Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ocak '12

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Jean Boudrillard ve Simülasyon Kuramı hakkında -1-

Jean Boudrillard ve Simülasyon Kuramı hakkında -1-
 

Kuşkusuz, çağımızın önde gelen kültür insanlarından birisi olan Baudrillard ve onun kuramı, görüşleri, kendine özgü tanım ve kavramları üzerine bir yazı yazmak, son derece zor ve sorumluluk sınırları çok geniş bir alandır.  Kökeni itibariyle sosyoloji disiplininden yetişmiş olan Baudrillard, felsefesi ve kendine has terminolojisi ile her alanda düşünce üretebilmiş bir bilim insanıdır. Kendi ülkesi olan Fransa’da dâhil olmak üzere, görüşlerinin ulaştığı hemen her yerde ilk anda eleştirilmiş ve görmezden gelinmeye çalışılmıştır. Bunun en temel sebeplerinden birisi, artık kendi alanında klişelerden öteye geçemeyen görüşleri nedeniyle tıkanıp kalmış diyebileceğimiz bilim çevreleri tarafından, söylediklerinin -kullandığı dil ve terminoloji nedeniyle- ilk anda anlaşılamıyor olması gösterilebilir. Kendine özgü dili, tanımlar ve kavramlar üzerindeki hâkimiyeti ile yarattığı özgün söylem biçimi, anlaşılmasını zorlaştırmıştır. Bugün yaşadığımız ve şimdilik “çağdaş” olarak adlandırdığımız dünyanın -tırnak içinde gerçeklerine- baktığımızda, Baudrillard’ın değinmediği, üzerine düşünüp konuşup-yazmadığı alan yok gibidir.  Bilgi birikiminin ve ufkunun bu derece geniş olması, muazzam bir dil ustası olması, ilk anda anlaşılmasını zorlaştırmış ve farklı bakış açısı nedeniyle aldığı tepkileri arttırmıştır. Baudrillard politika, ekonomi ve toplumsal yaşam gibi konulardaki görüşlerini “ekonomi-politika” klişesine dayandırmaz. O’nun görüşleri “gösterge ekonomi politiği” kavramı üzerine oturmaktadır. Döneminin klişe söylemine yabancı olan bu görüş tamamen “kültür-toplum” belirlenimi üzerine yerleşmiştir (Adanır, 2010; sf:29).

Elbette bu görüş farkı O’nu özgün kılmıştır. Kendisine yöneltilen “kendine ait kuramsal bir dünya kurduğu ve gerçekleri bu kuramsal çerçeveye indirgemeye çalıştığı” eleştirisi doğru kabul edilemez. Bir bilim insanı olarak çevreden aldığı göstergeleri sadece istatistikler, parametreler ya da pariteler şeklinde yorumlamaz. O’nun için canlılar daha farklı bir konumdadır. Bu bağlamda, toplumların sorunlarına açıklama-çözüm getirecek olan aydınları, sanatçıları, bilim insanlarını birer özne olarak değerlendirir. O, toplumları, toplum olarak kabul etmez, “topluluk-kitle” olarak tanımlar ve nesne olarak değerlendirir. Bu bakış açısından hareketle O’na göre artık, özgün düşünce üretemeyen öznelerin (aydınlar, sanatçılar, bilim insanları), nesnenin (kitlelerin) durumları üzerine doğru çözümlemeler yaparak çözüm önerebilme ihtimali kalmamıştır. Bu yaklaşımı ile O’nu sağ ya da sol söylev çeken bir bilim insanı olarak tanımlamak, O’nun ufkunu daraltmak, görüşlerini sıradanlaştırmak ya da sahipsiz bırakmak anlamına gelecektir. Kaldıki O; sağ-sol söylemini iyilik ve kötülük kavramlarına benzetmektedir. Sağ’ın sertliğine karşılık, sol’un umudu, iyilik kavramını sembolize eder. Baudrillard’ın görüşlerinin, -dünyanın başlangıcından bu tarafa Sağ (kötü) ya da Sol (iyi) ideolojilerin, günümüz kitle yaşantısına dair açıklamalarda yetersiz kaldığı bir noktada- böylesi dar kalıplar içerisine sıkıştırılmaya çalışılması yanlıştır. Bu konuda kendi cümlelerinden yola çıkarak açıklama yapmak daha yerinde olacaktır; “iyilik ve kötülük bir buz dağının görünen yüzü ile görünmeyen yüzü gibidirler. İyilik görünen kısım, kötülük ise görünmeyen kısımdır. İyilikler eridiğinde kötülüğe karışmakta ya da donduğunda kötülüğün uzantısı gibi algılanmaktadır”. Böyle düşünen bir bilim insanını klişeleşmiş söylevlerin savunucusu gibi tanımlamak veya kendi yarattığı düşünce sistemini bu kavramlar içine sıkıştırmaya çalışmak akla yatkın görünmemektedir.

Baudrillard’a göre toplumların da böyle iki kutuplu bir politik sistemle ilgileri kalmamıştır. O, toplum kavramını da reddeder. Bu konuya ilişkin görüşlerini yayınlarının birçoğunda dile getirmiştir. Toplum sözcüğünün ifade ettiği birlik kavramının sonu gelmiştir. Bu görüşünü ilan ettiği “sessiz yığınların gölgesinde” adlı yapıtında durumu açıkça; “Bu savaştan toplumsal galip çıkmıştır. Ancak bu genelleştirme, bu beyin yıkama ve toplumsalın politikanın sıfır derecesine indirgendiği bir düzeyde; salt bir gönderene dönüşerek, her yerde hazır ve nazır olan, fiziksel ve zihinsel olanın tüm boşluklarını kapatan aynı toplumsalın hali ne olacaktır? Bütün bunlar toplumsal sorununu işaretlemektedir. Toplumsalın enerjisi azalmakta, özgünlüğü elden gitmekte, tarihsel niteliği ve idealliği buharlaşıp uçmaktadır. Toplumsal bir sistem uğruna adını yitirirken, politika da yok olmaktadır. Toplumsal artık anonimleşmiştir. O artık KİTLEDİR. KİTLELERDİR” cümleleri ile tanımlar. Gerçeklik algısı sakatlanan toplum, sakat bir gerçeklik algısı ile sağlıklı düşünce üretemez. Bu nedenle tepkiselliğini de yitirir ve sessiz çoğunluklara, adeta sessiz-tepkisiz yığınlara duyarsız kitlelere dönüşmüştür......(devamı yarın)

 
Toplam blog
: 8
: 1167
Kayıt tarihi
: 13.09.11
 
 

Güzel Sanatlar alanında eğitim aldım. Merakla okumaya, öğrenmeye devam ediyorum... Amacım, Sosyol..