Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ocak '10

 
Kategori
İnançlar
 

Kabe'ye Bakış (3) ve Çocukluğa Dönüş

Kabe'ye Bakış (3) ve Çocukluğa Dönüş
 

Dünyanın hay-huyundan; hayatın heyulasından; yaşamın devir-daiminden çok ama çok uzaklardayım. Sanki hayal ülkesi. Sanki dünyadan soyutlanmış bir cennet bahçesi. Dahası dünyanın her türlü çirkefliğinden…

Manevi torbalarımızı olabildiğince genişletmeye uğraşmıştık. Öyle ki bir yandan uhrevi duygularımızı arttırmaya bir yandan da gündelik sıkıntıları bertaraf ederek o dünyada kalmaya özen gösterişimiz bile bu gayeye hizmet eder olmuştu. Amaç belli tabi ki. Gelmişken boş dönmemek…

Dünya bir yana Kabe bir yana diyerek gelmiş milyonlarca insan. Her renkten; her ırktan milyonlar tek vücut. Zengin-fakir; amir-memur; siyah-beyaz; zayıf-şişman; vesaire vesaire… Herkes tek bir kişi olmuş. Herkes tek bir nokta…

***

İşte böylesi ulvi bir ortamda otelimizden hareket edeceğimiz saat yaklaştıkça heyecanlanıyorum. İhramlarımızı giymişiz ve niyetimizi yapmışız. Artık beklenen an yaklaşıyor. Özlem duyulan “O” ev görülecek, tavaf edilecek. Allah’a biraz daha yakın olduğumuz hissedilecek…

Yolda bazı bilgiler veren rehberimiz “ben kafanızı kaldırın” diyene kadar yere bakarak ilerleyin diye uyarıyordu. Amaç Kabe’yi bir anda görmek. Bütün ihtişamıyla bütün heybetiyle… Ve tabi ekliyordu: “Kabe’yi ilk gördüğün anda yaptığın dua kabul olur” Herkes nasıl dua edeceğini planlıyordu. Belki de hayatta ilk kez bu kadar yakın olmanın heyecanı bir yana, duanın kabul olacağının garantisi ayrı heyecan veriyor, şevklendiriyordu.

***

“Allah’ım. Bundan önce etmiş olduğum ve bundan sonra edeceğim hayırlı dualarımı kabul et. Müslüman kardeşlerime bu dünyada ve ahirette iyilik ve güzellikler ver!” demeye karar vermiştim. Kabul olacak bir dua ise bundan sonraki dualarımı da kapsamalı ve hayırlı olanların kabul edilebilme ihtimali değerlendirilmeliydi elbet.

Kabe’nin yakınında otobüsten indiğimizde zaten yerinde duramayan kalbim artık fırlayacak gibi olmuştu. Hani üzerimdeki ihramı kaldırıversem oradan fırlayıp gidecekmiş gibi… İvedi adımlarla Kabe’ye doğru ilerliyorduk. Tabi Kabe’nin dışındaki avludan henüz içeri girmemiştik. Öyle kalabalık ki, tarif edebilmek zor.

***

Avlu kapısından girdiğimiz andan itibaren başlarımız önde ilerliyorduk. Yere bakarak gidiyor ve rehberimizden gelecek “başlarınızı kaldırın” komutunu bekliyorduk. O eşsiz bir an olmalıydı. Hayatın en güzel ve coşkulu bir anı olmalıydı. İşte artık ruhen ve bedenen hazır haldeydik. İş Kabe’yi çıplak gözle yakından görmeye gelmişti.

***

“Şimdi başınızı kaldırın!” diyen rehberin sesi kulaklarımda yankılandığında kendimi kaybettim. Zaten o ana kadar heyecandan kendimi bilmez bir haldeydim. Zira milyonlar içinde kaybolmuştum. Başımı kaldırdığım anda başka bir dünyaya geçmiştim. Tıpkı çocukluğumdaki gibi…

***

Çocukken bulunduğunuz mahal (ev, bahçe, mahalle, sokak vb) sizin yuvanızdır. Oralarda oyunlarınızı oynar, arkadaşlarınızla sohbet eder, şakalaşırsınız. Bir başka sokağa gitmek; bir başka mahalleye gitmek yahut başka bir yerleşim birimine gitmek sizi afallatır. Sokağınıza sadece bir sokak mesafede bile olsa burası tamamen yabancı bir yerdir ve orada küçülürsünüz; ezilirsiniz; ufalır-ufalanırsınız. Hatta kaybolursunuz (manen). O anda şaşkın bir vaziyete ne yapacağınızı bilemez deyim yerindeyse şapşallaşırsınız…

Üzerinizde çocukluğa has masumiyet bu şapşallık ile birleşmiştir. Afalladığınız bu an masum ruhunuzla kombine olarak bambaşka bir kimliğe büründürmüştür sizi…

O anda dünya gözünüzde kocaman bir şey olmuştur. Etraftaki herkes yabancı. Hatta bedeniniz bile…

Bedene yabancı bir ruh ile varsınızdır. Tek başına. Yalın. Çıplak. Masum…

işte aynen bunun gibi Kabe’nin önünde çocuklaşıyor insan. Bir anda neye uğradığını şaşırıyor. Bir anda…

***

Başımı kaldırdığımda adeta yeni bir dünyaya gözlerimi açar gibiydim. Bütün heybetiyle karşımda duruveren Allah’ın evi (Beytullah) dedikleri; Hz.İbrahim’den bu yana bütün peygamberlerin Kabesi idi… O anda edeceğim duaya saatler öncesinden beri hazırlanmış olmama rağmen tıpkı bayramda bir büyüğünün sorduğu herhangi bir soruya aniden cevap veremeyen ufak bir çocuk gibiydim. Dilim dolaşmış; sesim kısılmıştı. “Allahu ekber, La ilahe illallah” diyene kadar kaç saniye geçti bilmiyorum…

Sıradan bir insan olup-olmamak… Genç ya da yaşlı olmak… Zengin ya da fakir olmak… Bu ve buna benzer biz insanların icad ettiği farklılıkların hiçbir anlamının olmadığı bir an idi işte. O anda kendimi kaybettim. Vallahi de billahi de… Ne insanlığım aklıma geldi, ne doktorluğum ne de başka bir şeyler…

İşte mahşer anı diye tasvir edilen şey de buna benziyor olsa gerek. O anda bedeniniz dâhil olmak üzere ruhunuzun dışındaki hiçbir şeyin önemi kalmıyor. Bir telaş, bir panik. Çocuklaşıyorsunuz…

Arkadaşımın sorusu çok güzeldi. “Kabe’yi ilk gördüğün anda hissettiklerini göz önüne alarak düşün… O anda Kabe’nin gözünden biz nasıl görünüyorduk acaba?” Afalladım. O an bir cevap gelmemişti aklıma. Sonra kendisi cevapladı “Çocuk gibiydik değil mi?”… “Çok doğru” dedim… Sonra da bunu yazmayı düşünmüştüm. Yazabildim nihayet...

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..