Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Nisan '17

 
Kategori
Bilim
 

Kabuğuma sahip olabilirsin ama ruhuma asla

Kabuğuma sahip olabilirsin ama ruhuma asla
 

Teknolojik Tekillik ve Kabuktaki Hayalet

 Bıktım bu fütursuz fütüristlerden ama adamların teknolojik kehanetleri genellikle doğru çıkıyor. Bu kehânetlerin halkın anlayabileceği dilde yavaş yavaş ifşâ edildiği yerlerden biri sinema ve bilimkurgu filmleri. Bugüne kadar pek çok bilimsel gerçekle bu tür filmlerle yavaş yavaş tanıştırıldık. Günümüzde teknoloji o kadar hızlı ilerliyor ki, yakında kurgusu daha az bilimi daha çok filmler izlemeye başlayacağız. Alın size son model bir bilimkurgu Kabuktaki Hayalet-Ghost in the Shell…

Yıl 2029, siber-teknoloji çoktan insan vücuduna girmiş, sınırsız bir elektronik ağ ve bilgi denizi ile çevrili Hong Kong’un devasa gökdelenleri arasında holografik reklâmlar dolaşıyor. İnsanlığı azalmış, teknolojisi çoğalmış sanal bir dünya… Filmin güzel kahramanı “Binbaşı Motoko” (Scarlett Johannson), kusursuz bir kadın vücudu formunda, özel olarak hazırlanmış “kabuk” bedenin içinde, devlet adına tehlikeli suçlarla mücadele eden bir cyborg, insan-robot. Binbaşı,  insanların zihinlerine girip onları yönetmeye çalışan hacker-teröristlerle savaşıyor. Günün birinde, iyiler ve kötüler arasında kaldığında, doğruluğundan emin olduğu gerçeklerin aslında kurgulanarak ona aktarılmış yalanlar olduğunu anlıyor. Bundan sonrası kendisini tanımak ve asıl kimliğini bulmak için verdiği mücadeleden ibaret. İşte filmde, tam burada sıradan bir bilim-kurgu polisiye olmaktan çıkıp, derin, felsefi alt metni olan bir hikâyeye dönüşüyor. Peki, bu felsefe filmde yeterince iyi işlenmiş mi, bence hayır. Eğer filmin orijinal hikâyesinin anlatıldığı eski animeyi bilmiyor olsam vasat bir film deyip geçer, izlediğim haliyle yazmaya değer bulmazdım ancak konu ve Kabuktaki Hayalet’in yönetmen Rupert Sanders’den önceki geçmişi, hakkında biraz konuşmamızı, hatta düşünmemizi hak ediyor.

 Fiziksel bir insan bedeni olmayan ancak insan zihni, belki de ruhu taşıyan, Binbaşı Motoko’nun cevabını aradığı soru, filmi felsefi boyuta taşıyan asli soru; “Ben neyim, kimim, insan mıyım, insan nedir? Ruh nedir?

Kabuktaki Hayalet, kendisinden sonra bu türde yapılacak filmler için de ufuk açan,  ilki 1995’de yayınlanan önemli bir anime. 2004’te Cannes Film Festivali’nde serinin ikinci filmi, Altın Palmiye ödülü almış, bu ödülü alan ilk anime film. Hatta bu animenin Matrix film serisi için bile ilham verdiği söyleniyor. Aslında iki film, aynı genetik havuzdan beslenmiş. Siber-punk roman türünün babası sayılan William Gibson'ın ünlü romanı Neuromancer, Matrix Avcısı yalnızca bu filmlerin değil pek çok bilimkurgu filmin ham senaryosunu inşa etmiş. Cyberpunktürünün ilk örneği olan Neoromancer, 1984’de yayınlandıktan sonra, Hugo, Nebula ve Philip K. Dick gibi bilimkurgunun en saygın ödüllerini almış. Cyberpunk akımı diğer edebiyat akımlarından farklı olarak, yalnızca edebiyat dünyasının sınırlarında kalmayıp, resim, müzik gibi sanat dallarına ve günlük yaşama da sıçramış aynı adla anılan bir alt kültürün oluşmasına neden olmuş.

Underground Hacker’”larla özdeşleşen Cyberpunk’çılar, bu akımın yalnızca teknoloji peşinde koşmadığını asıl hedeflerinin “saf bilgi” olduğu ve bilginin “gerçek güç” olduğuna inanmaktalar. Teknoloji ve edebiyatın flörtünden ortaya çıkan bu akım, bilimkurgu ve gerçek arasındaki görünür mesafeleri de hızla birbirine yaklaştırmış. Cyberpunk akımının ortak teması; insanoğlunun gelecekte teknoloji ile başının çok ciddi derde gireceği, kendi eliyle yarattığı bu sanal cehennemden ruhu için kaçış yolu aramaya mahkûm olacağı...

Google’ın baş fütüristi Ray Kurzweil’e göre “Teknolojik Tekillik” diye bilinen “The Singularity” yakında dünyanın dönüşeceği biçimi özetliyor. Buna göre gelecekte yapay zekâ insan zekâsını geride bırakacak ve evren baştan sona değişecek. Kurzweil, nano teknoloji sayesinde hastalıklarla baş edebileceğimizi ve beynimizin internet bulut sistemine bağlanacağını, bu sayede daha zeki bir ırka dönüşeceğimizi söylüyor. İlk kitabıThe Age of Intelligent Machines’ı 1990 yayınlayan Kurzweil, burada internetin ve gelecekte “on line” olmanın önemini anlatmıştı. Sonraki kitabı The Age of Spiritual Machines’de ise yapay zekânın yakın gelecekte, insan zekâsını geçeceğini iddia etmişti. 2006’da The Singularity is near’da vücudumuzda gezinerek bizi hastalıklardan koruyan nano-robotları anlatmış ki, günümüzde nanorobotlar yaygın olmasa da iş başındalar. 2010 yılında Ray Kurzweil’in eserlerinde geleceği yönelik öngörülerinin envanteri çıkarılmış, o tarih itibari ile kitaplarında öne sürdüğü 146 tahminden 115'i gerçekleştiği saptanmış. Bir füturist için iyi bir kehânet istatistiği değil mi? Kurzwel bedenlerimiz ölse bile günün birinde zihinlerimizin sanal bir gerçeklikte yaşayabileceğini söylüyor. Ona göre, zihnimizde bulunan hayallerimiz, bilgilerimiz, anılarımız ve daha birçokları bedenin ölümünden sonra bir sanal gerçeklik alanına aktarılacak böylece sonsuz bir yaşama kavuşacağız. İzlediğim videolarında Kurzweil’de benim gördüğüm tek değişiklik yaşlandıkça yaşını daha koyu renge boyatıyor olması ama bu adamlar tuhaftır belki de sanal kopyalarını piyasaya çıkarmış onları konuşturuyordur. Şaka bir yana, bilimin insan beynine neredeyse şehvete dönüşen ilgisi fark edilmeyecek gibi değil. El birliği ile beynimizi toplu halde internete bağlayacakları gün çok uzak değil sanki. Düşünsenize günün birinde neokorteksiniz online hale gelmiş, bizler, biz göremesek de bizden sonrakiler “Hibrit insanlara” dönüşmüşler. Siz böyle bir dünyada sonsuz hayat ister miydiniz bilmem. Bana “Kabuktaki Hayalet” olma fikri şimdilik cazip gelmiyor. Beyin ya da ruh ölümsüzlük hapishanesinde, sonsuza kadar yaşamak ister mi acaba? Kendisine sormak lâzım.

          Sahi, bizi biz yapan aslında nasıl göründüğümüz mü, bedenimizin sesimizin gözümüzün, saçımızın rengi mi? Yoksa beden kabuğumuzun içinde taşıdığımız ruhumuz mu? Diyelim ki bahsi geçen teknolojik gelişmeler sayesinde bir sebeple vücudunu kaybeden sevgilinizin ruhu, bambaşka bir bedene aktarılmış. Belki de hiç ilginizi çekmeyecek bir bedende farklı biçimde onunla yeniden karşılaşıyorsunuz ama sizin bu aktarımdan haberiniz yok. O yabancı bedenin içindeki tanıdık ruhu yeniden sevebilir misiniz? Biz sevdiklerimizin bedenlerini mi ruhlarını mı seviyoruz aslında? Beden ve ruh ikileminden yalnızca birini seçecek olsak, hangisini seçerdik, bedeni mi, ruhu mu? Neticede filmde de eski hayatındaki annesi ile yeniden karşılaşan Binbaşı Motoko, kadına ölen kızının mezarına yaptığı ziyaretlere artık gerek kalmadığını söylüyor. Anne zaten farklı bedendeki kızının ruhunu çoktan tanımış. Kabuktaki Hayalet’in kime ait olduğunu bilmek ona yetiyor, size de kabuğu ne olursa olsun tanıdık bir zihin-ruh’la birlikte olmak yeter miydi?

          Zihnin bedene mi ait, yoksa onun ötesinde bir varlık mı olduğu hâlâ tartışılıyor. İnsan bilincinin maddesel mi, yoksa madde-üstü mü olduğu sorusunun cevabı da henüz net olarak yanıtlanmış değil. Bilim ruh kavramını mümkün olduğunca kendi alanının dışında tutuyor. Onun ruhtan anladığı,  beynin faaliyetleri sonunda ortaya çıkan algılar, davranışlar…  Nörobilim ve felsefe de henüz zihin-beden ayrımı ve ruhun tanımı konusunda bir anlaşmaya varmış değil. Kimileri ruhun zihin olduğuna inanıyor. Sizce ruhunuz bedeninizin neresinde? Kan gibi vücudunuzu mu dolaşıyor, yoksa beyninizin veya kalbinizin içinde bir yerlerde gösterişli bir tahtta mı oturuyor? Ya zihniniz, onun yeri beyniniz mi? Ruhunuz, zihninizin ne kadar ötesinde konaklıyor?Zor sorular değil mi? İnsan olarak işimiz zor ancak belli ki, gelecekte yapay zekâların işi de hiç kolay olmayacak; “Bedenim yok ama bir ruhum var”, “bedenim var ama bir ruhum var mı?” diyen bilinçli yapay zekâlar sanırım geleceğin depresif filozofları olacaklar. Belki modern psikoloji, robot-insan türleri için zorunlu-yeni bir uzmanlık alanı geliştirecek.

          Siz en iyisihenüz bir bütünken, kabuğunuza ve içindeki ruha iyi bakın. Yakın gelecekte bilimkurgu kâhinlerinin öngördüğü Büyük Tufan’a yakalanacak olursak, gemi var dümen var ama dümeni yapay zekâlar idare edecek gibi, gelecek pek bir sibernetik görünüyor…

 
Toplam blog
: 96
: 1137
Kayıt tarihi
: 28.03.07
 
 

 Hacettepe Üniversitesi mezunu, nörobilimden psikolojiye disiplinlerarası eğitime hevesli bir Türko..