Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ekim '06

 
Kategori
Savunma Sporları
 

Kaçamazsınız!

Kaçamazsınız!
 

Ukemi üzerine ciddi kalınlıklıkta bir kitap gördüm bir gün internette. Oooo! Etkilenmemek elde değil. Zira biz bir (öne) mayo ukemi, bir de (geriye) ushiro ukemi' yi tanımıştık o güne kadar. Başladığınızda size evvela ağırlıklı olarak ukemi' leri öğretirler. Düşmeyi bir an önce öğrenin de ayaklanın. Ayaklanın ki birlikte tekniklerimizi geliştirebilelim diye. Hatta en iyi aikidoka, en iyi düşebilendir denir. Ve hatta sınavlarda kemeri uke alır bile derler. Uke, tekniği yaptığınız kişi oluyor bu arada. Siz tekniğinizi yaparken, o da kendi tekniğini yani ukemi'sini geliştiriyordur. Türkçesi kendine ve çevresine zarar vermeden düşmeye çalışıyordur.

Neyse. Asıl meselem o değil. Biz tabi haldır haldır çalışıyoruz o günler. Şanslıyız. Bizden evvel hocamızın yetiştirdiği bir sürü eski talebe de var. Öğretici sorunumuz yok. Hızlı ilerliyoruz yani. Vücut da taze. Yorulmuyoruz ki. Her gün antreman var. Çanta sırtta dolaşıyoruz. Evlendim. Balayı iznimin 2. günü antremandayım. İlk oğlum dünyaya geldi. Hastanede işleri yoluna koydum, yakınları nöbete diktim ilk fırsatta antremandayım. Böyle action olduğum bir dönem. Kişisel yatırımım da fena değil yani. Mevzuya takmış durumdayız. Aikido'nun büyüleyici atmosferi (ki biz ona "Kİ" deriz, enerjiyi ifade eder) bizi etkisi altına almış.

Derken heyecandan kalbimin yerinden çıkacağını zannettiğim bir sınav neticesi, hocamın hocası Japon'un bulunduğu bir gece, "bu gece shodan imtihanına girenlerin hepsi kötüydü. Hiç birisi haketmedi. Ama hepsi shodan oldular" ifadesiyle shodan oldum. Ne geceydi. Normal olarak iyilerden sayılırdım o günler. Ama Japon'un hakkı vardı. Sınavım berbattı. Sonra hocam açıkladı bir gün: "Geliştirmeniz için." Evet geliştirmemiz için Japon bizi shodan yapmıştı. Zaten hakkı ile imtihan geçmenin mümkün olmadığını daha sonra anlıyorsunuz. Hep hocaların takdiri ile oluyor bu işler. Görüyor, izliyor, inceliyor, evet diyor bu olur. Bu ilerletir. İnanıyor, güveniyor ve tamam diyor. Olay bu.

Zaman ilerliyor tabi bu arada. Aynı tempoda çalışmaya devam. Shodan olduktan sonra ilk dersten itibaren hocamın bize bakış açısının da değiştiğini bizzat yakinen anladım. Çünkü kutlamak adı altında bir ders boyunca bizimle oynadı adeta. Severdi zaten bu işleri. Güzeelce tatemiye birkaç kez yapıştırdı hepimizi. Çarptı yani. Hatta koho iriminage diye bir teknik vardır, ilk atağımda sağolsun süpriz olsun diye fırlattı beni. Ben de uçtum tabi güzeelce. Sonra "Bir dakika hocam" deyip ölçtüm uçtuğum mesafeyi. Adımlarımı metreye ayarladım ve saydım. 1, 2, 3, 4... 4 metre uçmuşum yahu! Dojo kıkırdadı. Korktum. Ne yapmıştım ben? Baktım hocam da yine bıyıklarını burarken gülümsüyor! Ohhh!

Yani diyeceğim, yaptığımız tekniklerin şiddetini bir günde arttıramadık anlayacağınız. O 2 sene daha zaman istiyormuş, ne bilelim biz? Ama yapılan tekniklerin şiddetinin bir günde nasıl arttığını bizzat ve şahsen gördük diyebilirim. Hocam "artık daha iyi düşmek zorundasınız" diyordu ve devam ediyordu işine. Küçük tefek incinmeler başladı. Ama dayanıyorduk biz de. Gel zaman git zaman, seminerler, gösteriler, bir iki TV programı, gidip geliyoruz. Baktık ki haaaa! İyi geliştirmişler bizi. Tamam dedik hep birlikte.

Sonra bir gün Kıbrıs yolculuğumuz oldu. Yavru Vatana Harekatın yıldönümü için toplayıp götürdüler bizi. Üç büyük ilde de gösteriler ve seminerler yaptık. İyi düşebiliyoruz ya! Hocam da veriyor coşkuyu sağolsun. Derken Girne'de salonda kendi antremanımızı yapıyoruz. Grupta haliyle başka dojolardan da talebeler var. Onların gösterisini izlerken hocam bir uyarıda bulundu. "Düzelt!" Arkadaşlar yine denediler. Hocam da yine tekrarladı: "Düzeelt!" Ve bu kez öğrenci cevap verdi. "Ama" ile başlayan bir şeyler duyduk ama hepsi bu. Dinleyemiyoruz ki! Hocam kızmış, sessizlik var, espri kaldırmayacak bir ortam yani. "Öyle değil o yaptığın teknik... Gökhan!" dediğini hatırlıyorum. Zıpkın gibi fırladım yine. Önce kamei. Sonra shomen atak. Ve... Teknik geldi. Aikiotoshi deriz biz. Onu yaptı. Ne yapacağını biliyor olduğum için hazırlıklıyım. Ama bunun hiç önemi yokmuş. Ayaklarımın vücudumun üzerine beni ikiye katladığını hissettim. Boynum çıtırt etti.

İlerleyen günlerde "İyi ki hazırlıklıydım ve iyi düşebiliyorum ha. Yoksa halim haraptı. Ne teknikti yahu? İyi ki bana yapmış." gibi konuşmalar yapıyorduk kendi aramızda. Boyun fıtığı başlangıcı olduğumu sonra anlatırım.

Başka bir sefer sizinle paylaşacağım bir gün anladım ki, durum öyle değil. Hocam tekniğini ayarladığı için kaçabilmişim. Anında hocamın kapısını çaldım. Zaten dojoda kalıyordu. Beni severdi. Kırmadı açıkladı. Tabi yine az ve öz konuşarak. "Teknik gelirse, kaçış yoktur." Bu kalınlıkta ukemi kitaplarına rağmen mi? Güldü. "Yaptığımız piknik mi oğlum? Aikido. Budo bu. İstediğiniz kadar iyi düşün. Teknik gelirse, kaçamazsınız. Ukemi ise anlamak için."

Tam bir aşamaya geldiğimi hissettiğim an, esasında bir arpa boyu kadar yol alamadığımı... Esasında diyecek çok şey var. Ama gerek yok.

Ne kadar iyi düşersen düş, teknik gelirse kaçamazsın. Ama iyi düştüğün kadar tekniği anlayabilirsin. Tekniği anlamak ve daha iyi yapabilmek için yazmış adamlar o kitapları. Öğreniyoruz işte.

Bu sebepledir ki, "Ben tamamım. Oldum ben. En iyiyim" deme şansınız olamıyor bu işte.

Sabrınıza teşekkür...

 
Toplam blog
: 29
: 1420
Kayıt tarihi
: 18.10.06
 
 

Evli ve 2 çocuk babasıyım. Üniversite terkim. 17 yıldır tekstil sektöründeyim. Ama konuşmak ve yazma..