az olması, sevindirici  ve bazı kararlarda örnek almayı gerektiriyor diye düşünmeden edemiyorum.

"Din ve eğlencenin birlikte yaşanması: Matsuri." Şenliklerin dayandığı efsaneler, renkli kağıt fenerlerle-ah çocukluğum- yürüyen konvoylar, gerisi sizindir...

Folklor ve mitler konusunda derinleşerek, "Obon Festivali: Ruhların Geri Dönüşü" bölümüne geçiyoruz. Kuşkusuz kısacık ama çok bilgilendiren tarihle beraber.
 

Bizde öcü hikayeleri günümüzde  var mı bilemiyorum ama, olduğunda kışın çıkarlardı yüklüklerden ya da bodrum kömürlüklerinden. Japonya'da ise tersine yazın çıkıyorlarmış. Anladınız sanırım. Bu bölüm de "Japon Öcüleri". Öcülerin turistik para makinesi olarak kullanıldığını görünce baştan sona tarih olan Anadolu yarımadasının ıssızlığını ve vefakar arkeologlarımızın onca çabalarına karşın, dünyada turizmde neden lider olamadığımızı düşünüyorum.  İnsan kıskanıyor yemin ederim.


"Bir Berber Bir Berbere" bölümünü okuyunca saçlarıma özen göstermeye karar vermiştim.Yeniden okumalıyıum o bölümü.

Aranot önemli or VIN:  2. Bloğumuzdaki  Berber meselesinin Enis Berberoğlu'nun dağda tatil  fotoğrafı ile bir ilgisi yoktur. Aslında bence Silivri  Tatili  adlı bir seri çekmeye başlayacaklarının   da tiyosunu mu vermişler? "Yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için açıklaya çalıştık.".

Otomatlar" geliyor sonra. “Beni satıcıyla muhatap etmeyin”  İyi de her şey otomat olunca ne olacak bu insanlığın hali? Belki o zaman para da ortadan kalkar, kurtuluruz. Başka türlü bir çözüm olası mı? Ya da herkese biraz cep harçlığı…Ne dersiniz? O yapılmaya yavaş yavaş başlandı.   Canlı satıcı, bence de  evet olmalı ama, beni asıl sinirlendiren hiç bir insanının karşınıza çıkmadığı otomatik telefon santralleri. Hem de koca koca firmaların otomatik santralleri olması, kişiye önem verilmediği algısını yüklüyor. Öyle bir film de izlemiştim belki 30 belki 20 yıl önce. Elinde dilekçe merdiven inip çıkan bir karakter sonunda başına da huniyi geçirivermişti. Tuhaftır ama filmin çizgi mi yoksa canlı artistlerle mi çekildiği değil de, bir gölgenin merdivenlerden telaşla inip çıkığ görevli kişilerin –tabii onlar da gölge- bankolarında mola verip yeniden merdiven iniş çıkışları kalmış aklımda. 


Alışveriş bitmez tabii. -GKO kapitalizm.-  “Kolaylık Marketleri”  de varmış. Sonra "Akıl Ötesi Japon İcatları" alıyor sırayı. Günümüzün  piyasa felsefesine tam zıt anlamlı bir söylevi varmış. OPY ler var. Otoları yıkama ama lavaboya monte edilebilen araçlarla.


İnsanları kalabalıklardan koparan etmenler de varmış, hem de koca koca  salonlarda.  Karaoke olayı ise bana göre toplumsallığa adım. Bayılırım.  Müzik , davullar, ritm ve daha neler neler...
 
"Elveda Hachiko" bölümüyle  yani yazarın 9 Haziran 2006'da Japonya'dan ayrılmasıyla sonlanıyor JAPON NE YAPMIŞ.

Bitmedi okurum daha bitmedi,  sen sağ ben selamet olamadık.
 
Bu kitabı okuduktan sonra, o kadar merak sardı ki beni oturdum, bir antropoloji kitabının Japonya bölümünü de bitirdim. Mikrop ve Çelik. İki üç yıl önce ara ara İstanbul kazan ben kepçe bulamamıştım. Yeni basımı yapılmış.  Geçen yıl kahramanın  damgalı bir kuzunun peşi sıra   Japonya’yı dolaştığı , “Yaban Koyunun İzinden” adlı  oldukça sürükleyici Haruki Murakami romanını ,  hayaletleri dışında Japonya’yı mı anlatıyor  gerçekten diye biraz şaşkınlıkla okumuştum.   “Japon Ne yapmış” ve “Mikrop ve Çelik” okumalarına ek  olarak Japonya’nın  iç ve dış  politikasıyla  ilgili  okumaların ışığında Yaban Koyunun İzinden’in daha  doğru anlaşılabileceğini düşündüm nedense. Aslında özellikle çok farklı kültürlere ait iddialı romanların öncesinde o kültürlerle ilgili kitapları  karıştırmak, incelikli okumalar yapmak  gerektiğini düşünüyorum artık da ne kadar uygulayabiliyorum o ayrı. Popüler mitler  olarak  dolaşan bilgiler,  belki de her zaman söz konusu  toplumu yansıtmıyor olabilir. Çok ciddiyim bu konuda.


Japonya'ya gideceklere çok faydalı olmasının yanı sıra,  Japon Ne Yapmış 'ta anlatılanların yenilikçi  kişilere de projelerinde ilham verebilecek bir yanı var.
Yazarın dili akıcı. Bölümlerin dizilişi ve kurgusu incelikle yapılmış. Japonya’yı bir kameranın ardından izledim desem yalan olmayacak.   Okurken düşündürdüğü kadar güldürüyor da. Bu da günümüzde önemli değil mi? 

JAPON NE YAPMIŞ ,  Onur Ataoğlu , Çınar Yayımları, kasım  2011,  223 sayfa.            
Yayına hazırlayan  Vedat Yılmaz 'ın  keyifli kitaplar seçmesi ve titiz çalışması  dikkat çekici.

Ayrıca Onur Ataoğlu'nun güzel bir bloğu da var. Kitapta anlatılanlarla ilgili ek bilgiler ve fotoğraflara bakabilirsiniz...

http://onurataoglu.blogspot.com/search?updated-min=2012-01-01T00:00:00%2B02:00&updated-max=2013-01-01T00:00:00%2B02:00&max-results=32 .

 Kitaba tanışmamı sağlayan Kadir İncesu 'ya teşekkürler.

 

Emel Dinseven
 

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..