Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '18

 
Kategori
Futbol
 

Kabahatin Çoğu Senin; Akrep Gibisin Kardeşim!

Yaşı uygun olanlar bilir; 1980’ler, sonrasında da 1990’larda “ne olacak bu Fenerbahçe’nin hali?” konulu gazete manşetlerini sezonun hemen ilk beş haftası sonrasında bolca görürdük.

Hayatında Aziz Yıldırım’dan başka Başkan görmemiş, haliyle de Fenerbahçe’nin önceki yıllarından bihaber olan 25 ile 30 yaş arası nesile masal gelebilir, belki hiç anlaşılmaz ancak söz konusu yılları yaşamak Fenerbahçeli için çok çok zordu.

1990 ile 2000 yılları arasında sadece 1 şampiyonluk kazanılmış, bir kere de ucundan kaçırmış,  bunun dışındaki yıllarda zirveden sürekli uzakta geçen sezonlar yaşanmıştı.

1980 ile 90 yılları arasında; 83, 85 ve 89 olmak üzere 3 defa mutlu sona ulaşılabilmişti.

Bir başka tarafından bakalım; 1980 ile 2000 yılları arasındaki birinci 20 yıl içinde Fenerbahçe’nin sadece 4 şampiyonluğu vardır.

Sonraki 18 yılda da 2001, 2004, 2005, 2007, 2011, 2014 olmak üzere toplam 6

Efsane 1989 kadrosunu bir kenara koyarsak öyle “eskiden Fenerbahçe 3 yedi mi 4 atardı” diye bir şey de olmadı.

Şampiyon oldukları da dahil sezonlara hep sorunlu başladı.

1970’li yıllarda çok daha başka bir Fenerbahçe’den söz etmek mümkündür; ancak yaşım bu tarihte olan biteni takip etmeye uygun değildi.

49 yaşında ve Fenerbahçe’nin (bana göre) ilk 20 ve ikinci 18 yıllarına net bir şekilde şahit biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim; hayat Fenerbahçe’ye ve Fenerbahçeli’ye hiçbir zaman kolay olmadı.

3 Temmuz ve Fenerbahçe İdeolojisi isimli kitabımda daha detaylı anlattım; özellikle 1980’li yılların ortalarından itibaren Türkiye’nin değişen dinamikleriyle birlikte futbolu yönetenler de değişti.

Bu ülkede “Fenerbahçe Cumhuriyeti” diye bir olgu vardı; Beşiktaşlı Yalçın Doğan kitabını yazmıştı. Bu kitabı okumamış olanların olgunun içeriğini bilme şansları yoktur. Bu olgu Fenerbahçe’yi ayrımcı yapmaz aksine Türkiye ile bütünleştiren bir gerçekliktir; çünkü Fenerbahçe Kurtuluş Savaşındaki rolünden itibaren Türkiye’nin ta kendisidir.

4 Temmuz 2011 günkü yazdığım yazının başlığı Operasyon ve Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin değişen anlamı‘ydı. (*)

3 Temmuz Fenerbahçe Cumhuriyeti’ne indirilmiş en büyük darbeydi; sonu demeye dilim varmıyor fakat olgunun içeriğiyle artık aynı şeye olmadığı da ortadadır.

Tüm bunların neye karşılık geldiğini anlamdan, bilmeden bugünü değerlendirmek, yeni projeksiyonlar, projeler yapmak, tek başına kolay dahası yeterli değildir. Çünkü futbola egemen olan hegemonya artık Fenerbahçe’nin dışında bir güçtür.

Tarih bize bir şeyler öğretmeli, göstermelidir.

3 Temmuz sivil direnişi Cumhuriyet tarihinin en önemli toplumsal hareketlerinden biriydi. O gün Fenerbahçe’ye darbe yapmak isteyenler bir şey öğrendi; Fenerbahçe’yi dışarıdan yıkmak veya ele geçirmek mümkün değildir.

O zaman yapılması gereken tek bir seçenek kalıyordu; Fenerbahçe’nin iç dinamiklerinin birbirini parçalaması, güçsüzleştirmesi.

2011’den sonra bunu gerçekleştirmek için gerekli ortam sağlanmıştı.

Aziz Yıldırım’ın bir yıl hapis yatmasının o kişi üzerinde ne etki yaratmış olacağını kimse hiçbir zaman hakkıyla teslim etmedi.

Son 10-15 yılda olan ve bir bölümü iyi saatte olsunlarla açıklanacak tuhaf olayların neden olduğunun ilanıydı 3 Temmuz. Tüm bunlara şahit olmuş kişinin olan bitene İngiltere’de yaşayan biri gibi bakması beklenebilir mi?

Bugün tüm sportif olayları dünya standartlarıyla takip eden, yaklaşan, değerlendiren genç arkadaşlarımıza bunu anlatmanın kolay olmadığını biliyorum; ancak İngilere ya da Almanya’daki istatistik veri altyapılarıyla ülkemizdeki futbolu tarif edemeyeceğiniz tuhaf boşluklar, kara delikler, kör noktalar vardır.

Mesela ligin birinci haftasında 16, ikinci haftasında 14 faul yapmış Alanyaspor’un, karşılaşmayı 6-0 kazanmış takım bile 12 faul ile tamamlamışken, Galatasaray maçında 90 dakika sadece 7 faul yapmasının standart sapmasını bize anlatacak bir şey olmalıdır.

Fenerbahçe’nin 3 Temmuz Davasında mahkemeye sunduğu İTÜ’ye hazırlatılmış penaltı raporunun bilimsel verilerini de ölçecek bir altyapıdan söz ediyorum. (**)

Bugün 1000 kişiye sorun; çoğunluğu Fenerbahçe’nin hem en çok penaltı kazanan hem de hakemlerin en kolay penaltı verdikleri takım olduğunu söyleyecektir. Oysa son 15 yılda durum bunun tam tersidir, raporun hazırlandığı tarihlerde Gaziantepspor’un bile gerisinde kalmıştır.

“Penaltıya ihtiyacın olmayacak, hakemi de yenecek bir takım kuracaksın!” değil mi?

Bu aklı veren kişinin bir hakem olması da bir Türkiye tuhaflığıdır. Diyor ki sahaya çıkarken hem rakibini hem beni yeneceksin, çünkü senin sahadaki bir diğer rakibin de benim. 

Hâlâ o  hakem Fenerbahçe’nin saha dışındaki rakiplerinden biri olmaya devam ediyor oluşunu da bu yazı içinde anlatmaya çalıştığımız soruna dahil etmeliyiz.

Ne yaparsan yap daha sahaya çıkarken geridesin.

Öyle olmasa 2006’da Denizli’deki maç ve bir sene sonra Ali Sami Yen’deki sulu derbi 90 dakika oynatılır mıydı? 2006’ta bir şampiyonluk gitti, 2007’deki maça çıkarken garantilenmişti ya hazırlık garantilenmemesi üzerineydiyse?

Bir takımın başına aynı şey iki sene üst üste gelmesi tesadüf ya da rekabetin gereği olarak geçiştirilebilir mi?

Öyle kabul edildi, normalleştirildi. Önce Fenerbahçeli bunu unuttu ya da unutturuldu.

İşte penaltı buralarda hayati önem kazanıyor; Alanyaspor Galatasaray maçında 7 faul yapıp, Fenerbahçe karşısında 15-20 faulle tamamladığında bir de penaltınız verilmezse mücadele etmeniz gereken bileşenler çeşitleniyor.

Fenerbahçe’nin 3 Temmuz’a kadarki on yılda 5 şampiyonluğu olduğunu bir kere aklımızın köşesine yerleştirelim. Bu her iki senede bir şampiyonluk demektir.

Sonrasında 7 yılda 1 kere şampiyon olmasını sadece yönetim beceriksizliği şeklinde açıklamak bir şeyleri atlamak, kaçırmak anlamına gelir.

Aziz Yıldırım’a “yeter, bıktık senden, git artık!” demek başka, Fenerbahçe’nin dış dinamiklerinden gelen etkilerin yarattığı durum bambaşka şeylerdir.

Bu tek başına bir iletişim ya da iletişimsizlik de değildir. Öyle bir kuşatılmışlık içine giriyorsunuz ki bazen yapmanız gereken hamleleri değil, kamuoyunun sizi zorladığı reflekslere mecbur bırakılıyorsunuz.

Meselenin Aziz Yıldırım’dan kaynaklı bir sorun olduğunu tarif ederseniz bugün ve ileride yaşanan ya da yaşanacak olayları anlatmakta çok zorlanırsınız.

Şu bir kaç hafta içinde yeni yönetimin de yaşadığı durum benzerdir.

Fenerbahçe’nin daha ligin 3. haftası 1-0 kaybettiği Göztepe maçı sonrasında medyadaki bir takım tiplerin Comolli ve Cocu’yu hedef alan ağır eleştirileri tam da eşyanın doğasına uygun hareketlerdir.

Ertesi günü aynı kişilerin Ali Koç ile Comolli/Cocu’yu itinayla birbirinden ayırıp, “Başkan olmasaydı Fenerbahçe bu iki beceriksizin eline kalmıştı” türünden sözde Fenerbahçe Başkanı tarafında durup, diğer tarafta Fenerbahçe’yi bölen, parçalayan zihniyetin davranış tarzı aynı zamanda bunların nasıl da işlerinin ehli olduğunun göstergesidir.

Ya Hollanda merkezli buradaki tiplere benzeyen bir yorumcunun Cocu söylemiş gibi sözlerini Türkiye’ye hemen taşınması?

Bu uluslararası medya dayanışma örneklerini daha öncelerde görmedik mi?

Türkiye’den verilen bilgilerle Fransız gazetesine yazdırılıp, sonra da oradan kaynak gösterilerek Fenerbahçe’nin UEFA sopası tehdidinde olduğu kamuoyuna yutturulmadı mı?

Fransızlar, Hollandalılar neden hep Fenerbahçe’yi merak ediyorlar da Galatasaray, Beşiktaş ile ilgilenmiyorlar?

Bir Fransız Fenerbahçe’nin UEFA’dan ceza almasını ne kadar merak ediyor olabilir?

Demek ki ortada öyle bir iki kişi değil; başka bir yapı var.

Ali Koç’un arkasında duran güçlü kamuoyu desteğine rağmen bugün Başkan’ı eleştirmek için insanda şöyle altı okka edecek kuvvete sahip olması gerekir. Olmadığından şimdi kedi gibi bacaklarının arasında sürünerek dolaşıyorlar.

Ancak her şeyin bir sırası ve zamanı olduğunu tarih bize geçmişte defalarca kere yaşatarak öğretti.

Aziz Yıldırım gücünün zirvesinde olduğu günlerde bu tipler Alex’i yerden yere vurdular.

“Koca Fenerbahçe’nin oyun düzeni (4-4-1-1) Alex’e göre mi kurulurmuş!”

Ne zaman Aziz Yıldırım o gücünü kaybedip, Alex ile eşitlendi o günlerde de Alex Başkan’ı vuracak araç haline geldi.

Aykut Kocaman aynen bugün Cocu’nun yaşadığı gibi bir çok şeye baştan başlayacağı, Alex’e dayalı 4-4-1-1 taktik kurguyu değiştireceği süreçte neden Alex bir anda polemik konusu haline geldi?

Bakın kimseyi bir diğerinin yerine koyup, değerli ya da değersizleştirmiyorum; araçların kullanılış zaman ve şekline dikkat çekiyorum.

Futbol alçak, dönek, güvenilmezdir; dünü yoktur, sadece bugünkü başarı vardır!

En güzel örneği Gomis değil mi? Adam 29 gol atıp, şampiyon yaptı Galatasaray’ı ve ne şekilde gönderildi.

Gomis ile Soldado veya Janssen’i yer değiştirelim, geçen sezon nasıl sonuçlanırdı, kimbilir? Sadece futbolcuların becerileri değil; sakatlık durumlarını göz önünde bulundurun yeter.

Belki de Gomis o kadar çok faule maruz kalırdı ki sezonu bile tamamlayamazdı?

Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu bu durum 10. haftaya kadar devam ederse (bir ihtimal var ancak dile getirmek dahi istemiyorum) bugün Comolli/Cocu merkezindeki eleştirilerin, zamanla kamuoyunun o oynak duygularından da alınacak destekle bir anda Ali Koç’a yönelmeyeceğinin garantisi var mı?

Bu tipler o gün geldiğinde “Başkan o zaman Aykut Hoca’nın ne günahı vardı?” deme ikiyüzlülüğünü sergilemeyecekler mi?

Yapmadılar mı?

3 Temmuz’da Fenerbahçe’yi şikeci ilan edip, 2014’te hava döndüğünde sanki daha ilk günden itibaren Fenerbahçe taraftarıyla mücadele etmiş gibi yazılar yazmadılar mı?

Sen unuttun o günleri arkadaş, biliyorum. Çünkü şu an bile “ne kadar uzattın, baydın vallahi” diyorsun; onların esprili, kahvehane ağzından tükürükle karışık dökülen sözleri daha güzel geliyor kulağına, duygusal anlamda üzüntünü besliyor, öfkeni yönlendireceğin bir neden oluyor.

Şairin dediği gibi kabahatin çoğu senin; akrep gibisin kardeşim.

Ben uzatmıyorum; sadece hafızana unuttuklarını hatırlatmaya çalışıyorum, olacakları 10 hafta öncesinden uyarıyorum.

Türkiye’de futbolu, hele Fenerbahçe’yi sadece Avrupalı bakış açısıyla yönetemezsiniz. Rakibiniz sadece sahadaki Galatasaray, Beşiktaş… olursa bu mümkündür. Ancak öyle değil işte…

Bir de Fenerbahçe’nin kendi iç kırılganlığı var ki…

Peki onu da sonra konuşalım.

http://twitter.com/uzaygokerman

uzaygokerman@gmail.com

(*) https://uzaygokerman.org/2017/12/16/3-temmuz-yazilari/

(**) http://www.milliyet.com.tr/uzay-gokerman-3-temmuz-30-yillik-bir-projeydi–2231714-skorer-yazar-yazisi/

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..