Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kaçıncı Yüzyılda Yaşıyoruz?

Kaçıncı Yüzyılda Yaşıyoruz?
 

*


“Allah tuttuğunu altın etsin.” Bu sözü sıklıkla sokaklarda para dilenen insanlardan duyarız. Onlar almaya alıştıkları için, her tuttuğumuzun altın olmasını; iyi bir dua olarak benimseyip, bize de bu dilekte bulunurlar. Oysa her tuttuğumuzun altın -ya da madde- haline gelmesi ne acı bir şeydir.

Bilirsiniz Kral Midas tanrılardan her dokunduğunun altın olmasını ister: Sonuçta isteği yerine gelir ve; şarabı altın olur, ekmeği altın olur, yatağının kuş tüyleri altın, gömleği, hırkası altın olur… Öyle ki sonunda; kavuştuğu isteğinin ağırlığı altında ezilir, dayanılmaz bir bolluğa gömülür olmuş. O zaman dileğinin tam tersini dilemiş tanrılardan.

Şaşırmış bu yeni belaya: hem zengin olmuş hem yoksul; Kurtulmak istemiş, istemez olası bu hazineden. (Ovidius)

Bazı insanlar hep almak, almak, almak isterler. Vermenin yüceliğini bilemezler çünkü. Geçtiğimiz günlerde, Bursa Mustafakemalpaşa’da maden ocağının altında 19 can kaldı biliyorsunuz. Sanıyorum 3.000 tl lik bir teknik eksiklik, bu kazaya neden olmuş. Siz de bilirsiniz; cimriliği yaratan yoksulluk değil, zenginliktir. Ya vicdan; o, nerede? Var mıydı, yoksa kuruyup gitmiş midir çoktan, rahatsız eder mi acaba? Her şey hep madde mi olsun der, hâlâ? Kimbilir?

Kazanın olduğu günlerde Çetin Altan makalesinde, 21. yüzyılın bu gelişmiş teknolojisinde, hâlâ bu ilkel maden ocaklarındaki teknolojinin yerini sorguluyordu. Artık kavramlar öylesine karıştı ki, hangi çağda yaşıyor olduğumuzu kestirebilmek çok zor.

Geçtiğimiz eylül ayında yaşanan selde, yük ve eşya taşınan bir minübüsün arkasında insanlıktan çıkarılıp “eşya” gibi taşınan ve selle birlikte ölen giden kadın işçiler…

Kan parası adı altında ailelerine verilen paralarla, patronlar adaleti yerine getirdiler. Bu kan parasını alacak kadar, kimse muhtaç duruma gelmesin. Gelmesin diyoruz da, maalesef çoktan gelmiş bile…

Bugün Tuzla tersanesinden bir ölüm haberi daha geldi. İrfan Uçkur, dört ay önce meydana gelen kaza sonrası yaşamını yitirdi. 1985 den beri 131. kurban. Peki ya, tersaneler teknolojinin neresinde?

Ya kot pantolon atölyelerinde, uygulanan taşlama işleminde, silikozis hastalığına yakalanıp, gencecik yaşında ölen insanlar. Asgari ücretle, para kazanmak için bütün bunlar.

Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz allahaşkına, geliştirdiğimiz bütün bu teknolojik aletler ne işe yarıyor? Çoğu insan alamadığı cep telefonu, araba, LCD v.s. yüzünden, kendisini yetersiz hissetmesi için mi, yoksa sahip olunduğunda, yaydıkları radyasyondan hasta olmamız için mi?

Daha iyi çalışma koşulları, insanca yaşam nerede?

Bu sadece bizim ülkemize özgü bir durum değil. Bu yazıda insanlığın durumunu, hangi çağda yaşadığını kestirmeye çalışıyorum.

Öyle bir çağda yaşıyoruz ki; her şey madde üzerinden değerlendiriliyor. Parası biraz fazla olan insan evliliğini güzel bedene sahip bir insanla yapıyor. Güzel beden sahibi de, kimin daha fazla parası varsa onu seviyor! Sanki esir pazarından, köle beğenir gibi… Beden eskiyince, daha genç ve güzeli seviliyor! Ya da para sahibinin parası bittiğinde evlilikler de bitiyor. Ah aşk, sen ne yüce bir duygusun böyle, gözlerimin yaşarmaması imkânsız bu durum karşısında!

Bütün bu teknolojik gelişme ne için? Daha iyi bir yaşam için mi, yoksa yaşamı daha da çetrefilli hale sokmak için mi? Bitkiler ve dört ayaklılar gibi ölümlü olduğumuzu unutuyoruz –onlar bilmiyorlar- ölümsüzlüğü arıyoruz… Oysa daha yolumuza devam etmemiz gerek evrende, onu bile unutuyoruz. Ah durun unutuyordum az daha, yaşlanmayı bile istemiyoruz. Yüzümüze, çeşitli ilaçlar enjekte ettirip insanötesi garip varlıklar gibi dolaşıyoruz ortalıkta. Ne yaşlı, ne de genç, tuhaf yaratıklar… Her şeyin en hızlısına, en güzeline, en rafinesine sahip oluyoruz. Doğallıktan uzaklaşıyoruz. En hızlı arabaya sahip olup, hız limitlerine uymaya çalışıyoruz. Birbirimize çok yakın oturup, aramızda 10 km mesafe varmış gibi davranıyoruz. Her kavram birbirine karışmış durumda. En gelişmiş iletişim araçlarına sahip olup, en yakınımızdakiyle iletişim kuramıyoruz. Dünyanın her yerinden haber aldığımızı düşünüp, hangi haberlere ulaşıyoruz! Ya da ulaşamıyoruz. Oysa daha yeni yeni, geçmişe ait doğru bilgileri öğreniyoruz. Bugün öğrendiğimiz bilgilerin, haberlerin ne kadarı doğru? Bireysel ve toplumsal aklı yerin dibine batırıp, meczuplaştırılmış akılları kutsayıp, alkışlıyoruz. Barış bizim gözümüzü korkutuyor. Savaş tanrıları ortalığa çıkmış, baltalarını bileyliyorlar.

Savaşlarda yüzlerce, binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce… insan ölüp gidiyor. Hani savaşlar geçmiş yüzyıllardan kalma eski bir oyundu. Tam tersine şimdilerde tüm dünyada kutsanan bir bilgisayar oyunu gibi. Birilerinin elinin altında düğmeler var ve düğmelere basılarak istenilenler oluyor.

Mirabel kızkardeşleri biliyor musunuz? Dominik Cumhuriyetinde, Trujille diktatörlüğüne karşı özgürlük mücadelesini yükselten kardeşler hani. Onlar diktatörlüğün askerleri tarafından tecavüz edildikten sonra, vahşi bir şekilde katledilmiştir. Peki ya, “Esma’nın Sırrı” isimli filmi biliyor musunuz? Saraybosna’da Sırp “çetnik” tarafından tecavüze uğrayan kadın önce reddettiği bebeği, bir kere emzirdikten sonra kimselere bırakamaz. Babasının bir şehit olduğunu zannederek büyüyen kız, büyüdükçe huzursuz ve asi bir genç haline gelir. Saklı kalan geçmiş yavaş yavaş ortaya çıkar…

Savaşlarda sadece ölümler olmuyor, böylesine acı doğumlarda oluyor…

Teknoloji işe yarıyor mu? Alın size iklim değişiklerini. Son 30 yılı düşündüğümde ve dünyanın bugünkü halini göz önüne getirdiğimde ne kadar da hızla dünya kirlenmiş. 30 yıl, dünyanın yaşı ile kıyaslandığında ne kadar da kısa bir an’dır. Hani insan ömrü ile kıyaslandığında ömrün, bir dakikası gibi. Bu kadar kısa zaman sürecinde dünyanın aldığı hal.

Bir yanda insanlar açlıkla mücadele ederken, diğer yanda ağzından burnundan yemekler fışkıranlar.

Kaçıncı yüzyıldayız kestiremiyorum.

105 bin yıl önce de un üretiliyormuş, bugün de…

Biz geliştik mi hakikaten? Yoksa bilgisayar oyunun içinde bir eleman mıyız?

Tüm dünya vatandaşları için sorduğum sorulardır, bunlar. Kaçıncı yüzyıldayız kestiremiyorum.

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..