Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mart '11

 
Kategori
Kitap
 

Jose Saramago: Körlük

Jose Saramago: Körlük
 

Adı bilinmeyen bir ülkenin bilinmeyen bir şehrinde, araba kullanmakta olan bir adam kırmızı ışıkta beklerken aniden kör olur. 

Beklenmedik bu durum karşısında korkan ve panikleyen çaresiz adam, çevreden birinin yardımı ile evine götürülür. 

İlerleyen günlerde, ilk kör olan adamı takiben, bu adamın eşi, onu evine kadar götüren ama bu müsait durumundan yararlanıp arabasını çalan adam, muhayene için gittiği göz doktoru , onun muhayenehanesinde bekleyen hastalar, doktorun sekreteri, eczacı da dahil olmak üzere bütün şehir hızlı ve ani bir şekilde körleşmeye başlar. 

Gözlere aniden inen bir sis perdesi uçsuz bucaksız bir süt deryasına hapsetmektedir insanları. Üstelik hiçbir bilimsel açıklaması da yoktur. Çünkü gözlerde herhangi bir fiziksel sorun bulunamamıştır. 

Ülkenin yarısından fazlasını etkileyen beyaz felaket adı verilen bu salgına karşı hükümet yetkilileri olayı kontrol altına alır. 

İvedi bir şekilde alınan kararla, salgının daha fazla yayılmaması için kör insanlar evlerinden alınarak daha önce akıl hastanesi olarak yaptırılan bir binaya götürülürler. Burada kendi başlarına bırakılan bu insanların dışarı ile tüm bağları kesilir. İletişim, bina içindeki mikrofonlardan günün belirli saatlerinde yapılan anonslarla sağlanacaktır. Çıkmak isteyenler olursa dışarıda bekleyen nöbetçi askerler tarafından engellenecek, itaat etmeyenler ise hemen oracıkta silahlara hedef olacaklardır. 

Hepsi burunlarının ucunu dahi göremeyecek derecede kör olan bu çaresiz insanlar, kendi başlarına üstelik hiçbir köşesini dahi bilmedikleri , yiyeceğin ve temizlik maddelerinin az miktarda bırakıldığı bu hapishane benzeri yerde yaşam mücadelesi vermeye başlarlar. İçlerinden sadece bir kişinin gözleri görmektedir. O da her an gözlerinin kör olması, bu beyaz sisin içine hapsolacağı anın korkusuyla yaşayan ama gördüğünü herkesten saklayan doktorun eşidir. Tecrite sadece körler alınmıştır ama o eşine bu zor anında yardımcı olabilmek için kör olduğunu söyleyip buraya gelmiştir. 

Portekizli sosyalist yazar Jose Saramago ‘’körlük’’isimli romanında, körlüğü metafor olarak kullanarak modern insan ve onun yarattığı liberal demokrasiye eleştirilerini dile getirir. 

Kitap şu sözlerle başlar; 

Bakabiliyorsan; Gör

Görebiliyorsan; Gözle

Yazarın yarattığı kurgu, aslında var olan ama görmek için kafaların kumdan çıkarılması gereken bir çürümüşlüğün öyküsüdür. 

Ortaya çıkan körlük salgınının yayılmasını önlemek için iktidara özgü sistem, önce, körlüğe yakalanan insanları hapishane görünümlü akıl hastanesine toplamakla başlar işe; topluma her şeyin kontrol altında olduğunu ülkenin geleceği için herkesin bu fedakarlığı yapması gerektiği vurgulanır. 

İlk başlarda her şey kontrol altında gözükse bile salgının hızla artması akıl hastahanesi görünümlü hapishanenin mevcudunun, yeni gelen kör insanları almayacak derecede artması kaosa sebep olur. 

Saramago’nun, duruma dair neyin kaos neyin düzen olduğu sorusu ile karşı karşıya buluruz kendimizi. 

İçerideki sağlıksız ortamdan endişelenen ve bunu hükümet yetkililerine duyurmak için yapılan girişimler bir kişinin ölümü ile sonuçlanır . Yetkilierin onları dinlemeyeceği, ne olursa olsun körlük salgını bitene kadar buradan hiçbir şekilde dışarı çıkmalarına müsaade edilemeyeceğini anlarlar. 

Gerçektende düzen denilen olgu ve onun tezahürü demokrasi çıplak gerçeği görmemize kral çıplak dememize ne kadar müsaade etmektedir? 

İlerleyen zamanlarda yönetenlerin yönetilenler kadar kör olmasının doğuracağı sorunlar sorgulanmaya başlanır. 

Gerçek bir akıl hastanesine dönüşen ve tutsakların giderek artığı bu binada bireyler otokontrolünü giderek kaybederler. 

Çeteler, açlık, tecavüz giderek artar insanlar giderek onurlarını yitirmeye başlarlar. 

Bu arada yeni gelen bir körün yanında getirdiği el radyosu onlara kendilerini tekrar normalmiş gibi hissettirmeye başlar. 

Bu noktada iletişim araçlarının baş döndürücü bir şekilde ilerlemesi insanların tepkilerinde nasıl bir uyuşmaya neden olduğunu görürüz. 

‘Öyle ki akşam yemeği esnasında tv. karşısında dünyanın herhangi bir yerindeki felaketlerin gerçek görüntülerini izlerken bana şu tuzluğu uzatır mısın demeyenimiz yoktur. Modern insanın gerçekleşen olaylar karşısındaki tepkisizliğini ve bunu nasıl da kanıksadığını, rutine döndürdüğünü, yaşadığımız gerçek dünyada insan haklarının ihlal edildiğini ve buna karşı önlem almayan, politika üretmeyen hükümetlerin varlığını göz ardı edemeyiz. 

Kahramanların ve anlatıcının konuşmaları ortak bir monologa dönüştürülerek sanki bir iç sesi dinlermiş gibi anlatılır. Kitapta hiçbir karakterin adı yoktur, karakterler sıfatları ile aktarılır; bu da anlatılanların evrenselliğini hissetmemiz açısından önemlidir. 

Hükümet yetkililerin giderek daha da az miktarda bıraktığı erzak paketlerine bir başka kör grubu şiddet kullanarak el koyar. Artık bu koğuşların kontrolünü eline geçirdiklerini ve insanların yiyecek istiyorlarsa para ya da değerli eşyalarını bunu karşılığı olarak vermeleri gerektiğini söylerler. 

İlk başlarda istediklerini verip sorun çıkarmak istemeyen diğer kör gurubu bu isteğe boyun eğer. Paraları ve değerli eşyaları kalmayınca bunun karşısında çete, bu sefer kadınların kendilerini eğlendirmeleri karşılığında yiyecek alabileceklerini söylerler. 

İşler gittikçe çığırından çıkınca, gözleri gören tek kişi olan ve etrafındaki bu kokuşmuşluğu net olarak gören ama görmezden gelmeye çalışan doktorun eşinin, çetenin ele başısını öldürmesiyle bir isyan başlar. 

Doktorun karısı, romanın tek gören kişisi olarak toplumdaki suskun aydınları simgelemektedir. Yükleneceği sorumluluğu kaldıramayacağını düşünerek , görebildiğini uzun süre saklar ve o da bir körmüş gibi davranır. 

Toplumları bulundukları karanlıktan çıkarmakla görevli olan aydınların üstlendikleri bu görevin zorluğunu çevremizde de görmekteyiz aslında. Pek çok aydının toplumu gerçeklerle buluşturmak için nasıl da uğraş verdiklerini çoğu zaman dışlandıklarını, hapsedildiklerini ya da yok edildiklerini gördük ve görmekteyiz. 

İsyan sonucunda büyük bir yangın çıkar, o kaos sırasında doktorun eşi gözlerinin görmesinin avantajını da kullanarak yanmakta olan binanın kapılarını açar ve insanların kurtulmasın sağlar. Kapıları tutan askerlerin hiçbiri orda değildir. Dışarıda bütün herkes beyaz körlük salgınına yakalanmıştır. 

Dışarısı tam anlamıyla perişan bir haldedir. Devrilmiş, birbirine girmiş arabalar, yağmalanmış marketler, mağazalar, çöplüklerde yiyecek arayan insanlar, sağda solda cesetler ve onları yiyen sokak köpekleri. Bütün bu olanların korkunç görüntüsünü bütün açıklığı ile görebilen tek kişi olan doktorun eşidir, bu manzarayı görmektense kör olmayı diler… 

insanlığın evrensel sorunu olan, doğanın ve kendi doğasının karşısındaki güçsüzlüğünü ve çaresizliğini şiddetle hissederiz. 

Doktorun eşi, yanına birkaç çaresiz kör insanı da alarak evine gider. 

Eve ulaşılır. Eski kurallar anımsanmaya başlanır. Temiz su, temiz bardaklar, temiz çarşaflar, yumuşak yataklar, güzel bir sofranın etrafında toplanıp sohbet eden dostlar… 

Her şey eskisine dönmüştür, İlk kör olan adam aniden kör olduğu gibi aniden görmeye başlar. Onu takiben diğer kör olanlar da teker teker görmeye başlarlar. Tüm insanlar yavaş yavaş görmeye başlar. 

Her an kör olmayı bekleyen doktorun eşinin şu çarpıcı sözleri ile kitap son bulur; 

“Sonunda kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, gören körler mi, gördüğü halde görmeyen körler?” 

Yoksa gördükleri sadece bir düş müydü? 

Nobel ödüllü Jose Saramago’nun, bakmak ile görmek arasındaki o ince çizgiyi, büyülü gerçeklik akımını da kullanarak yalın ve usta bir anlatım ile işleyerek biz okurlarına sunduğu ‘’Körlük’’ isimli kitabını can yayınlarından bulabilirsiniz. 

2007 yılında İstanbul Kitap Fuarı için ülkemize de gelen Nobel Ödüllü Jose Saramago 2010 yılında yaşamını yitirmiştir. 

 

 

 
Toplam blog
: 20
: 7034
Kayıt tarihi
: 05.04.07
 
 

Okumayı seviyorum. Okudukça geliştiğimi, geliştikçe de kendimi ifade etmek istediğimi farkettim. ..