Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '07

 
Kategori
İnançlar
 

Japon oruç tutsa, biz vaftiz olsak

Japon oruç tutsa, biz vaftiz olsak
 

Bugün Taraf Gazetesi’nde ilginç bir haber vardı. “Fransa’nın porno arşivleri açılıyor” başlıklı haber dikkatimi çekmişti. Dikkatimi çekenin “porno” kelimesi mi yoksa “arşiv” kelimesi olduğunu sorgulama gereği bile bulmadan habere atladım ve okumaya başladım. Haberde Fransa’nın 170 yıldır arşivlerde sakladığı erotik ve pornografik içerikli yayınlarla, eserleri ilk kez halka açtığından bahsediliyordu. Gerçi haberde bu arşivin kim tarafından hangi gerekçe ile oluşturulduğu bahsedilmemekle birlikte, devlete ait bir arşivin söz konusu olduğunu düşünmek mümkündü. Ama haberin en çarpıcı kısmı son cümleye bırakılmıştı ve cümleyi okur okumaz kahkahalara boğuldum. Cümle aynen şöyle; Cehennem’in (serginin yapıldığı galerinin ismi)dünyanın en büyük resmi porno arşivi olduğu söylense de, Vatikan’ın gizli kütüphanesinde çok daha büyük bir arşiv bulunduğu söylentisi mevcut.”

Nasıl yani??? diyesi geliyor insanın. Gerçi haberde bir söylentiden bahsedilse de, Vatikan ve cinsellik kelimeleri hiçte tahmin edildiği kadar az yan yana gelen kelimeler değil.

Geçen sene BBC "Cinsel Suçlar ve Vatikan” adı altında papazların çocuklara yönelik cinsel taciz ve tecavüzlerini konu alan bir belgesel hazırlamış ve Avrupa’nın çeşitli tv kanallarında yayınlanmıştı.

Gerçi benzer örnekler bizde de az sayılmaz ama nedense farklı bir inanç kurumunun hatalarını, sorunlarını takip etmek, açığa çıkarmak hoşumuza gitse de, kendimize ait hatalar, gariplikler kutsal kavramının altına sıkıştırılıp bırakılır.

Bahsettiğim örnek oldukça uç ve aslında inancın kendi temellerine de oldukça aykırı. Ancak bu örnekleri bir yana bırakıp, inancın kendi doğrularına baktığımızda da aslında birçok gariplikle karşılaşabiliyoruz. (Yazının başından beri ulaşmak istediğim noktaya yaklaştım gibi :-))

Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ya da budizmin kurallarını, ibadet şekillerini incelediğimizde bizlere oldukça komik gelen yönlerini görürüz. Örneğin Yahudilerin ağlama duvarının önünde ağlamaları, Hıristiyanların suyla, şarapla vaftiz olmaları ilginç gelir bizlere. Ama daha da kötüleri vardır. Örneğin Hindular her yıl belirli günlerde tanrılarınca temizlenmiş kabul edilmek için Ganj nehrinin kirli sularına girip yıkanırlar. Yaklaşık 75 milyon kişi aynı anda bu işi yapar ve bu şekilde günahlarından arındıklarına inanırlar. Bunu hiçte akılcı bulmayız, ne kadar inançlı birisi olursak olalım. “Zaten semavi olmayan bir dinin ibadeti de bu kadar olur” der geçiştiririz. Ama ne yazık ki, bu kapsama girmeyecek örneklerle de karşılaşırız bazen. Örneğin bazı Hıristiyan anlayışlarınca Portekiz’de ki Fatima kasabasında geleneksel hale getirilen bir ibadet daha da ilginç. Kasaba, 1917 yılında Hz. Meryem’in kendisini üç küçük çocuğa gösterdiği iddiası ile hac merkezine dönüşmüş durumda ve yapılan ibadetin şekli de diz üzerinde sürünerek oldukça uzun bir mesafeyi kat etmek. İbadetin dizlerde önemli bir tahribat yarattığı bir gerçek. Ve ne yazık ki, ne kadar inançlı olursak olalım, bu ibadet şeklini de akılcı bulmayız. “Oldukça tahrip olmuş bir dinin ibadeti de ancak bu kadar olabilir” der ve kendimize dair olumlu bir pay çıkarırız. Ancak işin kötüsü, benzer şekilde kendine yönelik zarar veren ibadet şekillerini İslamiyet içerisinde de yeşerten bazı anlayışlar mevcuttur. Örneğin Şii kökenli Caferiler Kerbela’nın yıldönümüne gelen günlerde kendilerine zincirle eziyet ederler. Kerbela’da yaşanılan acıları duyumsayabilmek için. Bu örnek karşısında en azından İslamiyet adına söz söylemekte zorlanırız.

Ancak inançların gariplikleri ibadet şekilleri ile de sonlanmıyor. İnançların yaşamın hücrelerine karşı duruşları da oldukça problemli olabiliyor. Mesela daha dün gazetelere düşen bir başka habere göre, ABD’de Yehova Şahitleri tarikatına mensup bir çocuk kendisine kan nakli yapılmasını, inancına aykırı olduğu gerekçesi ile kabul etmemişti. Mahkeme de, inanç özgürlüğü gerekçesi ile bu karara müdahale edilemeyeceği görüşü verince, çocuk doğal olarak yaşamını yitirmişti.

Biliyorsunuz bizim toplumumuzda da organ nakli konusu hala tartışma konusu ve devletin resmi bir kurumu olan Diyanet dışında Müslümanlar içinde ağırlığı olan organizasyonların önderi olan din adamları bu olaya rıza göstermiş değiller. Kanal 7’nin dini program yapan Prof. Dr. Cevat Akşit geçenlerde "Organ bağışı caiz değil. Vermem de almam da" demiş ve organ bağışlama isteyen bir kişinin fikir değiştirmesine neden olmuştu.

Şu ana kadar aktardıklarım elbette ki, Müslüman kültür açısından bakılan değerlendirmeler. Bir Hıristiyan’ın, ya da bir Hindu’nun gözünden bakıp da bizim yaygın inançlarımızın ne gözle bakıldığını anlamak ise oldukça zor. Bir Hindu için, aynı gün içinde bir milyona yakın hayvan’ın inanç sahipleri tarafından kesiliyor olmasının ne kadar irkiltici olduğunu anlamak için yoğun bir telepati gerekir. Bir de Hinduların İnekleri kutsal olarak değerlendirdiklerini düşünürsek, aklından geçenleri tahmin edebilmemiz tamamen imkânsızlaşır. Bir Hıristiyan için, günde 14 saate yakın aç ve susuz kalıyor oluşumuz, başlı başına garip bir ibadet şekli görünüyordur. Ve belki de kendisinin de inandığı Tanrı’nın, neden kendilerinin değil de sadece Müslümanlardan bu şekilde bir ibadet istemiş olabileceğini merak ediyordur.

İnancın özgür kılınması, günümüzde en temel insan haklarından birisi elbette. Ancak birinin inanıyor olması, bir diğerinin onun inancını sorgulamasına ya da bir hatanın varlığını ifade etmesine engel olamaz, olmamalı. Yoksa gittikçe aklını yitiren bir insanoğluna doğru yol almaya başlarız ki, bu da insanlığın sonu teorisi üretmek için oldukça iyi bir malzemedir.
 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..