Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '15

 
Kategori
Öykü
 

Kabuk

Kabuk
 

resim internetten alıntıdır


"Sen benim ne çektiğimi bilemezsin" dedi, bir adam bir filmde.
 
"Her insan özeldir ve değerlidir" dedi bir adam hayatımın bir yerinde.
 
Yorumlara açıktı konuşmalarımız, göz göze kalışlarımız. "Anlıyorsun değil mi, anladın" derdi bakışları, tasdik ederdim gözlerimi kırpmadan. "Anladım elbet".
 
Nerelerden geldiğini,  nelerle karşılaştığını, o yolları nasıl kat ettiğini bilmiyordum. O da benim hakkımda orada bulunuşumdan başka bir şey bilmiyordu . Tek noktamız, rollerimiz farklı da olsa o topluluğun içinde ki toplantılarda bulunmamızdı. Nasihatlerden uzak durur, neyin nasıl olacağını da anlatmazdı. Bilgi verirdi sözlerin belinin kırıldığı noktalarda, öyle ince nüanslarla yapardı ki bunu etkisi sonradan gelirdi, apaçık değil hissetmeksizin yayılırdı akla. Müsekkin gibi.
 
Kimseyle birebir kenar köşe sohbete girmez, topluluk içinden ayrılırken bitirirdi dış dünyayla ilişkisini. O zaman gözleri hep uzak, duruşu mesafeli, hayaller içinde yüzer gibi. Aslında daha çok düşünsel bir sorunun üstüne gider gibi, ciddi ve dalgın. Yazan bile onun bu duvarlar arkasından bakışlarını yorumlamakta çaresiz kalıyor. Kendine has bir adamın kendine has bakışlarının verdiği etki her zaman bir olmuyor.
 
Bir gün locada ki masalardan birinde yalnız oturuyorum, elinde  kahvesiyle içeri girdi. Hiç niyetli değildi ama onu masama davet ettim. "Lütfen, oturabilirsiniz" Aslında bu  bizi zor durumda bırakmayın, ne olur buyurun demekti. Mesafeli de olsa belirli zamanlarda bir araya gelen iki insanın aynı yerde, üstelik ikisi de yalnızken ayrı ayrı birbirlerini gören masalarda oturması ne sıkıcı sonuçlar meydana getirir! Selamlaşılır, adam başka bir masaya geçer, bir süre sonra ister istemez bakışlar karşılaşır tekrar nazikçe gülümsenir. Sonra bir daha o yöne bakmamak için ayrı bir çaba sarf edilir. Aslında o yöne bakmak gibi bir amacın yokken bakmamak için bir sebebin olması... Ama kimse de hadi bitirelim artık bu saçma oyunu, ya sen gel ya ben geleyim, konuşmasak da birbirimize değil etrafa birlikte bakalım demez, diyemez.  İşte sırf bu yüzden ben baştan çözdüm bu sorunu.
 
"Lütfen, oturabilirsiniz." Ricayla izin verme arası bir cümle, o an bunun ayrımında değildim.
 
Lütfen, gelip karşıma oturdu merhabasıyla.  Oturmasıyla ceketinin içinden tişörtünde ki çizgi film kahramanının gülümseyerek beni selamlaması da bir oldu, görmezden geldim. Biraz bakmaya devam etsem, benim de onu selamlamam an meselesiydi.  Tişörtün sahibi ne düşünürdü sonra. Zaten hiç hesapta yokken masama oturmak zorunda kalmıştı. Bu kadın ikinci bir gaf yapıp bir de tişörtüyle konuşursa ki bu çok ayıp. Bu ciddi durumu tişört bozuyordu, adam nerden bilsin ki bugün neyle karşılaşacağını, ona göre tişört giysin. Ve ben de bilemezdim bu çizgi film kahramanın samimiyetim olmayan bir adamın tişörtünde en münasebetsiz bir bicimde karşımda oturacağını. Bilsem başka zamanlarda o çizgi film kahramanına gözümde bu kadar sevimlilik atfetmezdim. Kendime  aklını başka yere odakla telkinini vermek için de artık çok geçti. Bütün bunları o aralıkta aklımdan geçirmiş ve beni o kahrolası gülme tutmuştu bile. Etrafa bakınıyor gerçekten gülmeye sebep olabilecek başka bir şey arıyordum ama yoktu işte, o tişörtten başka hiç bir şey yoktu.
 
Dağılmıştım, dağılanları nasıl toplayacağımı da bilemiyordum, sadece gülüyordum, dudaklarımı ısırıyor, kendimi sıkıyordum ama nafile ok yaydan çıkmıştı bir kere. Hem utanıyor, hem kendimi tutamayarak gülüyordum. Özür özür üstüne karışıyordu. Yüzüne bakamıyordum, utancımdan. Ve bir adamın  bu kadar güzel kahkaha attığını hiç duymamıştım daha önce. Evet o da gülüyordu üstelik ben kendimi kısarken o kahkahayla gülüyordu. "Kusura bakmayın, öyle sevimli gülüyordunuz ki tutamadım kendimi, sizi gülme tuttu siz durdurmaya çabaladıkça….. ....... Neyse biz neye güldük söyler misiniz?"
 
Tişört. Aslında tişörtte sorun yokta,  beynimde susmak bilmeyen muzip bir şeytan taşıyorum bu aralar diyemezdim, demedim. En zor günlerimi yaşıyordum, babamı ve teyzemi arka arkaya kaybetmiştim. Uzun hastalık geceleri, umutsuzluktan umut yaratan bekleyişler. Babamı bir gün daha yaşatabilmek için, bir nefes daha için annemin doktorları eve taşımaları ve annemin kulaklarımda kalan hiç geçmeyen çığlıkları. Bir kaç ay sonra teyzem...Sonra uykulu günler uykusuz gecelere karışmaya başladı.  Ağaçların ve denizin bir insanın gözünde rengini yitirebileceğini gördüm. Sonrasında doktorun verdiği uyku hapları, ağlamalar,  dalıp gitmeler, uyku nöbetleri ve ayakta kalabilme çabaları. Anneme ve kendime destek olabilmek adına uydurduğum oyunlar. Günlük aksiliklere taklalar attırmalar, öncesinde ne kadar  küçük şeyleri dert ettiğimizi fark etmeler. Musluğa söylenen bir kadının, arabasının lastiğini tekmeleyen bir adamın aslında kendini dışarıdan görse ne kadar güleceği mesela. Bunların hiç birini söyleyemezdim, hepsini sustum.  Söylemek yersizdi çok zaman felaketlerimiz bize kalırdı. Bizler tedavi edebildiğimiz yanlarımızın gösterilebilir olanlarıyla görünür olurduk.
 
“Söylemediniz, gerçekten sizi böylesi güldüren ne oldu?”
 
Utanarak dilediğim özürler arasına bir de yalan sıkıştırmak zorunda kaldım. Az önce bir arkadaşımla konuşmuşuz da, oradan bir konu aklıma gelmiş ona gülmüşüm. Bu yalan beni daha da utandırsa da belli etmedim.
 
"Gülmekten gözleriniz yaşarmış, çok komik olmalı." Yeterince iyi niyetli bir biçimde söylemişti, rahatladım. Aslında gülmekten değildi o yaşlar. Gözyaşları neden durdurulamaz ki, bazı anlar.
 
"Evet gülmekten gözlerim yaşardı"  Elimin tersiyle sildim münasebetsizleri.
 
Sorular soruyordu, bu onda hiç karşılaşmadığım bir şeydi. Eğitimle, sonrasından ne beklentilerim olduğunla, hatta kendinden örneklerle... O bu türden konulara hiç girmez, geçiştirirken ilk defa bu yönde ki samimiyetiyle karşılaşıyordum. İlk defa hayatıyla ilgili kendisinin uygun gördüğü bir aralığı bana açıyordu. Girmedim, kapıda bekledim. O istediği kadarını getirip gösterdi bana. Benim yaptığım gibi. Yaralarımızı saklıyor, acısını derinlere  bir yerlere itiyorduk, üstünü örtecek renkli bir kaç şeyimiz oluyordu nasıl olsa hazırda.
 
“ Başladığın bu eğitime sarıl ve bu işin yakasını bırakma” konuşmaların toplamının mealinde bu vardı. Yine açıkça söylemeyip, yol açmıştı. Toplulukta olduğu gibi baktı gözlerime sözlerinin sonunda.” Anladım” dedim,  gözlerimi kırpmadan.
 
“Öyleyse kolay gelsin. Öylesine yorgun ve uykusuzum ki kusura bakmayın oturduğum yerde zor duruyorum. Dün akşam çalışmamız vardı, sabahladık diyebilirim. Gömleğimi bir sandalyenin üzerine atmıştım. Sabah gömleğimi sırılsıklam buldum, gece arka tarafta temizlikçiler çalışmış nasıl olduysa gömleğim giyilmeyecek kadar ıslak. O yüzden üzerimde ki bu tişörtle kaldım"
 
Az önce beni gülme krizine sokan çizgi film kahramanına bakıp gülüyordu." Buradan iş görüşmesine gideceğim...Ah! unutmadan burada ki son haftam bu benim, ilk size söylemiş oldum. Ama önce bir gömlek almam gerek sanırım. Düşünsenize bu tişörtle iş görüşmesine gidersem….…Gülüyordu, yeni tanıştığım muhteşem kahkahasıyla.
 
Gülüşüm dudaklarımın kenarında asılı kaldı. Sol göğsüme bir bıçak girmiş de kalbimi oyuyormuş gibi tuhaf bir acı, bir yanma .... Her nefesimde gövdeme yayılan bir kanamaydı sanki. Zor topladım kendimi “ E..evet komik olurdu…
 
Toplam blog
: 28
: 194
Kayıt tarihi
: 23.06.11
 
 

Çocukken en çok gökyüzünü merak ederdim. Sürekli sorular sorardım, o kadar bıktırırdım ki, "çok faz..