- Kategori
- Blog
KABZE ÇEKİÇ VE DİVİT
Kollarımı birbirine kenetlemiş, gözlerimi kapatmışım; dizlerimi birbirine yanaştırmış, çıkaracağım o ilk çığlığı duyabilmek için uyandırılmayı bekliyorken: Fırtınalı bir deniz yolculuğundan sonra durgun bir sahile çıkmış gibi...
İncecik bir hilalken bir dolunaya dönüyordum sanki:
Tamamlanıyorken...
Beni öyle dünyaya getirmiş annem. Bir ad biçmişler bana ta öteden, henüz düşmemişken sıcacık ana rahmine. Ama bilirsiniz. "Adın yazgındır." Daha gelir gelmez kabul etmişim olanları, olacakları baştan. Düşmüşüm yumuşak göğün koynundan sert zemine. Sonra yaşa demiş bana; Yaşa unutmadan yumuşak göğsünü yaradanın...
Çiçeklerin açtığı mevsimde(Mayıs), beni kollarına yaslayan ve çiçekler kadar güzel kokan bir vücutta can bulan süt kokusuyla büyümüşüm. Ağzıma aldığım o tenin kokusu damağımda...
Büyümüşüm tabi...
...
Zaman geçmiş. Gök yumuşaklığı hissetmeyen insanlar görmüş, inerken yere çakıldığı o sert zeminle bütünleşmiş taş kalpli insanlar tanımışım ölüm mihengine vurulmadan yaşayıp gidecekmiş gibi... Bir gün elime bir kalem tutuşturmuş muallim. Bir de gözlerimin fêrine güvenmiş herhal. Üstüne bir de kağıt bırakmış. Çevrendeki her şey peş peşe değişiyorken, her gün yeni bir çalkantıya yol açıyor, eski görüşler, eski inançlar geçerliliğini kaybediyorken senden yazmanı istiyor. Tutuyorum kalemi, kalemden göğün pamuktan elleri akıyor. Yere çakıldıktan sonra ilk defa.. Ilk defa kâğıda düşerken ellerim, kalkmak istemiyorum; Eninde sonunda, insanın düştüğü yerden kalkmaya yeltenmediği bir an geliyor çünkü. Ve sonra hislerim şiir olup akıveriyor hayat ırmağına: O pamuktan ellerin sesi yankılanıyor kulaklarımda:
Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
seni çünkü dik tutacak bilirim
kabzenin, çekicin ve divitin tutulduğu yerden parlayan şiir.