Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ekim '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kaan gelmeden .2 : İstanbul Bahçeşehir

Kaan gelmeden .2 : İstanbul Bahçeşehir
 

 İstanbul  kazan, biz kepçe… Döne dolaşa , tam bir saat yirmi dakika sonra Bahçeşehire’e ulaştık. Bahçeşehir biliyorsunuz TEM anayolunun üzerinde, İstanbul’un epeyce dışında Başakşehir’e bağlı büyük bir yerleşim birimi, bir mahalle… Ama öyle böyle bir mahalle değil. Ben diyeyim 250 bin, siz deyin 300 bin kişi… Bu arada değişen bir kent azmanı yer…

Ben Edirne’de otururken, bu Bahçeşehir’in önünden geçerdik; gösterirlerdi; TEM’den belli olmazdı; ben yolun kenarındaki 30-40 evden ibaret olduğunu sanırdım. Bahçeşehir’in içine balıklama girince gördük ki, kazın ayağı öyle değil… Büyük bir vadinin çevresinde yüzlerce kooperatifin yaptığı binlerce evin oluşturduğu, kooperatifler manzumesi bir yer Bahçeşehir…

Tam ortasından, İstanbul –Edirne demiryolu geçiyor; TEM’ile İstanbul’un göbeğine bağlı. Aslında, kabaca Küçükçekmece ile Büyükçekmece arasında bir yer ama daha içerde.

Kooperatiflerin arasından daldık içeri Çarşıyı geçtik; tam Bahçeşehir bitiyor, derken City-Court evlerine geldik. En son yapılan kooperatiflerden biri. Bitmiş; tamamlanmış… Çok güzel, çok rahat… Hele evlerin ortasındaki o yapay göle, o yapay havuza bayıldım. Evler o havuzun çevresinde sıralanmışlar. Gölümsü havuz  çok iyi tasarlanmış; çevresi bahçe mimarları tarafından düzenlenmiş; lavanta çiçekleri ekilmiş;  gözü ısıran hiçbir yanı yok; üstelik, temizlik, düzen ve emniyet her tarafta kol geziyor. Sanki İstanbul’da değil, bir Amerikan banliyosundasınız. Ayrıca, gezdik yüzme havuzları; dinlenme salonları filan hep yakın mesafelerde ve iyi tasarlanmış…

Eve vardık. Evde malum, gelin hanım, annesi, gelin hanımın kızkardeşi ve iki tane nur topu gibi erkek yavruları tarafından karşılandık. Ha bir de gelinin erkek kardeşi… Çokluğun keyfini çoktandır duyamıyordum. Evdeki şenlik ne güzeldi… Hele  o çocuklar… Evin her zaman neşesi… İki kardeşin oyuncaklarıyla oynayıp  “örümcek adam” taklitleri… Çağdaş çocukların ilgilerini ortaya koyuyordu.

Gelinimiz tedirgindi. Her an başlayabilecek bir doğumun etkileri şimdiki modern haplarla uzaklaştırılıyordu. Daha Cumartesi… Doğum pazartesi…

Balkona çıktık bir süre o şahane göl-havuz manzarasını seyrettik. Şelaleler yapmışlar; fıskiyeler göklere sular fışkırtıp duruyorlar. Akşamleyin, havuz envai türlü renklere büründü. Güzel ışıklandırmışlardı.

Yemek neşe içinde yendi. Hanımın getirdiği dolmalar da sofrada yer aldılar. O durumda çocukların hazırladığı yemekler de şahaneydi. Neşe içinde yenildi içildi. Sonra sofra çevresinde sohbetler edildi. Dev televizyondan filmler izledik. Geceleyin bizim için ayrılan geniş kütüphane odasındaki kanepede uyumaya çalıştım. Uyudum da (Nedense dışarıda hep kendi yatağımı ve yastığımı ararım..) Bütün gece iki kişi çok yakınlarda konuştu durdu. Meğer onlar gece bekçileriymiş (Kapı bize oldukça yakındı…)

Tabii bu arada  bana musallat olan sivrisineği saymazsak, gece rahat geçti. Ama bir ülkede bir sivrisinek varsa mutlaka beni bulur ve canıma okur. O gece de boğuştuk durduk. Neyse ihtiyarlar gibi dır dır edip durmayayım.


30.Ekim. 2012 Pazar
 Güzel bir gün. Erkenden uyandık. Güzel bir kahvaltı yaptık. Kahvaltıdan sonra oğlum beni ve kayınbiraderini alarak gezmeye götürdü. Önce siteyi tanımaya çalıştık. Yüzme havuzunun çevresini gezdik. Yüzme havuzlarını her zaman sevmişimdir. Bu yüzme havuzu açıktı; keşke bir de kapalı yüzme havuzu olsaydı. Ama bu da yeter. Ayrıca bir de alt tarafta çocuklar için havuz yapmışlardı. Havuzun kenarındaki kapalı lokalde, kahve çay istedik; dinlendik; siyaset konuştuk.  Neyse, anlatmayayım konuştuklarımızı..!

Sonra oğlum bizi arabasına alarak, Bahçeşehir’in çevresini gezdirdi. Eşinin çalıştığı ofisi gördük; “Testili Kızlar” havuzunu ; diğer Bahçeşehir ortasındaki büyük göl çevresindeki bir çok modern dükkanları, AVM’leri, Migros’u ve çarşılarını, pazarlarını dolaştık. Çocuklara hediyelik  oyuncaklar aldık. Sevindiler. Çocuklara ne kadar çok oyuncak alırsanız alınız. “Yeter..!” demiyorlar. Onu anladım.

Bir de Bahçeşehir’in nasıl devasa bir semt olduğunu gördüm. Dışardan görünüşler ne kadar aldatıcı oluyor. İstanbul’un bu Banliyö semtlerini gördükçe; İstanbul’un hiç de öyle bilinen üç beş semtten oluşmadığını anlıyorsun..

Pazar günü, biraz endişe içinde; bir gözümüz, gelin hanımın üzerinde.. “Bugün kaç kere hopladı…” soruları içinde… Bekleyiş içinde geçti. Balkondaki havuz sefaları çok güzeldi. Kalabalık bir aile çok güzeldi. Geceyi ve ertesi günü endişe ile bekledik.

Oğlum, akşamdan : “Yarın bizi hastaneye erken çağırdılar; onun için erkenden yola çıkacağız, gelecekler erkenden hazırlansın..” diye uyardı.

O geceyi yarı uykulu, yarı uyanık geçirdik, endişe içinde ve mutlu bir günün bekleyişleri içinde uykuya daldık. (Devam edecek)
  

İstanbul  kazan, biz kepçe… Döne dolaşa, tam bir saat yirmi dakika sonra Bahçeşehire’e ulaştık. Bahçeşehir biliyorsunuz TEM anayolunun üzerinde, İstanbul’un epeyce dışında Başakşehir’e bağlı büyük bir yerleşim birimi, bir mahalle… Ama öyle böyle bir mahalle değil. Ben diyeyim 250 bin, siz deyin 300 bin kişi… Bu arada değişen bir kent azmanı yer…

Ben Edirne’de otururken, bu Bahçeşehir’in önünden geçerdik; gösterirlerdi; TEM’den belli olmazdı; ben yolun kenarındaki 30-40 evden ibaret olduğunu sanırdım. Bahçeşehir’in içine balıklama girince gördük ki, kazın ayağı öyle değil… Büyük bir vadinin çevresinde yüzlerce kooperatifin yaptığı binlerce evin oluşturduğu, kooperatifler manzumesi bir yer Bahçeşehir…

Tam ortasından, İstanbul –Edirne demiryolu geçiyor; TEM’ile İstanbul’un göbeğine bağlı. Aslında, kabaca Küçükçekmece ile Büyükçekmece arasında bir yer ama daha içerde.

Kooperatiflerin arasından daldık içeri Çarşıyı geçtik; tam Bahçeşehir bitiyor, derken City-Court evlerine geldik. En son yapılan kooperatiflerden biri. Bitmiş; tamamlanmış… Çok güzel, çok rahat… Hele evlerin ortasındaki o yapay göle, o yapay havuza bayıldım. Evler o havuzun çevresinde sıralanmışlar. Gölümsü havuz  çok iyi tasarlanmış; çevresi bahçe mimarları tarafından düzenlenmiş; lavanta çiçekleri ekilmiş;  gözü ısıran hiçbir yanı yok; üstelik, temizlik, düzen ve emniyet her tarafta kol geziyor. Sanki İstanbul’da değil, bir Amerikan banliyosundasınız. Ayrıca, gezdik yüzme havuzları; dinlenme salonları filan hep yakın mesafelerde ve iyi tasarlanmış…

Eve vardık. Evde malum, gelin hanım, annesi, gelin hanımın kızkardeşi ve iki tane nur topu gibi erkek yavruları tarafından karşılandık. Ha bir de gelinin erkek kardeşi… Çokluğun keyfini çoktandır duyamıyordum. Evdeki şenlik ne güzeldi… Hele  o çocuklar… Evin her zaman neşesi… İki kardeşin oyuncaklarıyla oynayıp  “örümcek adam” taklitleri… Çağdaş çocukların ilgilerini ortaya koyuyordu.

Gelinimiz tedirgindi. Her an başlayabilecek bir doğumun etkileri şimdiki modern haplarla uzaklaştırılıyordu. Daha Cumartesi… Doğum pazartesi…

Balkona çıktık bir süre o şahane göl-havuz manzarasını seyrettik. Şelaleler yapmışlar; fıskiyeler göklere sular fışkırtıp duruyorlar. Akşamleyin, havuz envai türlü renklere büründü. Güzel ışıklandırmışlardı.

Yemek neşe içinde yendi. Hanımın getirdiği dolmalar da sofrada yer aldılar. O durumda çocukların hazırladığı yemekler de şahaneydi. Neşe içinde yenildi içildi. Sonra sofra çevresinde sohbetler edildi. Dev televizyondan filmler izledik. Geceleyin bizim için ayrılan geniş kütüphane odasındaki kanepede uyumaya çalıştım. Uyudum da (Nedense dışarıda hep kendi yatağımı ve yastığımı ararım..) Bütün gece iki kişi çok yakınlarda konuştu durdu. Meğer onlar gece bekçileriymiş (Kapı bize oldukça yakındı…)

Tabii bu arada  bana musallat olan sivrisineği saymazsak, gece rahat geçti. Ama bir ülkede bir sivrisinek varsa mutlaka beni bulur ve canıma okur. O gece de boğuştuk durduk. Neyse ihtiyarlar gibi dır dır edip durmayayım.


30.Ekim. 2012 Pazar
 Güzel bir gün. Erkenden uyandık. Güzel bir kahvaltı yaptık. Kahvaltıdan sonra oğlum beni ve kayınbiraderini alarak gezmeye götürdü. Önce siteyi tanımaya çalıştık. Yüzme havuzunun çevresini gezdik. Yüzme havuzlarını her zaman sevmişimdir. Bu yüzme havuzu açıktı; keşke bir de kapalı yüzme havuzu olsaydı. Ama bu da yeter. Ayrıca bir de alt tarafta çocuklar için havuz yapmışlardı. Havuzun kenarındaki kapalı lokalde, kahve çay istedik; dinlendik; siyaset konuştuk.  Neyse, anlatmayayım konuştuklarımızı..!

Sonra oğlum bizi arabasına alarak, Bahçeşehir’in çevresini gezdirdi. Eşinin çalıştığı ofisi gördük; “Testili Kızlar” havuzunu ; diğer Bahçeşehir ortasındaki büyük göl çevresindeki bir çok modern dükkanları, AVM’leri, Migros’u ve çarşılarını, pazarlarını dolaştık. Çocuklara hediyelik  oyuncaklar aldık. Sevindiler. Çocuklara ne kadar çok oyuncak alırsanız alınız. “Yeter..!” demiyorlar. Onu anladım.

Bir de Bahçeşehir’in nasıl devasa bir semt olduğunu gördüm. Dışardan görünüşler ne kadar aldatıcı oluyor. İstanbul’un bu Banliyö semtlerini gördükçe; İstanbul’un hiç de öyle bilinen üç beş semtten oluşmadığını anlıyorsun..

Pazar günü, biraz endişe içinde; bir gözümüz, gelin hanımın üzerinde.. “Bugün kaç kere hopladı…” soruları içinde… Bekleyiş içinde geçti. Balkondaki havuz sefaları çok güzeldi. Kalabalık bir aile çok güzeldi. Geceyi ve ertesi günü endişe ile bekledik.

Oğlum, akşamdan : “Yarın bizi hastaneye erken çağırdılar; onun için erkenden yola çıkacağız, gelecekler erkenden hazırlansın..” diye uyardı.

O geceyi yarı uykulu, yarı uyanık geçirdik, endişe içinde ve mutlu bir günün bekleyişleri içinde uykuya daldık. (Devam edecek)
 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..